- 776 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
KESER SAPI
1970 ’li yıllarda sokağımızın bir üst tarafında bulunan caddenin kenarında “elmalık” olarak adlandırdığımız ağaçlık alanda mahallenin diğer çocuklarıyla birlikte oynuyorduk. Bazı çocuklar ağaçların dallarından diğer ağacın dallarına geçerken bazıları da kovalamaca oynuyordu.Ben okumaya merak saldığım için arkadaş belleyerek oynadığım benden iki yaş küçük olan Zühtü’nün önüme yığdığı bir sandık dolusu kitabı okuyarak bitirmeye çalışıyordum. Hava kararmaya başladı.
Elmalık dediğimiz bu ağaçlık iki bölümden oluşuyordu. Çocukların oynadığı bölüm sahipsiz, tellerle ayrılmış olan diğer ağaçlık kesimin ise sahibi vardı. Oraya girmek yasaktı.Orasının, aksanı bize göre çok farklı olan bir bekçisi vardı.Zavallı akşama kadar bir çok kez çocuk kovalar,yapmadığı hakaret kalmazdı.
Çocuklar eve dağıldı. Biz de Zühtü,Bülent ve ben elmalıktan ayrılırken Zühtü;
-Gelin içerden elma koparıp yiyelim, dedi.ben karşı çıktım.
-Olmaz günah olur oğlum, dedim.
Bülent ise;
-Deli misin sen.Ya yakalanırsak, dedi. Zühtü kararlıydı.oradan elma alıp yiyecekti.Bülent ile ikimiz bağırmaya başladık.
-Amcaaa,biraz gelsene.
-Amcaa elma alıyoruz hakkını helal et.
-İzin verirsen birer elma alcaaaz, diye bağırıyorduk.
Zühtü tahta kapının tahtalarının arasından girdi. Arkasından biz de korka korka girmeye çalışıyorduk ki….Kıpkırmızı kızarmış yüzüyle yaşlı bekçi bizi kollarımızdan yakaladı.Biz bekçi amcayı bahçenin içinden beklerken o bahçenin dışına dolanıp arkamızdan gelmiş.Bu arada bekçi amca Zühtü’yü görememiş ve Zühtü gizlice bahçeden çıkıp kaybolmuş. Bülent ile biz bekçinin ellerinde çırpınıp duruyoruz kurtulup kaçmak için.Bekçi de bizi ailelerimize şikayet etmek için evlerimize götürmeye çalışıyor.Tam o sırada bize sırıtıp duran mavi bloklardan Murat isimli çocuk gıcığıma gitti.
-Amca bu da vardı bizimle, der demez nasıl başardı bilmiyorum paldır küldür bizi bırakmadan onu da yakaladı. Biz yine kurtulamamıştık.İlk önce Bülent’i teslim etti.Ama Bülent’in babası, annesi ve ablası altta kalmadılar.Bekçiyle epey bir yüksek perdeden tartıştılar.”Bülent ucuz kurtuldu” dedim içimden.””Keşke bana da kızmasa bizimkiler” diye geçirdim içimden.
*****
Otogarda annemin,anneannemin,teyzelerimin iki gözü iki çeşme burunlarını çekerek ağlıyorlar.Durup durup kucaklaşıyorlar ve ayrılmadan bir soluk ağlamaya devam ediyorlar. Bir ara annem benim boynuma sarıldı ve şimdi hatırlayamadığım hüzünlü cümleler söyleye söyleye ağlarken yüzümü gözümü öpücüğe boğdu. Benden ayrılır ayrılmaz büyük kız kardeşim Halime ’ye sarılıp sesli sesli ağlayarak yanaklarından defalarca öptü.Ondan da ayrılınca en küçük kardeşim Mustafa’yı kucağına aldı ve otobüsün kapısının karşısında dikilip bize bakmaya devam etti.Babam ağladığını belli etmemeye çalışarak kardeşimle bizi öptü ve küçük kız kardeşim Rahime’nin elinden tutarak otobüse doğru yürüdü. Otobüsün üstünde İstanbul yazıyordu. Herkes ağlamaklı,Halime bile. Ben şaşkın şaşkın etraftaki kalabalığa anlam yüklemeye çalışarak onların otobüse binmelerini takip ettim.Sonra hep birlikte otobüstekilerin oturduğu tarafa geçerek onlar kaybolasıya kadar el salladık. Bu durumda biz; Halime ve ben babaannem ile kalmış olduk.
****
-1-
Evimizin bulunduğu sokak elmalığın bir sokak aşağısında,Petrol Sokak isimli bir sokaktır.Evimiz, bir bahçenin en arkasında tek katlı ve iki oda bir salonu olan; banyo, tuvalet ve mutfağı içinde olan şirin bir evdi.Bahçe kapısından girince sağımızda erik ve vişne ağaçları,sol tarafımızda yine bir vişne ağacı vardı. Babaannem erik ağacının kökleri çok şımarık olur,bahçenin her tarafına yayılır derdi.Bahçenin sol tarafındaki vişne ağacının hemen ilersinde kömürlüğümüz vardı. Sağ tarafta ise erik ağacından sonra domates,biber ve soğan ekili olan küçük bir alan vardı.Tam ortaya dökülmüş olan daracık beton yoldan evimizin giriş kapısına varılıyordu.
Babaannem bu ekili alanı bana bellettirir ve hep beceriksiz olmamdan şikayet ederdi.Kendisi her sabah, sabah namazını kıldıktan sonra evin tuvalet çeşmesine hortumu takar ve o hortumla bahçemizi sulardı.Bize de sabah güneşi yakmadan sulayalım, derdi.Ne demekse?….
Babam, annem ve kardeşlerimiz Almanya’ya gidince ben ve kız kardeşim Halime’ye (babaannemin tabiriyle) babaannem bakıyordu.Bizim her şeyimizden sorumluydu O. Genç yaşında dul kalmıştı.
Babaannemin eşi Farik dedem –köyde yaşarlarken- at arabasıyla tarlaya yalnız başına gidiyormuş,tam köyün çıkışındaki mezarlığın önündearabanın içinde kalp krizi geçirmiş. Atlar geri dönüp dedemi eve kadar getirmişler ve dedem Hakk’ın rahmetine kavuşmuş.
Bu yüzden babaannem hep bizim yanımızda yaşamış ve babamlar Almanya’ya giderken bizi babaanneme bırakmışlar. O zaman ben ilkokul üçüncü sınıfa giderken kardeşim de birinci sınıfa gidiyordu.Biz ödevlerimizi yapamadığımız zaman bizi Sultan Yenge’nin üniversitede okuyan oğlu Celal Abi’ye götürürdü. Biz ödev yaparken onlar da birbirleriyle dertleşirlerdi. Celal Abi okulunu bitirince il dışına gitti.Bu sefer de bizi Huriye Yenge’nin kızı Fatma ablaya götürüyordu.
Yazın ise bize en az yirmi dakika uzaklıktaki camiye gönderip Kur’an öğrenmemiz için çalışıyordu. Kendisi köy okuluna giderken yokluktan birinci sınıftan ayrılmak zorunda kalmış. Sadece harfleri bilir ve imza olarak bitişik yazıyla ismini yazardı.Kur’an okumasını da bilmiyordu.Bu, içinde ukde kalmıştı.O’na göre eğer biz Kur’an okumaz, namazımızı kılmazsak Allah O’na mahşerde hesap sorardı.Kendisi bilmediği için bizim Kur’an ödevlerimizi yapabilmemiz için bizi terzi yengenin eşine götürürdü.Biz orada dersimizi okuyunca eve gelirdik.Terzi yengem tatarlardandı. Biz O’na bazen O yokken kendi aramızda “tatar yenge” derdik.
Kardeşim Halime ise beni hep korur ,hata ve yanlışlardan zarar görmemem için hep peşimden gelirdi.Ben her işe gözümü karartıp atıldığım için başım dertten kurtulmazdı. Ama her seferinde sıkıştığım anda ortaya çıkar beni kurtarırdı.ben ise hep O’nu arkamdan gelmemesi için kovalardım.
Bir gün okulda haylazlık yaparken Satılmış öğretmen beni kolumdan yakaladı, yanındaki öğretmene ne kadar yaramaz olduğumu anlattı ve ardından şöyle dedi:
-Bir de bunun bir kız kardeşi var ki terbiyeli mi terbiyeli;hanım mı hanım. Hiç abisine çekmemiş! diye kızdı. Koridorun karşısında O’nu görünce “ işte görüyor musun ne kadar uslu?” dedi.
Yine bir kış günü ben okulun bahçesindeyken komşu kızımız benimle aynı yaşta olan Gülten bana vurup kaçtı.O bana nasıl vurabilirdi,şimdi ben ona gösteririm hırsıyla arkasından koşmaya başladım. O binaya girip kız tuvaletine kaçtı. Binanın kapısında nöbetçi ve öfkesiyle ünlü Ali Rıza Öğretmen elinde ince bir dal ile bekliyor. Ben de koşarak içeri girip tuvaletin kapısında kızın çıkmasını beklerken öğretmen öfkeli bir sesle beni yanına çağırdı. Ben de hızla koşarak yanından dışarı kaçtım. Peşimden beni kovaladı ama yakalayamadı.Bu durumu gören bahçedeki öğrenciler öğretmenin gözüne girmek için benim peşime düştüler. Ben de yakalanmamak için bahçenin dışına kaçtım.
-2-
Öğrenciler arkamdan gelip beni yakaladılar. Ben küçük bir ağacın dallarına tutundum, direniyorum, onlar beni çekiyorlar. Öğretmen beni bırakmalarını söyledi.
-Nasıl olsa derse girmek için yanımdan geçecek, dedi.
Gerçekten ben kalabalığa karışarak kurtulmak istedim ama beni kolumdan yakaladı.Baktım kenardan kardeşim endişeli gözlerle bana bakıyor. Öğretmen de O’nu görünce bana vurmaktan vazgeçti ve” bir daha böyle yapma.” dedi.Ben de elindeki o incecik dal parçasının parmaklarımın ucunu sızlatmasından kardeşimin sayesinde kurtuldum.
****
Bülent’i evine teslim eden bekçi, benim kendisine yalvarmalarıma aldırmadan diğer çocukların gösterdikleri evimize getirdi.Babaannem bahçedeydi.Bekçi;
-Bu çocuk senin mi? dedi. Babaannem;
-Evet benim ne yapmış? diye sordu.
-Çocuğunuza ne biçim terbiye veriyorsunuz,bahçeden elma çalıyor diye bağırdı bekçi.Babaannem de ona bağırarak;
-Benim oğlum öyle bir şey yapmaz dedi ve bekçinin elinden beni aldı.Aldı almasına da….Bahçeyi keserin ucuyla çapalıyormuş.Bekçi ve kalabalık gidince bana dönüverdi.Gözlerinden ateş saçıyordu sanki.Keserin sapını döndürüverdi . Bir eliyle kolumu tutuyor, bir eliyle keser sapını kabalarıma indiriyordu. “Ben yapmadım” diye ne kadar bağırsam nafile. Bahçenin içinde dört dönüyoruz. Benim çığlıklarıma O’nun;
-Daha sabahleyin ben sana demedim mi ha?Hırsızlığın kötü olduğunu daha sabah anlatmadım mı ben sana? bağrışları karışıyordu. Bu gürültümüz sokağı inletiyordu. Halime dayanamadı koluna yapıştı babaannemin.
-Yeter babaanne .Akıllandı artık abim , vurma daha diye yalvarınca…
-Sen karışma diye O’na da keser sapıyla vurdu.Zavallı kardeşim benim yüzümden bir kere daha üzülmüştü.
****
Elma bahçesine gitmeden önce o gün sabah babaannem bize nasihat etmişti. Şöyle ki; “İki komşu varmış yavrularım.Komşusunun bahçesinden meyve ağaçları kendi bahçelerine sarkıyor ve meyveleri bahçelerine düşüyormuş. Adam her gün sabah çocukları uyanmadan kalkar bahçesine dökülen komşusunun meyvelerini toplayıp, komşusunun bahçesine atarmış. Adamın karısı “niye böyle yapıyorsun bey?.” Diye sorunca;
”Yavrularımızın kursağından haram lokma girmesin hatun” dermiş.İşte yavrularım izinsiz alınan her şey haramdır.Aman harama el uzatmayın.Kimse görmese bile Allah bize şah damarımızdan yakın, Allah görür” demişti.
Tamam da ben bunları arkadaşlarıma söyledim ama…
Bundan sonra ne o keser sapını unutabildim ne de kursağımdan geçmeyen haram lokmayı.
Nur içinde yat babaanneciğim.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.