- 486 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Mehmet Demirciefe...
KERİM ÖZBEKLER
GAZETECİ-YAZAR-ŞAİR
Kurtuluş Savaşı Kahramanı Demirci Mehmet Efe’nin oğlu, avukat Mehmet Demirciefe ile dostluğumuzun başlamasına sebep olan kişi Nazilli Belediyesi Temizlik İşleri Müdürü Üçgen Hidayet’tir. Üçgen Hidayet Barut o günlerde sık sık matbaaya gelir, beni yeni kurdukları Ege Zeybeklerini Anma ve Yaşatma Derneği’ne üye olmamı isterdi. Benim yazdığım kitaplarda efelerin hayat hikayesi olduğunu, bunları zevkle okuduğunu. Bunun için, beni dernekte görmek istediklerini ifade ederdi. Bazen şehrin muhtelif yerlerinde karşılaştığımızda da bunu tekrarlardı, o günlerde benim 10 kadar büyük gazetenin muhabirliğini yapmam ve 3 gazete çıkarmam nedeni ile pek fazla vaktim olmazdı. 14 yaşında Hürriyet Gazetesi muhabiri olmuştum. Bu büyük gazeteye günde 10-12 haber göndermek gibi zor bir işim vardı ama iyi de para alıyordum, aldığım paraların büyük bir kısmını da akşama kadar çarşının muhtelif yerlerinde bulunan salatalık satıcılarından salatalık soydurarak yer. Dondurmacıların başından da eksik olmazdım, babam rahmetli Hacı İbrahim Özbekler Sümerbank Bez Fabrikası’nda işçi olarak çalışırdı. 7 çocuk, anne ve baba. Evde, 9 kişiydik. Babam o sıralar fabrikadan 650-700 lira kadar aylık alırdı, benim elime ise 750-800 lira gibi büyük bir para geçerdi. Zaten okul hayatında da pek ders çalışmazdım, anneme aldırdığım lubitel-2 marka bir fotoğraf makinası ile okuldaki bütün öğrencilerin fotoğrafını çeker. Fotoğraf başına 2.5 lira da onlardan alırdım. Fotoğraf çekmekten, fotoğrafları bir sonra ki teneffüste kimlere vereceğimin hesabını yapmaktan dersleri askıya almıştım. Çalışıyordum ama işte o kadar, zaten fotoğraf çektiren çocuklarda beni hiç rahat bırakmazlardı. Okul kapısının arkasında bulunan salkın saçak ağacının arkasını kendime yer edinmiş. Çocuklara fotoğrafları burada verir, 2.5 lirayı peşin olarak alırdım. Bu yüzden ceketimin her iki tarafında ki cepler ağzına kadar bozuk para ile dolu olurdu, hiç parasız kalmazdım. Çektiğim fotoğrafların filmlerini, genellikle Foto Park ve Foto Ankara’da yıkatırdım. Daha sonraları Foto Kent’le de uzun süre çalıştık, fotoğrafları çabuk isterdim. Benim fotoğrafları 1 gün içinde verirlerdi, tab paralarını peşin olarak öderdim. Yalnız okulda ne yapsam olay olurdu, Nazilli Atatürk Ortaokulu’nda sınıfta çok gürültü yaptığım için en çok dayak yemek için öğretmenler odasına-müdür yardımcılarının odasına ve müdür Ahmet Beyin odasına en çok ben giderdim. Okul ilçenin tam ortasında idi, bir gün birisi atla gidiyor. Tanıdığım çocuğu attan indirdim, 50-60 metre kadar ata binerek okula geldim. Sabahçılarla öğlencilerin çıkış ve giriş saatleri idi. bütün okul talebeleri at görmemiş gibi etrafıma toplandılar. Toplandılar ama ispiyoncu öğrenciler beni hemen gidip okul müdürüne-müdür yardımcılarına ve öğretmenlere şikayet etmişler. ’’Öğretmenim, Kerim Özbekler. Okula, at’la geldi.’’ diye, sınıfa giren her öğretmen ’’Bu gün okula at’la gelmişsin.’’ diye derse başlıyordu. Neyse, o gün atla okula geldiğimiz için dayak yemedik. Ama bu olay okul öğrencilerini, neredeyse 1 hafta oyaladı. Buna rağmen işler öyle iyi gidiyordu ki, daha 15-16 yaşlarında mühürcüye gidip ’’FOTO.KERİM ÖZBEKLER’’ diye bir mühür bile kazdırmıştım. Fotoğrafların arkasına, bu mührü vuruyordum.üstelik askerlik dönüşü içinde Aydın Efeleri’nin hayat hikayeleri olan bir kitap bastırmıştım. 5.000 adet bastırdığım bu kitabı öğretmenler öğrencilerine tavsiye de ediyorlardı, kitabı eline alan herkes tanışmak için beni arıyordu. Hatta bir defasında Aydın’da ki bir gazeteci arkadaşım, Tevfik Akbaş ’’Öğretmeni, benim kıza senin kitabını tavsiye etmiş, parasından değil ama şunu bedava postala da. Hiç olmazsa, kızıma hava atayım. Senin, benim arkadaşım olduğunu çocuğa inandıramıyorum.’’ demişti. Uzatmayalım, bir gün Avukat Mehmet Demirciefe ile tanıştık. Çok büyük bir yazıhanesi vardı, üstelik 2 katlı idi. Birden bire kaynaşıverdik, o günlerde İzmir Radyosu’ndan Demirci Mehmet Efe için benimle röportaj yapmaya gelmişlerdi. Ben kendilerine ’’Niye benimle röportaj yapıyorsunuz, Demirci Mehmet Efe’nin oğlu var. Onunla, röportaj yapın.’’ diyerek kendilerini yazıhaneye getirip gelmiştim. Röportaj bitip de radyo görevlileri İzmir’e hareket edince rahmetli ağlamış, ’’Hiç kimse bana bu güne kadar böyle bir jest yapmamıştı. Teşekkür ederim, Kerim Bey.’’ demişti. Avukat Mehmet Demirciefe ile öylesine kaynaştık ki, her sabah saat 09.00’da beni arar. ’’Hadi, yazıhaneye gel. Kahvaltı edelim.’’ derdi. Benim ev, Cumhuriyet Mahallesi’nde idi. Onun evi ve yazıhanesi ise PTT’nin 50-60 metre arkasındaydı. PTT’ye gazete-kitap göndermek için her gün gelip gittiğimden yazıhaneye uğramam çok zor olmazdı. Böyle gelir giderken bir çok efe ile de tanışıyorduk, Bozdoğan’lı Yaşar Efe-Bakkal Ekrem-Bozdoğan’lı Kemal Kelleci-Bankacı Şeref-Ziya Demirciefe-Yağcı Hasan Amca-Çobanların Ahmet-Avukat Osman Üçer-Avukat Tuncay Kurtoğlu burada tanıdığım önemli şahsiyetlerdi. Hemen hemen hepsi de meşhur efelerin aynı zamanda torunları idi, bazen sabahtan akşama kadar bunların anlattığı efe hikayeleri ile vakit geçirirdik. Gazete veya kitap’ta kullanmak istediğim bilgi ve fotoğrafları bunlardan temin ediyordum, bazıları da ’’Benim dedemin hikayesini de yazıver.’’ diyordu. Hepsini tek tek not alıyor, gerekli haber ve yazıları bu sayede zenginleştiriyordum. Mehmet abi’yi çevre köylerden de çok sayıda da davet eden olurdu ama öylesine boş davetler değildi bunlar. ’’Mehmet abi topluca gelin, bir kuzu çevirelim.’’ diyen varlıklı kişilerdi. Örneğin bir köye gitmiştik, sanıyorum Toygar Köyü idi galiba. 10-15 kişi lop lop etleri bitirememiştik. Etler, tandır. Ye, ye bitmiyor. Uzatmayalım, isteksiz isteksiz zorla gittiğim bu arkadaşlıktan öylesine güzel günler çıktı ki, Mehmet Abi rahmetli bir ara ’’Yahu keşke seninle daha önce tanışsaydık, ortak bir iş yapsaydık.’’ dedi. Çok şaşırdığım anlardan birisi idi, öylesine varlıklı idi ki benimle ortak iş yapmaya bile ihtiyacı yoktu. Her yıl Ege Bölgesi’nde ki İl ve İlçelerin Kurtuluş Günleri’ne efelerle birlikte giderdik. Nazilli Belediyesi’nin son model otobüsü ile yola çıkardık, ben de havalar binbeşyüz. Unutamadığım günlerden birisi de, bir 09 Eylül günü İzmir’de bizim efeler valinin önünden geçecek. Ben, takım elbiseli ve kıravatlı bir şekilde o mıntıkada bulunuyorum. İzmir’de ki bütün gazeteciler de orada. Beni takım elbise ve kıravatla o zamanlar görmeye pek alışık olmadıkları için ’’Hayırdır, sen burada ne yapıyorsun ?’’ dediler. ’’Ben efelerin yöneticisiyim, onları getirdim geldim.’’ deyince hepsi birden ’’Bunları bizim gazeteye getirip gelsene.’’ demeye başladılar. Ben de, ancak bir gazeteye gidebileceğimizi söyleyip vaktimizin olmadığını ifade ettim. Bu arada, en çok bana para ödeyen Hürriyet Gazetesi’ne götürmeye karar verdim. Temsilciye ’’Tören bittikten yarım saat sonra size geliyoruz.’’ dedim. Yalnız, su ve çayları ayarlamasını söyledim. Tören bitip de efeler otobüse dolunca ’’Arkadaşlar, biraz sonra Hürriyet Gazetesi’ne gideceğiz.’’ dedim. Efelerde bir sevinç, bir sevinç. ’’İşte, biz senden bunu bekliyoruz.’’ sesleri ile yola çıktık, 15-20 dakika içinde Hürriyet Gazetesi’ne ulaştık. Bir otobüs dolusu efe indik, arkadaşım ’’Yukarı çıkmadan önce, gazete önünde toplu bir fotoğraf alalım.’’ dedi. Bekledik, 5-6 poz çektiler. Sonra yukarı çıktık, su ve çay servisi başladı. Ertesi gün Nazilli’de bir baktık, Hürriyet Gazetesi’nde bizim efelerin fotoğrafı yazısı ile birlikte sayfanın 4/1’nde yer almış bir şekilde basılmış, efelerin hepsi de mutlu. Yine bir gün İzmir’deyim, Hürefe Gazetesi’nin sahibi Şeref Üsküp rahmetli ile konuşuyoruz. ’’Bizim bir arkadaş var, efe kitabı yazmak istiyor. Nazilli’ye gelse, ona yardımcı olabilir misin ?’’ diye sordu. ’’Gelsin.’’ dedim, aradan 15-20 gün geçti. Şahıs çıktı geldi, Demirci Mehmet Efe’nin efe fotoğrafları albümünü gösterdim. Adam şaşırdı, ’’Abi, tam yerine gelmişiz.’’ dedi. Beyefendiye ’’Şu anda nerede bulunduğunun farkındamısınız ? Burası, Kurtuluş Savaşı Kahramanlarından Demirci Mehmet Efe’nin oğlunun bürosu burası.’’ dedim. Vatandaş fotoğrafları çekti gitti, bir müddet sonra Aydın Valiliği tarafından kitabı basıldı. Bir baktım, benden hiç söz etmemiş. Öylesine bozuldum ki, sormayın. Bir yıl da TRT’de efeler belgeseli çektireceğim, ekip çok uzun bir aradan sonra çıktı geldi. Karacasu’dan İsmail Efe ve ekibini getirtdim, bir çok kişi konuştu. Bu arada, Demirci Mehmet Efe’nin mezarı başında ben konuşma yaptım. 15-20 dakikalık çekim oldu. O zamanlar TRT’den başka TV yok, aradan bayağı uzun bir zaman geçtikten sonra yönetmen beni aradı. ’’Sizinle ilgili bölüm, bu gün falanca saatte gösterilecek.’’ dedi. 15-20 dakikalık konuşma metnini vermeden 1-2 saniye içinde beni gösterip geçtiler. 1 ay emek verdiğim proğramdan istediğim sonucu alamadım, bu olaydan sonra bir proğram yapmak için beni aradıklarında hep ters cevap verdim. Yardımcı olamıyacağımı söyledim, maalesef bu tür işlerde hiç bir tecrübesi olmayan prodüktör ve yapımcılar bile sizi kullanıp kendilerini ön plana çıkarmaktan hiç geri kalmıyorlar. Avukat Mehmet Demirciefe, Üçgen Hidayet’le beni sık sık kebap yemeğe de götürürdü. Taşduvar Mevkiine gider, otururduk. Mehmet Abi, kebapçıya ’’Oğlum, bak ordan 1 kğ.kebap getir. İçinde böbrek-ciğer de olsun, 2’de soğan atıver.’’ derdi ama kendisi hiç yemezdi. Ben ’’Mehmet Abi, sen niye yemiyorsun ?’’ dediğimde ’’Ben, size yedirmek için geldim.’’ derdi. Böyle kaç defa bizi yemeğe götürdü, bilemiyorum. Bu arada, bizim Hidayet Efendi’yi tanıyanlar bilir. Hidayet, iri kıyım. Dikdörtgen birisi idi, bir gün bir arkadaşa ’’Bizim Hidayet Efendi dikdörtgen ama herkes buna niçin üçgen Hidayet diyor ? Anlamış değilim.’’ dedim. ’’Abi, o gençliğinde halter çalışmış. O zamanlar üçgenmiş, dikdörtgen olması sonradan olan bir olay.’’ dedi. Zaten, kendisini de uzun süredir görmüyorum.Bir gün efelerin İzmir’de genel kongresi var, genel başkan albay emeklisi Ruhi Alkan. Kongreyi takip etmeye gelen 2 polisle dereden tepeden konuşuyoruz. Eşrefpaşa Düğün Salonu idi galiba, salonda 300-400 kişi var efe olarak. Ege Zeybeklerini Anma ve Yaşatma Derneği, bir çok il ve ilçede şubesi olan bir dernek. Sıra bana geldi, mikrofonun önüne geldm. Yarım saat albayı yerden yere vurdum, ben konuştuktan sonra kongre bitmişti. Kürsüden iner inmez, bir beyefendi geldi. ’’Ben albay’ın akrabasıyım, ben de emekli albayım. Sizi konuşmanız için tebrik ederim, metninizi çok duymuştum ama bu kadar olabileceğinizi tahmin edememiştim.’’ dedi. ’’Kusura bakmayın, biraz sert oldu ama böyle konuşmam gerekiyordu.’’ dedim. 2 polis ise büsbütün şaşırmıştı, salonu terk etmeden yanıma gelip ’’Abi, sen neymişsin ya.’’ deyip ayrıldık. Salon kapısından caddeye çıkıyorum, 50-60 tane efe sıraya dizilmiş. Kolumdan rahmetli Efe Kemal Kelleci tuttu. ’’Bu adamlar seni tebrik etmek için sıraya dizildiler, hepsi ile tokalaş bakalım.’’ dedi. Efelerin ağzından duyduklarım şunlardı, ’’Bu güne kadar söyleyemediklerimizin hepsini söyledin, söyleyeceğim bir türlü söyleyemiyorum. İçimi ferahlattın, albaya iyi bir ders verdin. Helal olsun sana, benim söyleyeceklerini sen söyledin vb.gibi laflar. Uzun lafın kısası, Kurtuluş Savaşı Kahramanı Demirci Mehmet Efe’nin oğlu Avukat Mehmet Demirciefe’de benim iyi günler geçirdiğim nadir dostlarımdan birisi idi. Daha yazmaya kalksam, o kadar çok anımız var ki. Kendisine, bu güzel anılar için teşekkür ediyorum. Gerek, Merhum Genel Başkan A.Ruhi Alkan’a. Gerekse, Rahmetli Avukat Mehmet Demirciefe’ye. Gerekse, rahmetli Kemal Kelleci Efe’ye Allahtan rahmet diliyorum. Yattıkları yerler nur olsun, hepsi ile çok güzel vakitler geçirdim. Hepsi de, birbirinden değerli kişilerdi. Hepsi de benden yaşça 15-20 yaş büyüktü ama onlardan, çok şey öğrendim.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.