- 1272 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
3 MAYIS NASIL TÜRKÇÜ BAYRAMI OLDU?----1. BÖLÜM ----
Yıl 1932.
Konya Lisesi Almanca Öğretmeni Sabahattin Ali bir şiir yazar
Aynen şöyle:
MEMLEKETTEN HABER
Hey anavatandan ayrılmayanlar
Bulanık dereler durulmuş mudur?
Dinmiş mi olukla akan o kanlar?
Büyük hedeflere varılmış mıdır?
Asarlar mı hala Hakk’a tapanı?
Mebus yaparlar mı her şaklabanı?
Köylünün elinde var mı sabanı?
Sıska öküzleri dirilmiş midir?
Cümlesi ‘’beli’’ der ‘’enelhak’’ dese
Hala taparlar mı koca terese?
İsmet girmedi mi hala kodese?
Kel Ali’nin boynu vurulmuş mudur?
Evet, II.Abdülhamit devrinin istibdat dönemi yani şair yazarların yazdıklarından dolayı tutuklandıkları, yazılarının ve düşüncelerinin sansürlendiği dönemler çoktan sona ermiş ve ülkemize artık özgürlük ve demokrasinin geldiği günlerdir ve Sabahattin Ali, bu şiirinden dolayı 12 ay hapse çarptırılır. Ancak Yargıtay ‘’ Az olmuş’’ Diyerek iki ay daha verir ve 14 ay hapis cezasına çarptırılır, öğretmenlikten de ihraç edilir.
İşte bu şiir Sabahattin Ali için sonun başlangıcı olur 1948 Yılında Bulgaristan’a kaçarken öldürülmesi ile sona erer kısacık hayatı.
Edebiyatçı Sabahattin Ali, öğretmenlik yaptığı 1932’de bir arkadaş toplantısında Atatürk’ü yeren bir şiir okuduğu iddiasıyla tutuklandı. Bir yıl Sinop Cezaevi’nde kaldı. Hapisten çıktıktan sonra tekrar öğretmenliğe başlayan Ali hakkında, kaleme aldığı "İçimizdeki Şeytan" romanı nedeniyle dava açıldı, tekrar görevinden alındı. 1945’te gazetecilik yapmaya başlayan Ali, yazıları nedeniyle 1948’de Paşakapısı cezaevinde üç ay yattı. Hapisten çıktıktan sonra iş bulamayan Ali, yasal yollardan yurt dışına çıkamayınca Bulgaristan’a kaçmaya karar verdi. Para karşılığı anlaştığı Ali Ertekin adlı kaçakçı tarafından Jandarma karakolunda öldürüldüğü iddia edildi. Cesedi, 2 Nisan 1948’de Bulgaristan sınırında bulundu. Ali’yi öldürdüğünü itiraf eden ve Emniyet mensubu olduğu iddia edilen Ertekin, dört yıla hüküm giydi. Fakat birkaç hafta sonra aftan yararlanarak serbest kaldı.
Şimdi ben daldım gidiyorum da konuyu bilmeyen varsa merak ediyordur ‘’Sabahattin Ali’nin yukarıdaki şiir sebebiyle 14 ay hapis cezası alması ile 3 Mayıs Türkçüler Bayramının ne alakası var?’’ Diye. Oraya da geleceğim.
Sabahattin Ali, Mustafa Kemal’in aleyhine ifadeler bulunan şiirler yazan tek kişi değildir. Ondan yıllar önce 1923 de Nazım Hikmet de 28 Kanun-u Sâni adlı uzunca şiirinde şöyle diyordu Mustafa Suphi’nin ( Türk Komünistlerinin önder ismi) 1920 de Yahya Kaptan tarafından öldürülmesi üzerine:
son perdeye başlıyorlar!
burjuva Kemal’in omuzuna binmiş
Kemal kumandanın kordonuna
kumandan kahyanın cebine inmiş
kahya adamlarının donuna
uluyorlar
hav... hav... hak... tü
Yani Türkiye’de sosyalizm rüzgarları esiyor, devlet de bu rüzgarı kesmek için elinden ne geliyorsa yapıyordu.
Sabahattin Ali 1932 yılında aldığı bu cezadan 1933 yılında Cumhuriyetin 10. Yıldönümü münasabetiyle çıkarılan genel af sayesinde -tamamını yatmadan- kurtulsa da artık mimlenmiştir.
1907 de Doğmuş olan Sabahattin Ali’ye karşılık 1905 doğumlu Hüseyin Nihal Atsız çok farklı bir kulvarda ilerliyordu. İlk kez 1922 de Türkçülüğün Babası olarak bilinen Ziya Gökalp’in cenaze törenine katılmış, ‘’Böyle bir adamın cenazesinde senin ne işin var?’’ diyen okul arkadaşları ile kavga etmiş, bu yüzden aldığı disiplin cezası sebebiyle iyice keskin bir Türkçü olup çıkmıştı ve en sonunda Arap asıllı bir teğmene selam vermediği için Askeri tıbbiyeden atılmıştı.
Sonrasında o da edebiyata ilgi duyup bir taraftan mezunu olmaktan her zaman gurur duyduğum İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesinde okurken diğer taraftan yatılı olarak Yüksek Muallim Mektebinde okudu. O da şiirler yazıyordu ama çok farklıydı şiirleri. Mesela şöyle:
Yufka yüreklilerle çetin yollar aşılmaz;
Çünkü bu yol kutludur, gider Tanrı Dağı’na.
Halbuki yoldaşını bırakıp dönenlerin
Değişilir topu da bir sokak kaltağına.
Evet her iki şair-yazar- öğretmenin fikri yapılarını özetlemek için yaptığımız bu girizgahtan sonra ana mevzuya gelelim.
1942 Yılında Başbakan Şükri Saraçoğlu aynen ‘’ Bayram değil seyran değil eniştem beni neden öptü?’’ Deyimimizdeki gibi durduk yerde mecliste’’“Biz Türk’üz, Türkçüyüz ve daima Türkçü kalacağız. Bizim için Türkçülük bir kan meselesi olduğu kadar ve lâakal (en az) o kadar bir vicdan ve kültür meselesidir” Demişti.
İlk bakışta durduk yere gibi görülen bu mesaj aslında Almanya’ya bir mesajdı. Hitler rüzgarının dünyayı kasıp kavurduğu yıllarda ‘’ Biz de sizin gibi milliyetçiyiz. O komünist Rus kefereleriyle herhangi bir samimiyetimiz yok.’’ Denmek isteniyordu.
İbre Almanya’dan yana olduğu için hükumet de Almaya yanlısı bir politika izliyor bir taraftan Führer’e methiyeler, düzülürken bir taraftan da Türkiye’de Milliyetçilerin sırtı sıvazlanıyor, komünistlere 1980 öncesinde olduğu gibi ‘’ Haydi Moskova’ya’’ denmese de pek öyle sevgi dolu nazarlarla bakılmıyordu.
İşte bu ahval ve şerait içinde 1944 yılına gelindi.
Hükumetin başında Türklüğü bir kan meselesi olarak gören bir başbakanın olması Nihal Atsız’ı fazla gaza getirmiş olmalı ki sanki ülkenin cumhurbaşkanıymışcasına başbakan Şükrü Saraçoğluna bir kaç mektup yazdı.
O mektuplarında özetle şöyle diyordu:
"Memlekette açıktan açığa komünist propagandası yapan dergiler çıkarılmaktadır. Bu dergiler Milli Eğitim Bakanlığı’nın emri ile ve devlet parası ile satın alınarak bütün okullara dağıtılmaktadır. Sonra Ankara Dil Tarih Coğrafya Fakültesinde, Devlet Konservatuarında daha başka birçok önemli mevkilerde memleketimizi komünistleştirmek isteyen, bu uğurda çaba gösteren insanlar vardır.
Bursa cezaevinde hüküm giymiş bir suçlu olarak bulunan Nazım Hikmet’e Milli Eğitim Bakanlığı tarafından el altından paralar verilmektedir. Bir vatan haini olduğu bilinen Sabahattin Ali, Ankara’da Devlet Konservatuarında öğretmendir. Sanat adamı olarak yetiştirilecek gençler bu adamın tesir dairesi içine âdete zorla sokulmuş gibidirler.
Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel ya bunları bilmiyor, görmüyor... O halde akıl kabul etmez derecede büyük bir gaflet içinde bulunmaktadır. Yahut bilerek, görerek bu işleri yapmaktadır ki, bu takdirde kendisi de ihanet halindedir...
Öyle de olsa böyle de olsa, her iki ihtimal içinde de mütalaa edilse, Hasan Ali Yücel’in bu durumu bir bakan için müsamaha edilecek, affolunacak bir durum değildir.
Hasan Ali Yücel, ya derhal bu vazifeden alınmalıdır yahut kendisi daha vatansever bir jest göstermeye davet edilmeli, hemen istifa etmesi istenmelidir."
Komünist dediği insanlar tabii ki Nihal Atsız’ın hedefindeydi ama Sabahattin Ali Özel olarak hedefiydi. Onunla ilgili de mektupta şunları dile getiriyordu:
‘’Sabahaddin Ali, bugün kültür işlerinin mühim bir mevkiinde, Maarif Vekili Hasan Âli’nin şahsi sempatisi sayesinde, batırmak istediği Türk milletinin parasıyla rahatça yaşamaktadır. Mevcut kanunlar kâfi değilse bu bozguncular ocağının kökünü kurutmak için yeni kanunlar yapınız”
Ve o kadar kızgındı ki Nihal Atsız, şunları dahi demişti mektuplarında:
“Tövbekâr olmuş bir fahişe, artık namuslu sayıldığı halde, nasıl namuslu ailelerin harimine alınmazsa, eski düşüncelerinden dönmüş olan komünistlerin de devlet harimine alınmamaları gerekir.”
Evet, bir şair-yazar- öğretmen, bir başbakana adeta talimat veriyordu ne yapması gerektiği konusunda.
Bu mektuplar sadece Şükrü Saraçoğlu’na gönderilse belki sümen altı edilecekti ama Nihal Atsız, mektupları aynı zamanda kendisinin çıkarttığı Orhun Dergisinde de yayınlamıştı.
Maarif Vekili Hasan Ali Yücel, Başbakan Şükrü Saraçoğlu’na, Başbakan Şükrü Saraçoğlu da Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’ye sordu? ‘’Ne yapalım Efendim?’’
İsmet İnönü ne yapılması gerektiğini açık açık izah etti
‘’Turancılık fikri, yine son zamanların zararlı ve hastalıklı göstergesidir”
Yani Daha bir yıl önce Türkçülük kan meselesi iken bir yıl sonra zararlı ve hastalık göstergesi olarak ifade ediliyordu. Peki niçin böyle olmuştu? Çünkü devletin dirsek temasında olduğu ve savaştan mutlak zaferle ayrılacağını düşündüğü Almanya, Stalingrat savaşı denilen ve 2 Şubat 1943 de sona eren savaş neticesinde Ruslar karşısında perişan olmuştu. Artık Almanlara şirin görünmeye, dolayısıyla da millliyetçileri desteklemeye gerek yoktu. Peki Rusya’ya şirin görünmek için bir şeyler yapılmalı mıydı? Şimdilik hayır. Ama fazla ürkütmemek de gerekiyordu. Rusya’ya şirin görünmek için yapılacak olanlar 1945 yılının Ağustos Ayında Boraltan Köprüsü’nde yapılacaktı.
Bu durumda ne yapılmalıydı?
Sabahattin Ali, Nihal Atsız aleyhine hakaret davası açsın yeterdi. Gerisi çorap söküğü gibi gelirdi nasılsa. Davayı Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel’in teşviki ile açacaktı Sabahattin Ali. Avukatlığını ise CHP nin yayın organı gibi faaliyet gösteren Ulus Gazetesinin Hukuk Müşaviri Falih Rıfkı Atay yapacaktı.
Velhasılıkelam bir taraftan komünizmin, dolayısıyla da Sabahattin Ali’nin ipi çekiliyordu, öte taraftan Türkçülüğün ve Nihal Atsız’ın... Devletin her ikisine de tahammülü yoktu.
Devamı 2. Bölümde.
YORUMLAR
Merhaba Kıymetli Hocam
Oldukça objektif bir tek parti dönemi muhasebesi okudum kaleminizden
Oldukça şerhi düşmem detaylara dönüktür kuşkusuz, esasa değil yoksa
Sabahattin Ali ve Nihal Atsız hiç şüphesiz iki kıymetimiz, edebi kıymetimiz
Yaşamlarının muhtelif evrelerinde fikirleri dolayısıyla acı çekmiş isimler
Bizdeki temel bir yanılgı, düşüncesi yakın gelenin uğradığı haksızlıkları söyleriz de uzak düşenin adaletsizlik görmesi noktasında aynı hassasiyeti göstermeyiz
Bu duruma düşmemeniz taltif edilecek bir husus değil elbette, sizin şiarınız zaten
Yakın tarih muhasebelerinde, objektif muhasebelerde zayıfız ne yazık ki
Bu tarz kritiklerde devrin yurt ve dünya koşullarına da değinmeli hiç şüphesiz
Burada yazınızla ilgili bir küçük not düşmek gereği duyuyorum
Her şeyden önce örnek gösterdiğiniz şiirler yersiz ve haksız bir öze sahip değil kanımca
Ne ki, rahmetli Sabahattin Ali'nin şiirinde ayar, üslup kaçmış mı demedim değil
İnönü ile Kel Ali'yi direk ismiyle andığına göre "koca teres" kim?
Devlet başkanına asgari saygı nerede?
Bugün sayın cumhurbaşkanımıza olmadık söz söyleyen bir sima doğal olarak tepki alıyor hatta mahkemeye düşebiliyor, vs.
Alanında ne denli kıymetli bir isim olsa da Metin Akpınar'ın geçtiğimiz yıl yaptığı tanımlama neydi?
Ayağından asmak tabirinden söz ediyorum
Hiç kuşkusuz Akpınar'ın söylemi tam metin olarak düşündürücü ve problemli idi
Öte yandan İstiklal Mahkemelerinin sorgulanması ve eleştirilmesine her daim varım, eyvallah
Siyasi nedenlere dayalı olarak "idam cezasının geri dönülmezliği" kıstasının fersah fersah aşıldığı ihtilal mahkemeleri
İstiklal Harbi esnasındaki "Divan-ı Harp" işlevi gören harp mahkemelerini ayrı, Cumhuriyet döneminin devrim mahkemesi uygulamalarını apayrı görürüm kendi hesabıma
Ne ki, bir şiirin haksever vurgusu da olsa üslup kaçmışa benzer
Ve bu üslup hadiselerinde ne yazık ki standart bakamıyoruz çok kez
Diğer taraftan İnönü döneminin dış politika eksenli iç siyasete de yansıyan çifte standartları söz götürmez
Bunu en güzel ortaya koyan yaklaşımda dönemin Ankara valisine ait olmalı
Rahmetli Osman Yüksel Serdengeçti'de milliyetçi fikir ve hareketleri sebebiyle takibe uğrar
Vali Nevzat Tandoğan'ın huzuruna çıkarılır
Valiye milliyetçi, Türkçü bir mücadele verdiklerini söylediğinde; "Ulan öküz Anadolulu! Sizin milliyetçilikle, komünizm ile ne işiniz var? Milliyetçilik lazımsa bunu biz yaparız. Komünizm gerekirse onu da biz getiririz. Sizin iki vazifeniz var: birincisi çiftçilik yapıp mahsul yetiştirmek; ikincisi, askere çağırdığımızda askere gelmek.” dediği belirtilir Tandoğan'ın.
Dünyada Nazi ve Sovyet yükselişi evrelerinin İnönü döneminde iç siyasete ve hukuka yansımaları özellikle bireysel insan varlığını zedeleyici ciddi bir problem teşkil eder şüphesiz
Ne var ki, tek parti döneminin otoriter baskıcı eğilimlerinin realite üzerinden okunması; İttihat ve Terakki dönemi ve hatta monarşik bir tarihin izdüşümleri ve dünyada da yüzyılın ilk yarısının nasyonalist ve komünist totaliter rejimlere sahne olduğu gerçekliği dairesinde değerlendirilmesi de mümkündür
Nihayet hocam
Emek ve hakkaniyet ürünü bir yazıyı kaleme aldığınıza kani olduğumu özellikle belirtmek isterim, kişisel değerlendirmem ise naçizane düştüğüm notlardır
Saygı ve selamlarımla...
levent taner tarafından 5/5/2020 2:12:44 PM zamanında düzenlenmiştir.