DOMUZ BAĞI
I
Cahit, saatine baktı güneş doğalı birkaç saat olmuştu ama şimdiden sıcak çökmüştü. Konya bugün de aşırı sıcak olacağa benziyordu. Yine ikindine kadar sıcaktan boğulacaklar sonra yağmura başlayacaktı. Bu yağmurlara kırkikindi yağmuru dendiğini de sonradan öğrenmişti. Gerçi son yıllarda kırkikindi yağmurları muson yağmurları gibi yağıyor ortalığı sele verip geçiyordu. Arabanın klima düğmesini çevirdi umutsuzca.
“Şu klimayı yaptırmadın bak gördün mü başımıza geleni.” diye söylendi direksiyondaki Yarasa’ya.
“Tamam, bugün baktıracağım başkomiserim.”
Cahit, Konya polisinde Cinayet Büroda görevli kırklı yaşların sonunda bir başkomiserdi. Son birkaç yıldır aydınlattığı tuhaf cinayetlerle adı hayli anılır olmuştu. En son, beş altı ay önce işlenen semazen cinayetleri ulusal basında bile günlerce yer bulmuş ve Cahit hayli ünlenmişti.
“Burası başkomiserim.” dedi Yarasa.
Yarasa da birkaç hafta önce atanmıştı büroya. İri yarı, uzun boylu ve gözü kara bir komiserdi. Az önce telsizden aldıkları haberle Meram’da bir villaya gelmişlerdi.
Tepe lambaları yanıp sönen ekip arabalarının arkasına par ettiler. Arabadan inerken Cahit’in telefonu çaldı. Arayan İrem’di. Cahit hemen yandaki camiden ezan okunmaya başlayınca telefonu açmaktan vazgeçti. Nasılsa şimdi bir şey duyamayacaktı. Kapıdaki resmi polisler Cahit’i görünce toparlandılar.
“Başkomiserim, artık seni tanımayan yok bakıyorum da.” dedi Yarasa sırıtarak.
Cahit, Yarasa’nın sözlerini duymazdan gelerek kapıdaki memurları selamladı.
“Kolay gelsin gençler. Yukarı mı çıkıyoruz?”
Genç memurlar gülümseyerek aldılar selamı.
“Evet, Başkomiserim.” Dedi sarışın olanı, eliyle merdivenleri gösterdi. “Bu taraftan.”
Sokak kapısında başlayan merdivenleri çıkarken Cahit etrafına bakındı. Birkaç basamaktan sonra binanın hemen sağanındaki küçük havuz gözüne çarptı. Etrafı yüksek brandalarla kapatılmıştı. Dışarıdan içini görmek imkânsız olan havuz bu sıcak havada aslında çok da cazip görünüyordu. Bahçedeki küçük çamlar ve çiçekler profesyonel bir peyzaj işçiliğinin ürünüydü. Sol tarafta ise üstü kapalı bir garaj ve son modeli bir Audi duruyordu.
Cahit, adamın ne iş yaptığını düşünmeden edemedi. Konya’nın en pahalı semtlerinden birinde böyle gösterişli bir villada oturmak ve böyle bir arabaya binmek kolay kazanılacak bir lüks değildi.
Villanın ahşap giriş kapısı belli ki Cahit’in birkaç maaşı kadar ederdi. Yarasa’nın cebinden çıkarıp uzattığı poşetleri ayağına geçirirken söylendi.
“Adam hayli zenginmiş.”
“Valla Başkomiserim” dedi Yarasa “ikimiz yüzyıl çalışsak bile böyle bir villa alamayız onu bilirim.”
İki polis geniş bir holden geçerek birkaç basamakla inilen bir salona girdiler. Salon da en az binanın dışı kadar gösterişliydi. Duvarlar hayli pahalı görünen hat yazılı panolarla süslenmişti ve avangart mobilyalar koca salonu doldurmakta hiç de zorlanmıyordu. Salonun bir tarafı baştan aşağı camdandı. Güneş ışığı yarıya kadar çekili bir perdenin bıraktığı boşluktan içeri hücum ediyordu. Tavandan sarkan dev bir avizeye çarparak kırılan gün ışığı duvarlarda rengârenk bir cümbüşe dönüyordu.
İçerideki bu muhteşem manzarayı bozan şey ise salondaki kırmızı Antep halısının üzerinde çırılçıplak yatan bir cesetti. Adamın boynuna bir ip bağlanmış, aynı ip bacaklarının arasından geçirilerek başı dizlerinin arasına sıkıştırılmıştı. İpin kalan kısmıyla adam, anne karnındaki bir cenin gibi tortop edilerek, kolları arkada kalacak şekilde el ve ayaklarından da bağlanmıştı.
“Domuz bağı mı?” dedi Cahit şaşırarak. “Bu da nerden çıktı şimdi?”
“Domuz bağı mı kaldı ya. Bu nasıl iş böyle?” dedi Yarasa. “Hem kafasını kır hem domuz bağıyla bağla.”
“Başkomiserim” dedi cesedin başında bekleyen genç memurlardan birisi. Maktulün yanındaki demiri gösterdi. “adamın kafasına şununla vurmuşlar.”
Cahit salonun ucundaki şöminenin yanında duran maşa takımına baktı. Katil takımdan bir demiri adamın kafasına vurmuştu belli ki.
“Çalınan bir şeyler var mı peki?” diye sordu Cahit.
Genç memur yandaki odayı gösterdi.
“Valla tam listeyi bilmiyoruz başkomiserim. Şurada bir adam var, cesedi o bulmuş. Bir kasadan falan bahsediyor.”
Cahit, yan odanın açık kapısından görünen adama baktı.
“Tamam” dedi genç memura. “Sen bak işine ben konuşurum birazdan.”
Yarasa, eğilip adamın yüzündeki yaraya baktı. Her kim vurduysa adamın suratını dağılmıştı. İp adamın boynuna oturmuş ve morartmıştı.
“Hala canlıyken iple bağlanmış Başkomiserim.” dedi Yarasa morluğu göstererek.
“Gördüm” dedi Cahit.
“Acaba kafasındaki darbeyi ipten önce mi sonra mı aldı?” diye sordu Yarasa.
“İkisi de olabilir.” dedi Cahit yerdeki kan izlerini göstererek. “Bak, kan izleri sadece burada.”
Cahit, yan odaya geçti. İçerdeki adam yirmili yaşların sonunda iri yarı bir gençti. Üç numara tıraşlı saçlarının aksine bir karış uzamış kızıl sakalları vardı. Üzerindeki elbise son zamanlarda sıkça görünen ve tarikat mensuplarının giydiği Afgan takımlardandı. Sokakta gördüklerinden farkı ise villadaki her şey gibi onun da çok pahalı bir kumaştan olmasıydı.
“Günaydın.” dedi Cahit adamın karşısına oturarak.
Adam başını kaldırıp baktı. Belli ki çok derinlerde bir yerlere dalmıştı. Ya da öyle görünmek istiyordu. Cahit’in selamını boş gözlerle karşıladı önce.
Yarasa adamın tepkisiz kaldığını görünce kolundan sarstı.
“Günaydın dedik hemşerim.”
Adam sonunda gözlerini çevirip Yarasa’ya baktı. Omuzundaki eli sakince tutarak indirdi.
“Günaydın.” dedi Cahit’e bakarak.
Bu sırada Cahit’in telefonu tekrar çaldı. Arayan yine İrem’di.
“Bak şuna” diyerek telefonu uzattı. Yarasa telefonu alarak odadan çıktı. Cahit adamın boş gözlerine baktı bir süre. “Adın ne senin?” diye sordu.
“Enes.” dedi kızıl sakallı adam. “Adım Enes Türkmen.”
“İçerdeki adam kim peki?”
“Süleyman Efendi” dedi Enes gözlerinden akan bir damla yaş kızıl sakallarından süzülürken.
“Neyin oluyor ki?”
“Hiç” dedi Enes öteki gözünden bir damla yaş daha akarken. “Hiçbir şeyim olmaz. Akraba değiliz yani ama kendisi benim hocam olur.” Başını kaldırıp kapıdan içerde yatan cesede baktı. “olurdu yani.” dedi sonra.
“Ne hocası?” diye sordu Cahit.
“Hocam işte. Şeyhim olurdu.”
Cahit adamın üzerindeki kıyafete baktı tekrar. Demek içerde yatan adam bir şeyhti.
Yarasa içeri girerek elindeki telefonu gösterdi.
“Başkomiserim baksanız iyi olacak, enteresan şeyler anlatıyor İrem.”
Cahit, Yarasa’dan telefonu alıp tekrar salona çıktı. İrem telefonda maktul hakkında bilgi veriyordu. İrem’in dediğine göre adam ‘Furkani’ diye bir tarikat müridiyken bir süre sonra kendi başına bir hareket etmeye başlamıştı. Kendi şeyhliğini ilan edip kendi dergâhını açmıştı. Son on yılda kendine hatırı sayılır sayıda mürit toplamıştı. Cahit, etrafındaki lüksün kaynağını şimdi anlamıştı.
Telefonu kapattı. Cesedin yanından geçerken suratındaki yaraya ve adamın bağlı olduğu iplere baktı. Bir tuhaflık vardı ama ne olduğunu çözemiyordu ve evet, kim vurduysa iyi vurmuştu. Yan odaya geçip tekrar adamın karşısına oturdu. Cebinden paketi çıkarıp uzattı.
Adam hiçbir şey demeden paketten bir sigara çekip yine Cahit’in uzattığı çakmakla sigarasını yaktı. Yarasa, masadaki kül tablalarından birini çekip ortaya koydu. Adam bir nefes çektikten sonra sigarayı kül tablasına bıraktı.
“Ben her Cuma, şeyhimi evinden alıp sabah namazına götürürüm.” dedi adam kendiliğinden konuşmaya başlayarak. “Sokak kapısının önünde beklerim, o da arabaya biner ve namaza gideriz.”
Cahit dışardaki camiyi düşündü.
“İyi de cami karşıda değil mi zaten.”
Adam, tabladaki sigarayı alıp bir nefes daha çekti.
“Biz Cuma günleri namazı dergâhta kılar sonra da zikir yapardık.”
“Anladım” dedi Cahit “devam et.”
“Biraz bekledim, gelmeyince arabadan çıkıp eve girdim. Sokak kapısının açık olduğunu fark ettim ama şüphelenmedim açıkçası. Buralarda böyle şeyler pek olmaz. Sonra evin kapısını da açık görünce korktum. İçeri girince şeyhimi bu halde gördüm ve hemen polisi aradım.”
“Peki” dedi Cahit “evden çalınan bir şey var mı?”
“Evet” dedi eliyle yukarıyı işaret ederek “yatak odasındaki kasadan paralar alınmış. Şeyhimin yüzükleri falan ortada yok.”
“Eve girip çıkan birini görmedin mi peki?”
“Yok görmedim. Zaten hemen polisi aradım.”
“Peki” dedi Cahit “sen burada bekle gerekirse birazdan yine konuşuruz.”
Cahit, salona çıkarken olay yeri incelemeden de gelmişler etrafın fotoğraflarını çekmeye başlamışlardı. Sokak kapısından gelen seslere bakılırsa şeyhin öldürüldüğünü duyan müritler de kapıya dayanmaya başlamıştı.
Az önce konuştuğu memur tekrar yanına gelerek, Cahit’in az önce fark etmediği cam duvardaki kapıyı gösterdi.
“Başkomiserim” dedi genç memur hevesle “hırsız buradan girmiş. Kapı zorlanarak açılmış.” Sonra kafasındaki senaryoyu anlatmaya başladı. “Sanırım eve girdiğinde şeyh efendi uyuyordu. Kasayı patlattı ve tam çıkarken adam uyanınca kafasına bu demiri vurup kaçtı.”
Aslında genç memurun söylediği senaryo akla en yatkın senaryo gibi duruyordu. Cam duvarın olduğu kısımda havuzun arka kısmı ve birkaç meyve ağacı ve yeşil alandan oluşan küçük bahçe görünüyordu. Arkadaki duvar öndeki kadar yüksek değildi ve pekâlâ üstünden atlayarak aşılabilirdi.
Cahit etrafa bakındı, ne bahçede ne evin etrafında bir kamera olmaması tuhaftı. İnsanların böyle bir ev yaptırıp neden etrafa kamera koymayacaklarını düşündü. Buralar gerçekten o kadar güvenilir olabilir miydi?
“Sen şu sokağı bir dolaş bakalım.” dedi yanında beliren Yarasaya. “Sabah ezanından önce ve sonra sokağa kim girip çıkmış bakalım.”
Yarasa dışarı çıkarken, Cahit de üst kata çıkan merdivenlere yöneldi. Üst katta bir yatak odası ve misafir odaları vardı. İrem’in dediği gibi adam hiç evlenmemişti ve burası da tam bir bekâr evi gibiydi. Yatak odasına açılan küçük bir oda elbise odası olarak kullanılıyor ve yine odanın kendisine ait bir banyo vardı.
Cahit banyodaki lavaboda duran kremlere baktı. Belli ki şeyh efendi cilt bakımına ve özellikle sakalına hayli önem veriyordu. Ve başka bir evde görse belki hiç garip gelmeyecek bir şey daha gördü. Prezervatif. Cahit, gülümseyerek aşağı indi.
Enes, hala bıraktığı yerde ve bıraktığı boş gözlerle oturmaya devam ediyordu.
“Enes” dedi Cahit, adamın boş gözlerine bakarak “senin bu şeyh efendinin karısı falan yok değil mi bildiğimiz kadarıyla.”
Enes’in boş gözleri ilk defa bir duyguyla baktı Cahit’e. Şaşırmıştı belli ki.
“Karısı mı?” dedi gözlerindeki şaşkınlık sesine yansımıştı. “Nereden çıktı şimdi bu?”
Cahit, banyoda gördüğü prezervatifin bir açıklaması varsa bile Enes’in bundan uzaktan yakından bir haberi olacağını sanmıyordu.
“Boşver.” dedi masadan kalkarken. Ama kafasında bir soru cevap bulmuştu artık. Kameralar güvenlik için yoktu.
Cahit cebinden bir sigara çıkarıp yaktı. Görevli memurlara adamın ifadesini alıp yollamalarını söyledi. Salona çıkıp cesedin başında durdu. Şeyh efendiyi basit bir hırsız öldürmüş olabilirdi, belki bir hayat kadını da öldürmüş olabilirdi. Ama bunların hangisi adamı domuz bağıyla bu hale getirsindi ki?
Maktulün başında durup hala ne olduğunu anlayamadığı tuhaflığı düşündü. Bu resimde bir terslik vardı ama neydi?
“Başkomiserim” dedi Yarasa. Gözleri parlıyordu. “Ön taraftaki villalardan birinde güvenlik kamerası var ve bilin bakalım kameralardan birisi nereyi görüyor?”
II
Konya Emniyet Müdürlüğü’nde Cahit’e ayrılan odada İrem, Yarasa’nın iki villadan aldığı kamera görüntülerini tek ekranda birleştirmiş eş zamanlı oynatıyordu.
Görüntülerde Süleyman Efendi’nin evinin önündeki sokak lambasının turuncu ışığı altında şeyh efendinin devasa demir kapısı vardı. Karanlık sokakta önce bir kedinin dolandığı görülüyordu. Sonra kedi açılan kapının gürültüsünden olsa gerek bir anda sıçrayarak gözden kayboldu. Ardından sokağa genç bir adam fırladı. Adam hayli telaşlıydı, koşarken sendeledi ve düştü. Dizini tutarak koşarken gözden kayboldu. Sonrasında sokak bir tablo kadar hareketsizdi, ta ki kapının önüne yanaşan bir arabaya kadar.
Enes’in de dediği gibi şeyh efendinin kapısına, siyah bir araç yanaşmıştı. İçinde kim olduğu belli olmasa da biraz ilerleyince içinden inen beyaz Afgan takımlı ve kızıl sakallı adamı sokak lambasının altında tanımak hiç de zor değildi.
Enes, arabadan inip kapıya yöneldi. İfadesinde de dediği gibi açık kapıyı fark edip etrafına bakındı ama içeri girmekte tereddüt etmedi ve gözden kayboldu. Her şey Enes’in anlattıklarına birebir uyuyordu. Şimdi geriye kalan tek şey görüntüdeki genç adamın kim olduğunu bulmaktı.
İrem, elindeki farenin birkaç hareketiyle ekranı değiştirip görüntülerden aldığı bir yüzü getirdi.
“Adamımız bu” dedi “yüz tanıma programından kim olduğunu çıkaramayacak kadar karanlık ve silik. Ama eminim ki bizde kaydı vardır.”
“Sen çıkar şu resmi bakalım.” dedi Cahit. “Şu adamı bulup bir konuşalım bakalım.”
III
Sorgu odasında oturan genç adam durmadan yemin ediyordu.
“Vallahi de billahi de ben öldürmedim.”
Fotoğraftaki genci hırsızlık bürodaki memurlar neredeyse görür görmez tanımışlardı.
“Abi bizim Samet bu ya.” diyerek gülüşmüşler ama bir cinayete bulaştığını görünce neredeyse hepsi birden aynı şeyi söylemişlerdi. “Onda bunu yapacak g* yok.”
Samet, yirmi bir yaşındaydı, Konya doğumluydu ve hırsızlıktan yaşından daha çok tutuklanmıştı.
“Baştan anlat istersen?” dedi Cahit.
“Abi ne olur, kurbanın olayım bak ben öldürmedim.” dedi tekrar Samet.
Yarasa dayanamayıp bir tokat patlattı sonunda ensesine.
“Kes lan manyak. Evin her yerinde parmak izin var. Üstelik evden çaldığın yüzükler bile üstünde çıktı. Cinayet aletinde de parmak izin var. Daha da ben öldürmedim diyorsun.”
Samet’in dizine bir tekme attı. Samet dizinin acısından bir çığlık attı.
“Eminim ki dizin de yaralıdır.”
Samet, çaresizce Cahit’in gözlerine baktı ensesini ovuşturarak.
“Abi valla bak ben öldürmedim ya. Ben paraları alıp inerken arkamdan geldi. Kaçarken şöminedeki demiri görüp adama vurdum sadece. Ben vurunca yere düştü ama ölmedi.”
“Nerden biliyorsun lan ölmediğini?” diye söylendi Yarasa.
“Düşüp bayıldı abi valla bak. Nabzına bile baktım.” dedi Samet kendi bileğinden tutarak gösterdi.
Cahit masaya olay yeri fotoğraflarını uzattı tekrar.
“Lan oğlum delirtme bizi. Bu adamı bu hale kim soktu sen yapmadıysan.”
“Abi kurbanın olayım bak…” Samet’in cümlesi ensesine yediği tokatla yarım kaldı.
“Abi deyip durma lan.” dedi “Senin karşında devletin başkomiseri var.”
“Tamam komiserim” dedi “ özür dilerim başkomiserim.” Sonra fotoğrafa eğilerek tekrar baktı. “Allah, Kuran çarpsın ki ben yapmadım abi. Hem ben ne anlarım bu domuz bağından ya. Ben hırsızım sadece adama yakalanınca demiri vurup kaçtım.”
Cahit cebinden bir sigara çıkarıp yaktı. Bir tane de Samet’e uzattı. Samet masadan çakmağı alıp sigarasını yakarak Cahit’e uzattı.
Cahit, çakmağı alıp ayağa kalktı. Sabahtan beri ne olduğunu çözemediği tersliği galiba bulmuştu.
IV
Cahit, odasındaki beyaz tahtaya yapıştırdığı olay yeri fotoğraflarına baktı. Maktulün yüzündeki yara sol taraftaydı. Demek ki katil sağ elini kullanan biriydi. Ancak Cahit’in gün boyu fark ettiği ama ne olduğunu anlayamadığı tuhaflık domuz bağındaydı.
“Düğümlere bak” dedi Yarasa’ya.
Yarasa, paldır küldür sorgu odasından çıkan Cahit’in peşinden gelip şimdi de düğümlere bakıp bir şeyler anlamaya çalışıyor olmanın tuhaflığıyla baktı fotoğraflara.
“Ne var ki?” dedi sonunda.
İrem de ilgiyle izliyordu konuşmaları.
“Sahiden ne var ki?”
Cahit, Yarasa’nın spor ayakkabılarını gösterdi.
“Ne görüyorsun?”
Yarasa hala boş gözlerle bakıyordu.
“Bir video izlemiştim tesadüfen.” dedi Cahit. “solaklar için farklı düğümler, diyordu videonun başlığında.” Yarasanın ayakkabısındaki bağcıkları gösterdi. “Görüyor musun? Senin gibi, benim gibi olanlar yani sağ elini kullananlar düğümleri bu şekilde atar.” Panodaki düğüm fotoğraflarını gösterdi. “Ancak bir solaksan düğümler ters durur.”
Yarasa şaşkınlıkla gözlerini açtı.
“Nasıl yani? Demiri vuranla düğümü atan adam başka kişiler mi?”
“Kesinlikle evet.” dedi Cahit. İrem’e döndü.
“Şimdi şu görüntülerde Enes’in eve girmesi ve 155’i araması arasında ne kadar süre geçtiğini bul bana.”
Yarasa’ya döndü.
“Tanıdığımız bir solak var. Hem de bu sabah tanıştık. Sigarasını sol eliyle yakıyor durmadan sol elini kullanıyordu.”
“Enes” dedi Yarasa kapıdan çıkarken. “İyi de neden öldürsün ki şeyhini.”
V
Cahit ve Yarasa Süleyman Efendi’nin dergâhına geldiğinde kalabalık bir mürit topluluğu ile karşılaştı. Beyaz Afgan takımları üzerine yeşil yelek ve sarıklar giymiş onlarca genç dergâhın salonunda kızarmış gözlerle ağlıyor bazıları sesli zikirler çekiyordu.
“Buyurun bu taraftan” dedi uzun sakallı bir başka genç. “Ama saatlerdir odasından çıkmadı Enes Hoca.”
Kapının önüne geldiklerinde genç adam saygıyla çaldı kapıyı. Kısa süren bir sessizlik ve bakışmadan sonra genç adam kapının açılmamasının verdiği huzursuzlukla tekrar çaldı kapıyı. Sonra yine çaldı.
Kapı açılmayınca Cahit kolu çevirerek içeri girdi. Enes’in çenesinin altındaki silahı fark ettiği an artık çok geçti.
Güçlü bir patlama sesinin ardından Enes’in arkasındaki duvar etrafa saçılan kan ve et parçalarıyla kızıla boyanmıştı. Enes’in başı masaya düşerken başının hemen yanında bir mektup duruyordu.
“Ben Enes Türkmen.
Bugün sabah namazında evine gittiğim Süleyman Efendi’yi yaralı ve baygın bir halde yerde yatarken buldum. Onu bu halde görünce bana ve arkadaşlarıma yaptıklarının cezasını vermek istedim. Önce onu soydum ve sonra domuz bağıyla bağladım. En son olarak da onu boğarak öldürdüm.
Artık kimseyi, dini merteben artacak diyerek kandıramayacak. Çaresiz çocuklara tecavüz edemeyecek.
Ben tövbesi olmayan günahlar işledim. Artık dayanamıyorum.
Yine de Allah’a sığınıyorum. Allah beni affetsin”
FATİH ŞAHİN IŞIK
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.