3
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
771
Okunma
Ormanda geziyordum. Farkettimki canlılar benden kaçıyorlar. Şu delice akan nehrin ürküten gürültüsüne aldırış etmeyen Ceylan ,Serçe, Sincap ,Tavşan benden kaçıyorlar ve hatta Taştan , şu ağaçlardan birbirinden; Kaçmayan bu hayvanlar benden niye kaçıyor olabilirler. Diye düşünürken fark ettim.
İçimde bir savaş vardı benim. Gürültüsü, can sahiplerince sezilip duyulan. Bir tek benim duymadığım, duyamadığım. Birde beni tanıyanların asla duyamayacağı bu gürültü yada acı feryatları içimin.
Onlardı bu mahlukatı benden kaçırtan. Kendimle barışık değildim.Taşı ,yumuşak olsun istiyordum. Sıkıldığım zaman, kanat çırpıp uçmayı. Sinirlendiğimde parçalamak istiyordum etrafımda ne varsa. Ve ne varsa sevdiğim, tüketmek istiyordum. Güçlü bir dev gibiydim içimde, kıvrım kıvrım kıvranan varlığım; hakikatim-di benim. Benim göremediğim.
Farkına varınca beni Ürküten şey bu da değildi aslında. Nadiren rastlanırdı kurt’a, bu ormanda ve o nadir gün bu gündü. Arka ayaklarını hafif kısarak düşürdüğü beliyle mırıldıyor ve gözlerini gözlerime dikmiş bana bakıyordu. Sanırım korkudan donmuştum. Yeşile çalan çakmak çakmak gözlerinin çevresindeki, kızıllığın beyazı yok ettiğini düşünüyordum o esnada. Hafif hafif sağına doğru döndü ve benim saldırmadığımdan emin olunca ok gibi fırlayıp gitti zavallı. Terden bir adam olmuştum ama o benden daha çok korkmuştu, bundan adım kadar emindim. Vahşi bir kurdu korkutacak kadar vahşiydi içim.
Aklıma Eski masal kahramanları geldi. Kurtların büyüttüğü Tarkan mesela. Parsların emzirdiği, Parsmanas destanı. Ardından küçük yeğenimle bir anım. 99 depremi sonrası orman içinde müstakil bir ev yapan amca oğlu geçici barakasını yıkıyordu. Ziyaret sebebiyle yanındaydım. Yardıma gitmiştim. Eşi, kendisi ve iki çocuğu birde yeni doğmuş bebekleri vardı, aylardır bu kulübede yaşıyorlardı. Kulübe palet denen on santimetre yüksekliğinde bir metre karelik tahtalarla yerden yükseltilmiş ve kıytırıktan şeylerle üzeri kapatılmış tek göz ev haline getirilmişti.
Önce çadırı aldık üzerinden sonra dört köşesinden direği. Geriye bir şeyde kalmamıştı. Yeğenin beşiğini kaldırdım, altında kımıldamalar biraz ürkek ve merakla bezi kaldırdığımda sağa sola şimşek gibi kaçışan zehirli şeyler gördüm (bazı insanların ismine bile alerjisi olduğu için adlarını zikretmediğim bu şeylerden, onların benden kaçtığı gibi kaçtım. Oysa aylardır bebeğimizle yaşıyorlarmış biz farkında değilmişiz. Ne vardı bizde ki onların, koyun koyuna yattığı çocukluğumuz veya çocuklarımızdan değil "BİZ" den kaçıyordu her şey.
Neydi ? İçimizde dönen şey . Yada biz içimizdeki bu volkanların püskürttüğü lavların altında mı kalmıştık. Bir tek kendimiz ve sevenlerimiz mi fark etmiyordu ne kadar iğrenç yada çirkin olduğumuzu. Yada hepimiz sadece "olmuş" numarası yapan canavarlar mıyız ; Birbirinden korkup, sakınmaktan başka meziyeti olmayan zavallılar.
Sokaktan geçerken bir yabancının tırsan yüzüne şahit oluyorum çoğu zaman ve bazen bir sebep bulsa beni paramparça edecek düşmanca bir bakışa. ve can sahibi olan her şey aslında içimdeki savaştan kaçıyordu benim. Benden değil. Kimim ben sorusu ile başlamıştı bu savaş ve asla bitmeyecekti teslim olmadan yada teslim almadan.
Kimseyi rahatsız etmemeliydim oysa. Beni bile.