- 1180 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
3 MAYIS NASIL TÜRKÇÜLÜĞÜN BAYRAMI OLDU?---2. BÖLÜM--
Sabahattin Ali Sonunda Nihal Atsız’ı mahkemeye verdi. Bu arada daha mahkeme başlamadan Nihal Atsız, Boğaziçi Lisesindeki Edebiyat Öğretmenliği görevinden atıldı, çıkardığı Orhun Dergisi kapatıldı.
Mahkeme 26 Nisan 1944 de Ankara’da olacaktı. Nihal Atsız 24 Nisan’da Ankara’ya geldi, bir otele yerleşti ve o andan itibaren Ankara artık ‘’ Kahrolsun Komünistler, Yaşasın Atsız’’ sloganları ile inleyen bir şehir oldu.
26 Hazirandaki mahkeme gününde de müthiş bir kalabalık vardı salonda. Kalabalık Nihal Atsız lehine, Sabahattin Ali aleyhine sloganlar atıyordu. Öyle ki kalabalık sebebiyle mahkeme heyetinin salona kapıdan değil pencereden girebildiği bile söylenmişti daha sonraları.
Nihal Atsız ısrarla Sabahattin Ali’nin Vatan haini olduğunu iddia etmekte hatta Mahkeme heyetine ‘’ Sabahattin Ali’den sorulsun, hıyanetini ispat edelim mi? Buna razı mı?’’ Derken Sabahattin Ali ‘’Vatan haini’’ İfadesinin bir insana yapılabilecek en ağır hakaret olduğunu, bu sebeple halkın kendisine düşman olacağını söylüyordu.
Aslında bu dava karmakarışık bir davaydı. 1932 de Atatürk’e hakaret içeren bir şiir kaleme aldığı için hapis cezası yatan Sabahattin Ali’yi, Atatürk’ün yanından hiç ayrılmayan, Yazdığı Çankaya Adlı eseri günümüzde bile T.C.İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük Derslerinde baş kaynak eser olarak okutulan Falih Rıfkı Atay savunuyordu .Mahkemede Sabahattin Ali’ye yumruk atan Türk Milliyetçisi Osman Yüksel Serdengeçti de Atatürkçü değildi. ( Bunu bizzat kendisi ifade etmişti.) Oysa Milliyetçiler gösterilerinde ‘’ Çok yaşa Milliyetçi Türkiye’’ Sloganının yanında ‘’ Çok Yaşa Atatürk!’’ Diye de slogan atıyorlardı. Yani Atatürk’e ‘’ Koca teres’’ Diyen adamı Atatürkçüler savunuyordu buna mukabil ‘’ Ben Atatürkçü değilim’’ Diyen adamın yol arkadaşları ‘’ Yaşasın Atatürk’’ Diyorlardı.
26 Nisan 1944 de yapılan bu ilk duruşma 3 Mayıs’a ertelenmişti.
Ancak hükumetin 26 Nisandaki mahkemeden ağzı yandığından 3 Mayıs günü yapılacak mahkemeye sağ görüşlülerin alınmamasına karar verilmişti. İşte bu durum oldukça büyük tepkilere sebep oldu.
Ankara sokakları yine ‘’ Kahrolsun Komünistler,Kahrolsun Moskova uşakları, Yaşasın Milliyetçi Türkiye, Yaşasın Atatürk’’ Sloganlarıyla inlemeye başladı. Göstericiler taşkınlık yapıp bazı kitapçı dükkanlarını tahrip ettiler ve Sabahattin Ali’nin kitaplarını toplayıp Ulus Meydanında yaktılar.
Bu arada göstericiler Başbakan Şükrü Saraçoğlu ile de görüşmek istediler ama istekleri reddedildiği gibi polis, gösteriyi dağıtmak için şiddete baş vurmak zorunda kaldı. Bu olaylarda 165 gösterci göz altına alındı, ölen olmasa da yaralalan, kolu ve kafası kırılan bir hayli gösterici vardı.
3 Mayısdaki bu gösteriler ve ortamın oldukça karışık olması sebebiyle mahkeme 9 Mayıs 1944 e ertelendi.
9 Mayıstaki Mahkeme Nihal Atsız’a dört ay hapis ve 100 Tl para cezası verdi. Ancak hapis cezası ertelendi ve mahkeme tam anlamıyla ‘’ Hamam tası gümüşten, ne anladım bu işten?’’ Misali sonuçlanmış oldu. Yani Sabahattin Ali’ye ‘’ Vatan Haini’’ demenin cezası sadece 100Tl para cezasıydı.
Ancak Nihal Atsız böyle hafif bir cezayla kurtulmuş olmanın tadını fazla çıkaramadı. Hükumet belli ki onun da üstünü çizmişti. 9 mayıs 1944 günü çok ucuz bir cezayla kurtulması ise birikmiş gazı alma operasyonuydu aslında. Nitekim 18 Mayıs günü Nihal Atsız aniden göz altına alındı.
19 Mayıs 1944 Tarihli Cumhuriyet Gazetesinin manşetinde 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı değil çok farklı bir haber vardı: Şehrimizde meydana çıkarılan gizli cemiyet’’ ‘’ Irkçılık ve Turancılık gayesiyle rejime aykırı hareket edenler’’
Gazetede rejime aykırı hareket eden ırkçı ve Turancıların isimleri de yer alıyordu: Nihal Atsız, Zeki Velidi ( Togan) , Reha Oğuz, Hasan Ferid Cansever...
Bu isimlere daha sonra başka isimle de eklendi. Mesela Alparslan Türkeş bu isimlerden biriydi.
19 Mayıs 1919 Gençlik ve Spor Bayramında Cumhurbaşkanı İsmet İnönünün söyledikleri de Turancıların suyunun ısındığındığının bir deliliydi. İsmet Paşa özetle şöyle diyordu:
“…Türk Milliyetçisiyiz, fakat memleketimizde ırkçılık prensibinin düşmanıyız… Turancılık fikri, yine son zamanların zararlı ve hastalıklı göstergesidir. Bu bakımdan Cumhuriyeti iyi anlamak lazımdır… Milli politikamız memleket dışında sergüzeşt aramak zihniyetinden tamamen uzaktır; asıl mühim olan da bunun bir zaruret politikası değil, bir anlayış ve bir inanış politikası olmasıdır… Turancılar, Türk Milletini, bütün komşularile onulmaz bir surette derhal düşman yapmak için birebir tılsımı bulmuşlardır. Bu kadar şuursuz ve vicdansız fesatçıların tezvirlerine Türk Milletinin mukadderatını kaptırmamak için elbette Cumhuriyetin bütün tedbirlerini kullanacağız…’’
Peki yukarıda saydığım insanların ırkçı, Turancı ve hepsinden önemlisi ülke için zararlı olduklarını belirleyecek komisyonda kimler var dersiniz? Hasan Âli Yücel, Falih Rıfkı Atay ve ‘’Bu ülkeye komünizm lazımsa onu biz getiririz’’ Diyen Ankara valisi Nevzat Tandoğan.
İşte bu üç isim Irkçı ve Turancı olarak yargılanması gereken 23 isim belirledi 7 Eylül 1944 e kadar.
Bu arada davaya yabancı basın da ilgi göstermiş, bir ingiliz gazetesi ‘’ Bu fesatçı hareketin genellikle Nazilerin yardımı ve tahrikleriyle yapıldığına şüphe yoktur.’’ Diye yazmıştı.
7 Eylül 1944 de 23 sanığa mahkemeye güvenip güvenmedikleri soruldu. Hepsi güvendiklerini söylediler. Avukat isteyip istemedikleri soruuldu, adece dokuzu avukat istedi ve bu mahkeme iddianamenin okunmasıyla sona erip 11 Eylüle ertelendi.
Yargılananlar şunlardı:
Cihat Savaşfer (Yüksek Mühendis Mektebi 4. Sınıf Talebesi)
Muzaffer Eriş (Yüksek Mühendis Mektebi 4. Sınıf Talebesi)
Nurullah Barıman (Yedek Asteğmen)
Zeki Velîdi Togan (İstanbul Üniversitesi Tarih Profesörü)
Cebbar Şener (Adana Adliyesi Hakim Adayı)
Cemal Oğuz Öcal (Ankara Gazi Terbiye Enstitüsü Pedagoji Talebesi)
Nihal Atsız (Lise Öğretmeni)
Sait Bilgiç (Ankara Adliyesi Hakim Adayı)
Necdet Sançar (Balıkesir Lisesi Edebiyat Öğretmeni)
Alparslan Türkeş (Piyade Üsteğmen)
Fethi Tevetoğlu (Doktor Üsteğmen)
Fazıl Hisarcıklı (Yedek Asteğmen)
Orhan Şaik Gökyay (Ankara Konservatuar Direktörlüğü’nden Vekâlet Emrinde),
Zeki Özgür (Yedek Asteğmen)
Yusuf Kadıgil (İşsiz)
Fehiman Altan (Yüksek Mühendis Mektebi 4. Sınıf Talebesi)
Hamza Sadi Özbek (Aydın Maliye Tahsil Şefi)
Reha Oğuz Türkkan (İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Doktora Talebesi)
Hikmet Tanyu (Dahiliye Vekâleti Evrak Kalemi Memuru)
İsmet Tümtürk (İstanbul Belediyesi Denetçisi)
Hüseyin Namık Orkun (Ankara Gazi Terbiye Enstitüsü Tarih Öğretmeni)
Hasan Ferit Cansever (Yedek Doktor Yüzbaşı)
Saim Bayrak (Temyiz Mahkemesi Evrak Memuru).
7 Eylül 1944 de başlayan dava çeşitli celselerle 26 Mart 1945 e kadar devam etmiş ve bu tarihte sanıklardan sadece aşağıda isimlerini, suçlarını, aldıkları cezaları yazacaklarım ceza almış, diğerleri serbest bırakılmıştır.
Zeki Velidi Togan: Hükümeti devirmek için gizli cemiyet kurma suçu sebebiyle 10 yıl hapis, 4 yıl Adapazarı’nda sürgün cezası verilmiş, kamu hizmetlerinden ömür boyu men edilerek kanunî ehliyetleri kısıtlanmıştır.
Reha Oğuz Türkkan: Propaganda yapma ve gizli cemiyet kurma suçu sebebiyle 5 yıl 5 ay hapis, 2 yıl Diyarbakır’da sürgün cezasına çarptırılmış, kamu hizmetlerinden ömür boyu men edilmiştir.
Cihat Savaşfer ve Nurullah Barıman: Reha Oğuz Türkkan ile aynı suç sebebiyle 4 yıl hapse 4 yıl kamu hizmetlerinden men edilmesine karar verilmiş, ayrıca Nurullah Barıman Kırşehir’de, Cihat Savaşfer Uşak’ta 1.5 yıl sürgün cezasına çarptırılmıştır.
Nejdet Sançar: Propaganda suçu sebebiyle 1 yıl 2 ay süreyle hapis cezası verilmiştir.
Alparslan Türkeş: Propaganda suçu sebebiyle 9 ay 10 gün hapis cezası verilmiştir.
Fethi Tevetoğlu: Siyasi yazı yazma sebebiyle 11 ay 20 gün hapis cezasına çarptırılmıştır.
Nihal Atsız: TBMM ve hükümetin manevi şahsiyetini tahkir, nümayiş ve teşvik suçlarından toplam 6.5 yıl hapse ve 3 yıl Adana’da sürgün cezasına çarptırılmış, kamu hizmetlerinden ömür boyu men edilerek kanunî ehliyetleri kısıtlanmıştır.
Cebbar Şenel ve Cemal Oğuz Öcal: Propaganda suçu sebebiyle 11 ay hapis cezasına çarptırılmışlardır.
İşte bu cezaların verilmesinden sonra mahkumlara hapishanede ağır işkenceler yapıldığı, tabutluklara kapatıldıkları iddiaları günümüzde bile dile getirilen iddialardır.
Peki 3 Mayıs Nasıl Türkçülerin bayramı oldu?
Az kaldı, onu da yazacağım. Ama bu dava tam olarak ne zaman, nasıl sonuçlandı onu yazalım önce.
1946 Yılı itibariyle artık ne Rusya’ya ne de Almanya’ya şirin görünme mecburiyeti yoktur. O halde bu hapistekileri daha uzun süre hapiste tutmaya, onlara işkence etmeye de gerek yoktur.
İstanbul 1 Numaralı Sıkıyönetim mahkemesinin kararına 2 No lu Sıkı Yönetim mahkemesi itiraz eder ve 26 Ekim 1946 da tüm sanıklar tahliye edilir.
Dava 20 Ağustos 1946 da tekrar görülmeye başlanır ve nihayet 31 Mart 1947 de tüm sanıkların beraat etmesiyle sonuçlanır.
Evet 3 Mayıs nasıl Türkçülerin bayramı oldu?
Bunu da Nihal Atsız bize anlatsın.
Nihal Atsız diyor ki:
“3 Mayıs 1944… 3 Mayıs Türkçülüğün tarihinde bir dönüm noktası oldu. O, zamana kadar yalnız duygu ve düşünce olan, ebedî ve ilmî sınırları pek de aşmayan Türkçülük, 1944 yılının 3 Mayısında birden bire hareket oluverdi.
Ali Suaviler, Süleyman Paşalar, Mehmet Eminler, Ziya Gökalplar, Rıza Nurlar yalnız duygu, düşünce, iş Türkçüsü idiler. Hareket Türkçüsü olmamışlardı.
Çırağan baskını Türkçü Ali Suavi’nin siyasî bir hareketiydi. Bunun Türkçülükle ilgisi yoktu. Sıhhiye Vekili (Sağlık Bakanı) olduğu zaman gayrî Türkleri atarak yerine Türkleri yerleştiren Rıza Nur, fiilî Türkçülük yapıyordu. Fakat bu da hareket değildi.
Türkçülükte ilk hareketi, 3 Mayıs 1944 Çarşamba günü, Ankara’daki birkaç bin meçhul Türk genci yaptı. Bu bakımdan Türkçülük tarihinde onların hususî bir şerefi vardır.
Bundan sonra 3 Mayıs Türkçülerin günüdür. O’na bir bayram diyemeyeceğiz. Çünkü yıllarla süren büyük ızdırabımız o gün başlamıştır.
Evet, Nihal Atsız’a göre bir bayram değildi. Nitekim 1945 ve 1946 da Türkçülerin Günü olarak kutlandı. Sonra nasıl olduysa Türkçülerin Bayramı denmeye başladı.
YORUMLAR
Değerli hocam, (bu) son Türk devletinin paradigması Kurtuluş Savaşı ile oluştu...
O kaosta olup bitenler şartlandırdı toplum kesimlerini...
İlişkilere ve çelişkilere bu bağlamda bakılmalı...
Türkçülük reaksiyonerliğini ve/veya aksiyonerliğini de bu bağlamda düşünürsek, o hassasiyeti anlamak zor olmaz...
Yani yine de en meşru milliyetçilik Türk milliyetçiliği; mesela Alman milliyetçiliğine göre...
Elbette bunun en başta gelen nedeni Türk'ün/Türk devletinin emperyalist politikasının olmaması...
Şimdi şöyle noktalanabilir: Sorun, o yıllarda Sovyet uydusu olmaya teşne olanlardan kaynaklanıyordu...
Selam ve saygılarımla.