- 1075 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Köylüye İade-i İtibarı Verilmelidir
Sevgili dostlar,
Konuya, tarihi bir hikâyecikle başlamak istiyorum. Köylü nasıl Milletin efendisi oldu.
1913 yılında Mustafa Kemal, İttihat ve Terakki Cemiyeti üyeleriyle yaşadığı fikir ayrılıkları sebebiyle, Enver Paşa tarafından Sofya’ya askeri ataşe olarak gönderilir. Bulgaristan henüz 5 yıllık bir ülkedir. Bir pastahane vardır Sofya’da. Diplomatik erkân genel olarak o pastahanede kahvaltı yapmaktadır. Atatürk de orada yapar kahvaltısını. Bir sabah bir köylü girer Pastahaneye. Bohçası vardır yanında, bırakır bir masanın yanına, oturur. Bir garson gelir, köylü süt ve kek ister. Garson ise köylünün pastahaneden ayrılmasını ister. İtiraz eder köylü. Birkaç garson daha gelip tekrarlarlar dışarı çıkmasını. Köylü öfkelenir ve bağırmaya başlar.
“Senin sattığın sütü ben üretiyorum, senin sattığın pasta, börek, çöreğin ununu ben üretiyorum. Peynirini, yoğurdunu ben üretip veriyorum. Pastahaneye koyduğun meyveyi ben üretiyorum ve sen benim ürettiklerimi bana vermiyorsun öyle mi? Hayır çıkmıyorum ve kahvaltımı burada yapacağım” der..
Herkes suspus olur. Köylünün istedikleri masasına gelir, kahvaltısını yapar ve bir miktar parayı masaya fırlatarak çıkar ve gider. Tüm her şeyi izleyen Mustafa Kemal, Küçük kareli not defterine şu notu düşer. “Bir gün benim köylüm de bu köylü gibi olursa millet olduk demektir “der ve ekler.
“KÖYLÜ MİLLETİN EFENDİSİDİR”
Türk Milleti olarak biz, “Savaşçı” değil, gerektiğinde “Savaşmaktan Çekinmeyen” Bir milletiz.
Türk Milletinin bir ferdi olarak olsa gerek, “Savaşmak” sanki Mustafa Kemal Atatürk için de bir alın yazısıydı. 57 yıllık ömrünün neredeyse tamamını “savaşmakla” geçirmiştir. Kimi zaman “Kargalarla”, kimi zaman Düşmanlarla, kimi zaman da YOKLUKLA ve CEHALETLE savaşmıştır. Mustafa Kemal Atatürk, bu savaşların hepsini de kazanmış olmasına rağmen, hayatında kaybettiği tek savaş, Azrail’le yaptığı savaş olmuştur; ruhu şad olsun, milletinin kalbinde yaşıyor..
Mustafa Kemal Atatürk, Türk Kurtuluş Savaşının ardından Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin dünya devletleri arasında hak ettiği yere gelmesi için de “Atatürk İnkılapları” olarak adlandırılan hedefleri ortaya koydu. Bunları yaparken: emirler vererek, talimatlar yağdırarak gerçekleşmesini beklememişti. Kanunların hazırlanması ve uygulamaya konulmasına kadar takipçisi olmuştur. 1923-1938 döneminde ülkenin kalkınması için sanayi kuruluşlarını ülkeye dağıtarak, tersaneden, basma fabrikalarına, uçak fabrikasından çimento fabrikasına ve enerji santrallerine kadar 45 adet tesis hizmete açılmıştır. Kalkınmanın temeli olan yeni Türk alfabesinin yerleşmesi ve başarıya ulaşması için bizzat, kara tahtanın başına geçerek öğretmenlik yapmış; yetinmemiş, bir traktörün üstünde tarlada çift sürerken, ekin ekerken görürsünüz Mustafa Kemal Atatürk’ü.
Ondan sonra ne oldu?
Uluslararası güçler devreye girdi. “Siz üretmeyin biz verelim diyerek…” 1948-51 yılları arasında yürürlüğe konulan “Marshall Planı” kılıfı ile ülke ekonomisinde olduğu gibi tarım ve üretim hedefleri de yabancıların üstünlüğüne terk edildi. Sonrası malum…. İhtilaller, koalisyonlar… Depremler…
Atatürk döneminden sonra ülke yönetimine gelen hükümetler, şu veya bu gerekçelerle medeniyetin imkânlarını, refahı, ülkeye yaymak yerine, daha kolay yönetilmesi bahanesiyle, eğitim, sağlık, üretim, güvenlik, ticaret gibi nimetlerinin şehirde yaşayanların kullanımına sunulması, makineli tarımın yaygınlaşması, tarım girdilerinin pahalanması neticesinde köyler boşaldı. Tarlalar, tohumsuz; yazı-yaban inek, keçi, koyun yüzüne, zil, çan sesine hasret kaldı.
Tarım, ülkemizin stratejik bir alanıdır. Üretim olmadan, tüketim olmaz = Hayat olmaz!
Son yıllarda yaşadığımız üretim arzındaki sıkıntı ve fiyat artışları sonrasında şehirlerde hayat yaşanmaz hale gelmişse, bunun sebebi: O gün, Atatürk’ün bizzat şahit olduğu hikâyecikte de özetlendiği gibi bu gün de köylüye ve üretime gereken değerin ve desteğin verilmeyişinin bir sonucudur.
Korona virüsü (Covıd-19) sebebiyle ülke genelinde sürdürülen karantina günlerinin ekim ve dikim zamanına denk gelmesi nedeniyle ünümüzdeki günlerde gıdaya ulaşmada sıkıntılar yaşanacağı ihtimal dâhilindendir. 65 yaş üstü ve 20 yaş altının soka çıkma yasağı getirilmiştir. Köylerimizde üretime katılan kesimler büyük ölçüde yasak getirilen yaş gruplarıdır. Örnek mi? Reze ve yöresinde Çay toplama zamanı geldiği halde yabancı işçi göçüne yasak getirildiğinden iççi bulunamadığı, aylık 6.900 ücretle işçi arandığı haberleri medya haberlerinde yer almaktadır. Sadece çay mı?
Türkiye’de Atatürk’ün inkılaplarına sahip çıkmak, aynı zamanda onun tarafından “milletin efendisi” olarak onurlandırdığı köylü ve üreticilere hak ettikleri değerin verilmesi, onlara yeterli mali desteğin yapılmasıyla mümkündür diye düşünüyorum.
Ülkede bir Milli Üretim Seferberliği başlatılması gerekiyor. İnsanımızın Köyünde üretim için tarlasıyla, ovalarını ve yaylalarını hayvanlarıyla buluşturması, doğa ile yeniden barışması gerekiyor. Bunun için boş durmuyoruz, Milli Mutabakat Hareketi Platformu ve Ankara Meclisi Kurulları olarak üretimi artırmak ve köye dönüş için düşündüklerimizi projeye dökerek belediyelerle, bakanlılarla ve ilgili kuruluşlarla paylaşıyoruz.
Ülkeyi yönetenlere, bakanlıklara, belediyelere çağrımız olacak. Atatürk’ün sözünün gereğini yerine getirelim lütfen; atamıza saygımız, sevgimiz varsa…
Milletin efendisine, Türk köylüsüne İade-i İtibarı verilmelidir.
Ankara, 3.5.2020 11:07
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.