- 469 Okunma
- 3 Yorum
- 2 Beğeni
YİNE ANNEMİ YAZDIM
(Anneler Günü’nde tüm kadınlarımız için)
“Sobanın yanında oturup uzatmayacak yorgun ayaklarını
Sabah kahvaltılarının masası olmayacak artık
Yine gel demeyecek
Çıkarken ben kapıdan, çıkıp karanlığa karışırken
Yeni bir dönemi başladı ömrümün
Annemin olmadığı dönemi
Onu yüreğimin üstüne nasıl bastırmak
İstediğimi bilemeyecek artık”
O kadar “gün” veya “hafta” var ki bunların ne zaman olduğunu bilmek olası değil. Oysa “Anneler Günü”nün her yıl mayısın ikinci pazarı olduğunu kimse unutmuyor. Bu günlerin ya da haftaların pek çoğu benimsenen ekonomik düzen içinde daha çok tüketimi artırmaya yönelik. O günler ya da haftalar çok da ilgimi ya da çoğumuzun ilgisini çekmiyor. “Anneler Günü” de böyle bir gün; ama işte orada duruyorsun. “Anne”nin değeri, kutsallığı, anne sevgisi bu günü diğer günlerle denk görmemizi engelliyor.
Yaşım yetmişe dayandı; ama yirmi bir yıl önce yitirdiğim annemi yazarken yine de bir heyecan duyuyorum. Şimdiye dek annemi anlatan birkaç yazı ya da şiir yazdım.
Bugünkü yazıma da güzel şair, ünlü şair Ataol Behramoğlu’nun “Annem Yok Artık” adlı şiirinden bir bölüm alarak başladım. Neden, anneler üzerine başka şiir mi yok, var hem de çok: ama bu şiirin her dizesinde annemi ve kendimi buldum. Beni en çok saran bölümünü de yazıma başlangıç
yaptım.
Behramoğlu’nun şiirinden aldığım bu bölümün ilk dizesindeki gibi benim annem de sobanın yanına uzatırdı yorgun ayaklarını. Babam yer sofrasına oturma alışkanlığından vazgeçmemişken o masada yemek yenilmesini isterdi. Asıl bana dokunan dizeler ise bu şiirde “yüreğimin üstüne bastırmak” sözüdür. Tatillerde ne zaman köye dönsek bağrına bastırır, Anadolu kadınlarının sevgi sözü olan şu sözü söylerdi:” Hoş geldin kurban olduğum.”
Daha önceki yazılarımda da belirttim. Köyde büyüyen biri olarak ona hep “ana” diye seslendim.O bu dünyadan göçtüğünde ben kırk sekiz yaşındaydım, yine “ana” diyordum. “Anne” demenin bir sakıncası mı vardı bizim için? Hayır, olur mu öyle şey? Köy yerinde o zamanlar hep “ana” dendiği için başka türlü seslenmek tuhaf geliyordu.
Bununla da ilgili gülümseten bir anım var. Ağabeyim biz ilkokulda iken Pazarören İlköğretmen Okulu’nda yatılı okuyor. Bir tatile geldiğinde anamıza "Anne!" diye seslenince bize tuhaf gelmiş olmalı ki gülüştük. O da ondan sonra hep "Ana!" diye seslendi. Çocukluk işte, bizim bildiğimiz o, köyde kimseden "anne" sözcüğünü duymamışız o zamana dek.
Annem üzerine yazdığım yazılarda onu değişik yönlerini, sevinçlerini, mutluluklarını, çektiği sıkıntıları anlattım. Şu sözü okuyunca onun “ana fedakarlığı” canlandı gözümde.
“Annе, bеş kişi için yalnızca dört dilim pasta olduğunu fark еttiği anda, pastadan nеfrеt еttiğini duyuran ilk kişidir.”
Gerçek, özverili anneler için ne kadar da doğru bir söz. Benim annem de pek çok davranışıyla bu söze uygun bir kadındı. Ekmeğin, çöreğin yanık ya da pişmemiş yerini kendisi yerdi. Buna benzer olumsuzluklardan şikayet ettiğini, sızlandığını hiç duymadım. Onun için yeter ki kimse huzuru bozmasın kimse olur olma her şeyden yakınmasın.
Çalışmaktan nasırlaştığı için midir, elleri yanmazdı hiç. Bizim dokuna madığımız sıcak tencereyi rahatlıkla tutardı.
Ömrünün önemli kısmını köyümüzde ve başka köylerde geçirmişti. Babam Tarım Kredi Kooperatifi memuruydu. İlk on beş yılını kendi köyümüzde çalıştığı için annem bir memur eşi olmaktan çok evde, tarlada, her işte çalışan bir Anadolu kadınıydı. Hani Karacaoğlan bir şiirinde çeşme başındaki güzeli “kırk beş belikli” diye betimler ya annemin de benim çocukluğumda saçları örülmüştü ve bir o kadar ince belikleri vardı.
On yıl kadar babamın yükünü çekti. Ben, babamın yaşadığı süre içinde bir kere olsun bardağına çayını doldurduğunu, bir bardak suyunu kendisinin alıp içtiğini görmedim. Öyle alışmış ya da alıştırılmıştı. Son on yılında parkinson hastasıydı, tüm yükünü, kahrını annem çekti.
Hangi bir özverisini sayayım. Diğer yazılarıda anlattıklarımı tekrar etmeyeyim diye o yazılarda olmayan bir iki olayı da anlatayım.
Akşamları yatma vakti babam acıkırdı. Geçirdiği mide rahatsızlığından dolayı az yemek yemeye alıştırmıştı kendini. Bizim köylerde “geberyatlık” dediğimiz yatma vaktinde bir şeyler yeme olayı vardır. Babam bunu sık sık isterdi. Gençliğinde neyse de yaşlılığında da annem üşenmez kalkar, ona “geberyatlık” hazırlardı. Hazırlanan yiyecek genellikle ya içli çörek ya da soba üstünde yapılan, yufkanın içine yağ ve çökelek, peynir konulan, şeklinden dolayı “muska” dediğimiz şeyler olurdu.
Konu "anne" olunca bu yazı biter mi? Yine de okuyanları bıktırmamak için annemi bugün de bu kadar anlattım ve andım. Şu iki güzel sözle ve dizelerimle bitiriyorum yazımı;
"Hiç bir doktorun tedavisi, senin ’Öpeyim de geçsin!’ sözün kadar işe yaramıyor anne."
"Anne elinden tüm dünyaya tutunur insan, o eli bir bıraksa bir ömür yutkunur insan."
" Senin yanmayan öpülesi ellerin
Duaya açılırdı bizim için
Toprak kokulu yüzünde
Küçük gözlerinde
Sessizliği sevginin
Tatillerde köye her gelişimde
Benim çok sevdiğimi bilirdin de
Hazır olurdu bir helke yoğurdun
Yaşlılığında yüzüne yansımıştı
Hep sıcak yedirdiğin çöreğin yumuşaklığı
Seni hayırla anıyoruz hep
Unutulmuyor hiç analığın
Sevgin “
.....................................
Bütün özverili kadınlarımızın "Anneler Günü" kutlu olsun.
........................................................
Numan Kurt
9 Mayıs 2020