- 930 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Gölgeli Bir Yer
Gölgeli bir yerde otursam şimdi… Güneş dokunsa arada bir… Ama acıtmasa dokunuşu, gölgeyi sağlayan şeyler tuttursa kıvamı… Hep bahar güneşi tadında kalsa tenimdeki sıcak…
İlişkilerde de böyle olamaz mı? Bahar güneşi kıvamı… Gölgeyi sağlayan şeyler olsa… Sıcağı ayarlayan…
O gelse şimdi mesela… Güneş okşasa tatlı tatlı… Otursa yanıma, ondan bundan söz etse… Park cıvıldamaya başlasa kuşlar gibi, onunla birlikte tüm dünya da… Karşı bankta oturan yaşlı teyze parıldamaya başlasa; yaşlı olmayı bambaşka bir ışıkta yıkayarak evirse çevirse, güzel, sıcak bir şeye döndürse…
Sonra iki sevgili gelse, arkalarından genç bir oğlan ve tabii ki parkın vazgeçilmez parçası çocuklar… Hepsi teker teker ışıldasa o teyze gibi, sevdiğim adam konuştukça… Üstü başı dökülen o çocuk bile onun sesinin saçtığı ışıktan nasiplenip başka bir yere koysa ‘fakirlik’ denen şeyi. Başka bir bütüne dâhil etse… Umut da olsa o bütünde, fakirliği içine alıp eriten, yumuşatan sıcağıyla… Bir ucundan da olsa tutsa o çocuk pırıl pırıl giysili çocukların içinden geçen ılık duyguyu… Bu parkı bir fanusa çevirse o ılıklık… Saydam duvarlarla sarsa dört bir yanını… O çocuğu korusa o duvarlar, her zaman ortasında savrulup durduğu o ayazdan… Ve talihin onu bu evrende oturttuğu yer, ona çizdiği acımasız kaderden de…
Güneş kıvamını şaşırmadığında; yani aşkın yakmaya başlamadığı, tatlı tatlı okşadığı o sınırda böyle net bir şekilde görebiliyorsun çevreni… Duyabiliyorsun sevdiğin insanın sesini. O seste arınıyor, berrak bir su gibi aynası oluyorsun her şeyin. Koca bir dünyayı içine sığdıracak kadar genişliyor kalbin… O yırtık pırtık giysili çocuğa da yer veriyorsun bu yüzden seyrettiğin o resimde. Çünkü âşık insanlara has o güneş de gerçeği gibi ısıtmak istiyor ille de, en çok da üşüyenleri… Âşıklar aracılığıyla yapıyor bunu. Mevsimine göre değişse de bu isteğinin gerçekleşmesi, o yılmadan devam ediyor ışığını göndermeye.
Kışa döndüyse mevsim, aşkta ya da gündelik hayatta da fark etmiyor: Güneş ısıtmaz oluyor artık! Kapkara bulutlar kapıyor önünü. Aşk söz konusuysa, âşıkların gözlerinde oluyor o bulutlar genelde… Ne âşıklar ısınabiliyor artık o güneşte, ne de onlar aracılığıyla başkaları…
Yok, kış değil de yazsa mevsim, yakmaya başladıysa aşkın güneşi… bu da kıştan çok farklı etkilemiyor çevreyi. Yaz güneşinin de başkalarına karşı kör etmekte kıştan aşağı kalır yanı olmuyor çünkü. Tüm dünya tek bir kişiye sığışıyor o zaman. Büzüşüyor, ite kalka sığmaya zorluyor kendini. Çoğu tarafı da dışarıda kalıyor zaten o daracık yerde. O dünyayı o tek kişiye tıkıştıran aşığınsa zerre umurunda olmuyor bu durum. O içeride ya da dışarıda tek bir şeyi… bir insanı görüyor çünkü.
Velhasıl en iyisi bahar güneşi… Okşar gibi Ilık ılık dokunan… Bahar bitti, yaz mı geldi… Hemen kalkacaksın o kavuran sıcaktan, gölgeli bir yer bulacaksın… Yazın ortasına baharı getireceksin. Yoksa o yırtık giysili çocuğu dışarının hoyrat rüzgârından koruyan fanus çatlamaya başlar birden, un ufak olur… Senin gören gözlerini üzerinde hissetmez olur, üşümeye başlar. O yokmuş gibi yapan dünyanın ayazında görünmez olur yine, savrulur durur.