- 594 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
İNSANIN İNSANA YAPTIĞI ZULÜM
Acısı derin olan insanın, bakışı hüzünlü, gülüşü çok güzel olur...
Ben artık nezâketi tavırlarına yansıtan insanlarla yaşamak istiyorum, özür dilemenin eziklik olduğunu sanan bu zamanın insanlarıyla değil.
Bana bir cümle söylediğinde, konuşmanın onuncu cümlesini okuyorum. Bu, bilemeyeceğin kadar yorucu, acı veren bir sezgi.
Ne oluyor biliyor musun? Sen huzurla sözüne devam ederken, aradaki dokuz cümle boyunca benim canım sıkılıyor.
Onun için bir şey söyleyeceksen, son cümleni en başta söyle. Belki böylece ikimizin de öngörmediği yeni bir yere, bir söze, bir yaşama bilgisine varırız.
Yoksa insanların, her yeni günle yeni diye sevindiği bir ölü zamanın, ağzı gözü kirpiği kaşı kalmamış sözlerini, yere göğe sığmayan bir hayranlıkla –aslında ağır bir yalnızlıkla- bir de biz tekrarlarız.
Bu artık tekrar da değildir. İçimizin en derinlerinde, tozlar içinde, yalnızca bizim soluğumuzla dünyaya tutunmaya çalışan çok eski bir çocuğu, yoksul aklımızla biraz daha derine bir yere gömeriz.
Böyle bir hayatı, daha doğrusu hayatı kötürüm eden böyle bir insanı, ne tanrı, ne dağ-taş, ne börtü-böcek, ne sular, ne varoluşun arzuları bağışlar. (...)
"Kimseler görmedi Ömür Hanım, bu dünyadan ben geçtim. İçimde umudun kırk kilitli sandıkları, elimde bir avuç düş ölüsü yüreğim -içinde senin ve benim ağırlığım- benim olmayan bir garip gülümsemeyle yüzümde, incelik adına, ben geçtim...
Beni cam kırıklarıyla anımsasın insanlar, savrulan bir yaprak hüznü ve dağınıklığı ile... Yükümü yanlış bedestanlara çözdüm."
Bu arada okumadıysanız tavsiye ederim ustanın şu kitabını,” Bütün Şiirleri 2- Şükrü Erbaş” kendi kulvarında çıraklıktan kalfalığa geçiş dönemi yazdığı şiirler. Ah o kitabın orta kısmı yok mu? Bütün Ömür Hanım yazan kısımları silip kendi adımı yazmak istedim. Çok kıskandım evet. Ancak aşk değil acının tarif ediliş biçimiydi kıskandığım.
Dünya üzerinde daha çok ezilen insan türü olan kadına ve çocuğa dair elemlerin şiirsel bir dışa vurumu… Canlanıveriyor adeta mısralar. Elinden tutup uzaklara götürüyor okuyanı. Güneşli dünyanızı anında bulutlar sarıveriyor. Hüznü bile sevdiriyor. Duygu selinde boğulmak istiyor ve kopamıyor insan. Ölüm ve aşk yine kol geziyor. Buram buram yakan şiirler.
Şükrü Erbaş’ın bir ömrü özetleyen yazısı Ömür Hanımla Güz Konuşmalarından bir alıntıyla girizgâhı tamamlayıp asıl konuya, gerçek yaşanmış olan aşağıdaki bazıları için bir hikâye deyip geçecekleri ama gerçekten yaşanmış ve o tarihlerde gazetelere manşet olmuş bir olaya gelelim, bakalım kim ne kadar ders alıp heybesine koyup hayat yoluna devam edecek bu hafta sonu dostlar…
Bu virüs bir yandan varoluşsal krizlerim diğer yandan bir süredir beni rahatsız eden insan kılıklılardan uzakta olmak ruhsal durumumu bir nebze toparlayabildi. Toparlaya bildi ama yine de sanalda olsa insan kılıklı görünümlülere rastlıyorum.
Neler mi var bu facebook denen sanal âlemde; Mesela ben: saçmalıyorum... diğeri siyaset yapıyor... birisi aşk acısı çekiyor... bir diğeri karı kız kovalıyor... ötekinin Dünya umurunda değil... Müthiş bir yer burası. İyi ki varsın Facebook. Bu nedenle kafamda deli düşünceler var. Diyorum ki; Faceyi dondursam içindekiler üşür mü acaba, tüm kötülüklerde donar mı acaba?
Şimdi yıpranmış ve amaçsız, aynı zamanda huzursuz hissediyorum. Boğulmak gibi bunlar da benim için yeni duygular değil ama önceden zevk aldığım şeyleri de yapamıyor olmak beni yoruyor. Çünkü her ne kadar insanları yargılasam da ben de bir insanım. Ve insan olmak kendi türümün ayıbının acısını çekmemi gerektiriyor. İnsanın insana yaptığı zulmü ve sırf renginden dolayı birilerine işkence etmeyi normalleştiren kişileri görmezden gelemem. Gelemeyiz. Böyle harika yapımlar, haberler ve eserler insanın insana yaptığı kötülüğü gören birilerinin olduğunu bana hatırlatıyor ve içime bir nebze de olsa su serpiyor.
Hı birde şu var dostlarım aşağıda ki yazıyı okuyunca aklıma derneğimizin(İZŞABED) değerli gönül insanı kardeşim/hocam Gnl. Sekreterimiz Sn. Şerif Serif Kutludag’ın “İnsan İnsan” diye muhteşem anlatımlı bir şiiri var o aklıma geldi… Ama ne şiir, okumanızı tavsiye ederim... Ki İnsanı anlayalım...
İNSANIN İNSANA YAPTIĞI ZULÜM
O bir Afrikalı’ydı. Kongo’lu bir pigme. Boyu sadece 1.49’du. 46 kiloydu. 23 yaşında, evli, bir çocukluydu. Güler yüzlü, hayat dolu bir insandı. Adı Oto Benga’ydı...
Kendi dilinde “Dost” demekti. Bir gün Kasai nehrinde balık avlarken yakaladılar onu. Yakalayan Amerikalı din adamı Samuel P. Verner’di. Boynundan ve ayaklarından zincire vuruldu. Yük taşısın diye sadece ellerini özgür bıraktılar.
Kırbaçlar altında saatlerce yol yürüttüler. Sonra onlarca soydaşıyla birlikte bir geminin makina bölümüne konuldu. Zifiri karanlıkta, haftalar süren bir yolculuk sonrası New York’ta gün ışığıyla buluştu.
Soydaşlarından ayırıp bir kafese koydular kendisini. Bir depoya hapsettiler. Günlerce orada tutuldu. Her gün önüne bir kuru somun attılar. Tarih 9 Eylül 1906’ydı...
Oto Benga, Amerika kıtasına ayak basan ve adına ’insan’ dedikleri bu mahlûkun bu kadar gaddar, bu kadar acımasız, bu kadar zalim olduğunu bilmiyordu...
Onun vatanında aslanlar, aç timsahlar ve yırtıcı hayvanlar bile bu derece vahşi değildi...!
New York Bronx Hayvanat Bahçesi’nde o gün görülmemiş bir kalabalık vardı. Hayvanat Bahçesi hasılat rekoru kırıyordu...
Nedeni New York Times Gazetesi’nde çıkan bir haberdi...
Şöyle yazıyordu…
“Vahşi adam Bronx’da maymunlarla aynı kafesi paylaşıyor.. İnsanın ilk ataları ile bir arada..
Bakıcısı bazen serbest bırakıyor. Eylül ayı boyunca akşamüstleri ziyaret edilebilir.”
Gazete haberine bir de not eklemişti...
“Bazı kesimler bu olaya tepki gösterse de, bilim adamları Benga’nın insan olarak değerlendirilemeyeceği kanaatindedir."
Oto Benga’yı önce hortumla yıkadılar..
Sonra hayvanat bahçesinde içinde ağaçlar olan geniş bir kafesin içine koydular...
Kucağına Dohong adlı yavru orangutanı verdiler...
Gazeteciler fotoğraflarını çekerken, binlerce insan merakla kendisini izledi...
Oto Benga da onları...
Yüzünde garip bir ifade vardı...
Hüzün ve kin...
Yavru orangutan korkudan sımsıkı ona sarılmıştı...
Her gün saatlerce poz verdiler...
Bir hafta içinde ziyaret edenlerin sayısı 250 bini geçti...
Bazıları kafese kemik atıyordu...
Oto Benga sinirlenip, sivri dişlerini gösterince, “Cannibal, cannibal” (Yamyam yamyam) diye tempo tutuyorlardı...
Gazeteler “Benga bir yamyamdır” diye yazıyordu...
Putperest olan Oto Benga’ya yapılan bu zulme, çoğu Hıristiyan olan New York halkından kimse ses çıkarmadı...
Ne politikacılar, ne bilim adamları, ne gazeteciler, ne aydınlar...
Yüreklerin kulakları sağırdı...
Herkes bu vahşeti doğal karşılamıştı...
Bir kişi hariç...
Rahip James H. Gordon...
Zulme isyan etti.
Gazete gazete dolaştı...
İmzalar topladı...
Uyuyan insanlığı uyandırmak için çalmadık kapı bırakmadı...
Kilisede sürekli aynı şeyleri söyledi.
“İnsan ırkından olan birinin maymunlarla sergilenmesi en büyük günahtır.”
Sonunda Bronx Hayvanat Bahçesi Oto Benga’yı serbest bıraktı...
Pantolon, ceket giydirdiler...
Ayak işlerinde çalıştırdılar...
Tarih 20 Mart 1916 idi...
Eşinden, çocuğundan, soydaşlarından binlerce kilometre uzakla olan Oto Benga, çaldığı bir silahla kendisini kalbinden vurarak intihar etti...
Çünkü ölüm onun özgürlüğüydü...
Öldüğünde henüz 32 yaşındaydı...
Bronx Hayvanat Bahçesi zamanla Oto Benga ile ilgili tüm kayıtları sildi...
Ancak gazete haberleri ve fotoğraflar gerçeği gizleyemiyordu..
Hayvanat Bahçesi yetkilileri, tepkiler artınca “Dünyanın her yerinde yapılıyor, biz niye yapmayalım?” dediler...
Söyledikleri doğruydu.
O yıllarda uygar denilen Avrupa’nın bir çok yerinde aynı vahşet sergileniyordu, Londra, Paris, Berlin, Brüksel, Stuttgard, Barcelona, Milan, Hamburg gibi metropollerde kafes içinde insanlar, diğer insanların eğlencesiydi...
Bu vahşet öylesine bir gelir kapısı olmuştu ki, “Hayvanat Bahçeleri ”nin yerini, “İnsan Bahçeleri” almıştı...
1960’lara kadar binlerce insan kafeslerde hayvanlar gibi sergilendi. Çığlıkları yeri, göğü inletti...
Ama modern insanlar(!) kör ve sağırdı...
Oto Benga’nın vatanında şöyle bir atasözü var; "Jaa se behn-indeh bun-wehnin...!"
’Dekor gerçeğe uyum göstermez, gerçeğin de dekora ihtiyacı yoktur’
Bugün uygar denilen Amerika’nın, İngiltere’nin ve Avrupa’nın “Barış, özgürlük ve demokrasi” sözü sadece bir dekordur...
Gerçeği görmek isteyenler Ortadoğu’ya baksınlar yeter!...
İnsanın insana ve dahası insanın hiçbir canlıya zulmetmediği günlerde buluşmak dileğiyle...
Sevin, sevilin, sevmek dünyadaki en büyük güzelliktir.
Hayat sevince güzel ve diyelim ki her bir cümleye; bu ülkenin sahipleri yalnızca bu ülkeyi karşılıksız seve bilenlerdir…
Hepimiz için güzelliğin adının gerçekten daima ‘güzellik’ kalacağı ve daima gerçek rollerimiz için sahnede yer alabileceğimiz ömürler diliyorum... Umut ve sevgi gönül sofranızın baş tacı olsun…
Mutlu, sağlıklı bir gününüz daha olsun yaşamınızda, gönül soframdan gönül sofranıza muhabbet dolsun…
02.05.2020
Ömer Sabri KURŞUN
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.