- 714 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
KOLSUZ AGOP
“Ermeni soykırımı utancıyla yüzleşiyoruz, katledilenleri saygıyla anıyoruz” diyen bir partinin milletvekillerine, onları destekleyen akademisyenlere, sivil toplum kuruluşlarına katliamcı bakış açısının tersine ders niteliğinde bir duruş sergileyerek; yetiştiği topraklara nasıl sahip çıkılacağını, nasıl hizmet ediliceğini yaşantısıyla gösteren Kolsuz AGOP’un hayatından bazı kesitleri aktaracağım. Kolsuz Agop’u tanıyanlar bir kere daha okusun, tanımayan bilmeyenler de ekmeğini yediği, suyunu içtiği bu vatana nasıl sahip çıkılır; nasıl hizmet edilirmiş öğrensin.
Agopun babası Kirkor Kotoğyan’dır. Kirkor Bey, 25 yaşındayken Yozgat’ın İğdede Köyünde yaşayan Makruh Hanımla evlenmiş. 1938 yılında İstanbul’a gelip Samatya’ya yerleşmiş. “Kolsuz Agop” 1939 yılında İstanbul Üniversitesi Tıp Fakülte’sinin Cerrahpaşadaki Hastenesinde doğmuş. Agop, daha ilkokuldayken işe başlamış. Mezun olduğu yıl, bir gümüş atölyesinde çalışıyorken, gümüş kalıpları plaka haline getirmek için kullanılan presin silindiri, iş önlüğünün kolunu kapmış. Sonra da elinin tamamı omuzuna kadar presin altında un ufak olmuş…
Hastaneye vardığında doktorlar, “Bu çocuk yaşamaz” demiş. Ameliyat olmuş, günlerce komada kalmış ve bir gün gözlerini açıp, hayata tekrar merhaba demiş. Kaderin cilvesi bu ya, yine Cerrahpaşa Hastanesi’ndeymiş. O yaz sonunda kendisini iyice toparlamış ama çevresindekilerin acıyarak bakması kalbini çok kırıyormuş. Bu yüzden babasına okula gitmeyeceğini söylemiş. Okula gitmemiş ama aldığı ders kitaplarını her gün okuyarak kendine göre bir tedrisat yapmış. Okulsuz geçen bir yıl boyunca hep düşünmüş. O küçük ve tek kollu bedeniyle meslek sahibi olamayacağına karar vermiş. “Okumalıyım, ne pahasına olursa olsun, okumalıyım” demiş. Ve dönem başlayınca Kumkapı Bezciyan Ortaokulu’nda eğitime geri dönmüş. Bu arada sol kolunu kullanabilmek için çok çalışmış. İki yıl içerisinde kimseden yardım almadan tüm işlerini yapar hale gelmiş.
Bütün okul hayatı boyunca yazları ve hafta sonları çalışmaya devam etmiş. Tahtakale’de işportacılık yapmış. Konfeksiyon atölyelerinde, ilik makinalarında çalışmış.
1957’de İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’ni kazanınca; doğduğu, yeniden hayata döndüğü Cerrahpaşa Hastanesi’nde bulmuş kendini. Kapısından içeri girdiği ilk gün ”Bir zamanlar beni kurtardı bu hastane, şimdi nöbet sırası bende diye”düşünmüş.
1963 yılında okul birincisi olarak doktorluk diplomasını almış. Bir yıl Çapa’nın Deri ve Frengi Hastalıkları Kliniği’nde çalışmış. 1964 yılında Cerrahpaşa’daki Dermatoloji Kürsüsü’nde asistan olarak göreve başlamış .
Birçok ülkenin üniversitesinden teklif almış; Almanya, Fransa, Kanada, Amerika…”Burada kal kürsünün başına geç” demişler; bunları elinin tersiyle geri çevirmiş. “Ermeni olduğun için dedeni, fukara olduğun için kolunu kaybettiğin o ülkede ne işi var” demişler, gülmüş geçmiş. Peki ne düşünmüş? “Evet doğrudur; Ülkemde çok acı çektim. Sefaletin dibinde yaşadım. Doğrudur; Dedemi, çocukluğumu, kolumu kaybettim. Ama yolumu kaybetmedim. Bu ülkede yaşayan milyonlarca insandan hiçbir zaman, farklı olduğumu düşünmedim. Bu topraklarda yaşayan tüm insanları kardeşim olarak benimsedim. Bu ülkeyi sevmek demek, bu topraklarda geçirdiğin güzel iyi günleri sevmek demek değildir. İyi günde ve kötü günde burada olmak, vatanın yanında kalmak demektir; yurt sevgisi.
İşte; kolsuz Agop Ermeni diye kendini ülkesinden ayrıştırmamış, bilimin ışığını ülkesine yaymış. Türkiye ise Ermeni olduğu için Kolsuz Agop’un eğitim hakkını elinden almamış, doktor olmasının yolunu açmıştır.
Fevzi GÜLTUNA
Kaynak:www.aksam.com.tr
www.habertürk.com.tr