- 640 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
DİYARBAKIR ŞİİRLERİ AŞK ŞAİRLERİ
TRUVALI HELİN
yüzün gökkuşağı / kader yağmuru
yüzün olgun aynalar sert duvarlarda
birikir mezarlar sarp doruklarda
saçlarında çocuklar saklambaç oynar
içerin nasıl da şarapnel çukuru
kalbin ayçiçeği / kök gürültüsü
kalbin harap mızraplar bağlamalarda
gülerdin Helin derdi dağlar taşlar
gülerdin / çöller göllere dönerdi
bir tenha küheylandı burağın arzda
kanadın kesilirdi altındayken
uçarcası gezerdiniz buzulda
gördü mü yerinde hiç duramayan
yetim yüreğim gibi uçuşurdunuz
Helin derdim / içini göğe kazırdım
Helîn derdim kışlarkuşlar kokardı
bakışların kızıl Mars tutulması
kanlara bulamışçasına hilali
kelebekler kükrer / palmiyeler üşür
tıslar tavşanlara çıngıraklılar
Truvalım bir ışığı çoğaltır durur
ellerinde masumluğun fil dişi
ellerinin kınasında çağlayanlar
ellerin nur ellerin nar ellerin
uzardın / kısalırdı zor mesafeler
uzardın gittikçe yeşeren Sırat sanki
kıldan ince kılıçtan keskin nefesin
can toprağında göz yağmurlarıyla
serpilen öyle bir lale ki kıdemli sevda
sultan zambağına çevirir sonunda
için / çığlık çığlığa erdenlik filizleri
için masumiyet günleri zamanda
gözlerin merhametin melikesiydi
Helin diyor poyrazlar kasırgalar
Helîn diyor deryada susuzluklar
göklerden serpilen karlar yanıyor
bağır kafesi yüreğe dar geliyor
gelseydin gitmeseydi bitmeseydik
tutuşsaydık ağarsaydık açsaydık
dağlardan püsküren lavlar üşüyor
özlem gayrı bekleyişe sığmıyor
SUSTALI USTURA
vahşi güzellik
yurt edindiği o sabıkasız yüzde kök salarak
püskürttü kalbi leylak
şehvetine
bulutsular çağlayan kör gecenin
oysa bendim taraçalardan süzülen duvak
bendim köpükten uçurtmalar çocukluklara
bendimi yendim
çiğnedim etlerimi güneşe serdim
bilendim dönüşene dek
sululuklar susuzluklara
bereledim tartakladım çitiledim dinmedim
katrilyon kameranın işte tam ortasında
insan insanı görmüyor artık Leydim
hızla giden arabalardan
hırsla uzayan lenduha betonlardan
derin korkularda kentin insanı
izdihamın olanca kaosunda
devamlı dualarda bilinçaltı
uğramamak için
hazla çoğalan azgın kaza çeşitlerine çağın
en tımarhanelik yaşında kurtlu dünya
soycular kadar soysuzunu görmedim
tırmandım, tırmalandım, tütsülendim
yaldızlı göklerin gölgeliğinde
kösnüyen bendim
Meteor Yağmurunda Perseid’in
göğsüme gömülecek bir yer beğendim
göğsüm ki tıknaz
kabuslardan arda kalmış donanma
göğsüm ki şahına kadar başkaldırı
zağlı yoldaşlar
zarplı boykotlar arasında
en felaket devrimdir inanan yüreklerin
aniden öpüşmesi roket sağanağında
oysa usturalar
dilsiz cellatlardı gözlerin gözlerimdeyken
birden susması bütün yaprakların
başlayınca türbendeki hışırtı
büyür döşümdeki sustalı
HÜCREME HÜRRİYETSİN
taşlı dar bulvarların
geniş gülüşlü saf yavrularına
düşünü çizmek senin
saçların lal gözlerin lal yüreğin
oysa vakit namlu
vakit tenhaya gebe
insan severken nasıl namuslu
ve ne çok dürzü
ürkek bir maralı
paramparça edip ardına bakmazken
cevherine en fazla cevherine
duru, argın, ceylansı
vurgundur oy kaşmer yürek
öğütlere uyacak hal değildir
ekmeğim, emeğim, tuzum geçmez
hıçkırırken kursağımdan
haşin celladından namert gurbetin
sızlanacak gün değil
vuruşacak zamandır
vuruşmak dürüstçe
vuruşmak şereflice dik alınlarla
korkak çoğa karşı cesur tek
vurulduğunu bile bile
mazlumlar aşkına siper almak
kitapsız vicdansıza
imansız yılanlara
indirmeden mertliğin façasını
budur onurluca yaşamak
budur bakışlarında
dağılmamın sebebi
bin yıllık su değirmeni
yiğitlerin kıraç damarlarında
tozan kadim candaşlık
Hızır duasıdır ninelerin ninnileri
öyle rahat sönmez sevda kandili
delikanlı topraklarda
çatmadan ecel nefesi
gevherine en çok da gevherine
yumurcak serçeler dolayayım
avluda dut
tandırda buğday kokusu koynun
sen hücreme hürriyet
ölsem ölmem bizi
KURŞUN TADINDA
göğsümden kopmak isteyen
düğmelerimin başı dumanlı
kavrulmuş kaynata ciğeri
kavrulmuş bebeler yokluktan
mermiler namlulara sürülmüş merhem gibi
haydutlarpusulara tünemiş sırtlancası
aldırmaz Rubjerg Feneri
yılların erozyonuna
hep mecalsiz denizcilere ümit
işte seni öyle sustum
asırlarca tamtakır kalmanın pahasına
kumdan kaleye
dönüştü içerim
tütünü sıvazlayıp koklarcasına
belalı bir puhunun
alnını okşarcasına
hovarda fidanları öpüp sararcasına
ağrım filinta yorgunu
bağrım nasıl da rıhtım
beklemekten habersiz yüreğini
karakteri tebdil kıyafet
bukalemun kurnazlar çağındayız
sürûrun, kızıl ve asi
sürûrun sapına kadar riyasız
nasıl söylesem
korkunç güzelliği uçurumların
bakışın çakır
bakışın çakmak çakmak
bir damlası yeter görklü yangına
mahrem gözlerinin
magmasında divane firari genzim
karadelik gibi derin
mahcup gözlerinin
kubbesinde köz köz izmarit izleri
yorgun Deve Hamamı
mazinin hayalet pusuna gebe
kasnaklar üzerinde canım sekiz köşeli
suyu devadır yüreğin gibisi
desteklerin gayrı dizleri tutmuyor
köşelerde uzaktan seven çocuklarcası
Fırat ile Dicleyi kendinde kavuşturan
dile gelsin Basra körfezi
gelsin ki şahid yazılsın
alın yazgımıza Anadolu
FOSFOR YAĞMURU
ölümler kokan Dicle yorgun
onca öç onca savaş onca acıdan sonra
çözülür Ararat
dağılır Munzur
coşmadıysan taşmadıysan aşmadıysan
bürünür sislere Turcel
düğün günü vurulan körpe gelinler gibi
gayrı figanlar bile kocadıysa
şimdi söylenecek en güzel türkü barıştır
şimdi yazılacak en civan gazel kardeşlik
kendini parçalar Mezopotamya
matemler düşmek ister yakamızdan
iki avuç arasında çaresiz
çömelmiş tüten yüreklere
vurgundur kahır
çetin imtihanların ağarmış toprakları
feryatların kültüre
dönüştüğü coğrafya
bir yazgıdır ayrılık buralarda
bağdaş kurmuş divanlara kadim garibanlık
işte böyle bir umman içinde nefesinin
izini sürmek asırlarca
mahsur kalmış susuzlar timsali çekiç çekiç
çağlar küheylan Fırat
süzülür nazenin Nil
kaburgamın mücevher kemiği sızlar
çatlar durur bir hasret
bağrın çakmak taşında
sevdanın yollarında ezilen emekçiler
birleşir ahraz boykotlarda
aldırmaz Leylâlara karşı
vadilere oyulmuş yetingen evlerde
Nebî hazretleriyle Aişe anamızın
kördüğüm vefaları
düşü delikanlımın
eflatunlar maviydi ebabil göğümüzde
hele damlasın sesin
ve sessizlikler bile goncaya durur
pekmezli karlara yumulur ocaksızlar
yeşerir kor çakılar haydarın bağında
durulmaz Karacadağ
kesilmez Van Denizi
evleri sahra basar
dinmez gönül kanseri
SATIRLARIN SADRINDA
ceylanın ırmağa uzanışıydın
başbaşa kalışıydık kuğuların
nereye gidersek gidelim hep
başka bir yerlede çok daha güzel
ömrümüzün olma ihtimalinin
verdiği çılgıncası o hicret hissi
göğsünde yelkovan sesleri
perili şatolar mezarlıklarda
fayanslarda beliren korkunç yüzler
tavanlarda kuzgun kahkahaları
şimşekli gecelerin cadılar kurultayı
iskelet kadehlerde
baygın kan şarapları
budur ayrılığın attığı düğüm içerde
gurbetimin ruleti
kalbin kendine sorduğu cevaplardın
bakışların dalarken uzaklara
dalarken; ummanda yunuslar sanki
ulu ruhlar nasıl da dalgıç
Kudretullah deryasında
sütunlar ki çile tuzundan mermer
mermerler ki tatlı sularda bronz
içlerin göklerinde
Kamançe figanları
suyun susayışıydın susuzlara
boraların dağılışıydın alabroslarda
güzeyler törpülerdin
suçsuz aşklar işlerdin çağalara
var olan O’nunla var
yok olan O’nunla yok
Allahsız ne varlık var
Allahsız ne yokluk yok
ölür gibi yaşar gibi bilirdin yakîn
tek bağımsız Sübhân
her şey bağlıdır kutsal iradesine
olmayacak olan
olmayacak olmayan
kadim sakinleriyiz kün bahrinin
içimizde kasatura sessizliği
jilet yağmurlarında
yüreğin yumruk gibi sıkılışıydın
bir düştük
uçtuk gittik
KIŞ DALGASI
boş kovanların
başı dumanlı boş kovanların
yayılır namlulardan
ağır tütsü
tütün tarlası ateşe verilmiş
bıçak sırtında denge
aynı tende iki can
alnımın çatında mermini taşırcasına
tutukluk yapmaz yürek
kralına değin vurgunsa
sedef bulutlar
niyaza durur
uzaktır türkümüze
uzaktır bir başına neşemize
pistonlu müsteşarlar
banknotun baronları
kıvraktır Cânâ
omzumuzda ötüşen ebabiller
filinta tetikler ki
el pençe divan önümüzde
aygındır bazilikan
camilere dönüşen
tapınaklar baygındır gülüşünde
yalın ayak sabiler
koştursun ensemizde
fukara sevdam
kıbleye dönsün
öpüşür fişekler göğün göğsünde
fişek yatakları yetim
ve çakırkeyif güllerin dansı başlar
seni karanfil dağında
nazenin bağımda seni
sarıldın mı hakkını verirdin
cengaver sevmelerin
aynı tende iki can
erimek mısralarca
can küskün can hükümlü can zemheri
nereye göçersen göç hep aynı
fezayı soluyacaktık
buz tutar dalgalanan visalimiz
dişlerin Albatros
seni deniz
beni kan tutar
VATAN MARŞI
bir vatan özlüyorum
yere düşen ekmekler öpülsün başa konsun
çocuklar akşamları sokağa çıkabilsin
bebek gülüşleriyle gecemiz de şenlensin
bir vatan diliyorum
şairlerin emeği zinhar boşa gitmesin
kentlerden köylere göç yoğunluğu yaşansın
ağaçlar, hayvanlar, insanlar katledilmesin
bir vatan istiyorum
kimse aç, susuz, evsiz ayazlarda kalmasın
yetimhanede yetim canlar unutulmasın
kimsesiz ihtiyarlar aranılsın, sorulsun
bir vatan susuyorum
fırsatçılar el-Mâlik mülkün stoklamasın
ahbab ahbabı aldatmaya kafa yormasın
en güzel uyanıklık; masumluktur, bilinsin
bir vatan arıyorum
tüketim değil üretim yaşam tarzı olsun
herkes helalinden evine ekmek götürsün
insan insanın namusuna göz dikemesin
bir vatan seviyorum
faizden, kerhaneden, hırsızlıktan kaçılsın
kumarın kurumları vakıflara dönüşsün
kimsenin kızkardeşi mal diye harcanmasın
bir vatan ağlıyorum
devlet kapılarında analar ağlamasın
kan davaları bitsin; yiğit zalim olmasın
şeytanlara kölelik devri sürgit son bulsun
bir vatan soluyorum
dürüstlüğün, doğruluğun rüzgarları essin
iyiliğin, güzelliğin ayçiçekleri yeşersin
bencilliğin, kötülüğün hep nesli tükensin
bir vatan kazıyorum
kalplerin kalplerine çakısıyla hikmetin
kardeş kardeşe namlu değil kucak uzatsın
sıvasız hanelerin bağrına matem düşmesin
HİJYEN NÖBETİ
ejderha kanatlı dinozorlar
dev yarasalar gök denizinde
haykırmak isteyip de
hakıramayan feryat
çatlatır duyuları gümbür sessizliğiyle
ruhlarda parazitler
savaşta akyuvarlarla
vuruşur kuzey ışıkları obur karaltıyla
çarpışır sürüngenler
toprağın döşeğinde
lavdan kıskaçlarıyla cehennem akrepleri
cennet yengeçleriyle
göğüs göğüse keskin
zakkumlar ihtiyatlı duyargaçlarda
dekor seyelânında
hipnotizma notaları
okyanus evreninde uzaylı ahtapotlar
dans eder terörden fener balıklarıyla
Hevsel cennetinde süzülen şahinler
öpüşsün seher rüzgarıyla
nefesi ciğer kokan çocukluklar
uçuşsun yokuşlarda
bir ben ki bendedir bende benliksiz
bir sen ki sende sendelemez sensiz
rengarenk denizatlarına
biner düşlerinde çaylak yarışmacılar
pamuk şekerlidir bulutlar
suçsuz güzbatımında
rahipler manastırda hep ortaçağ
ruhban kült tüccarları gibi ortadoğumun
savulun pasaklılar, hijyen sırasıdır
Meryem gülüşlü kızların
Muvahhid Devrimi yakındır
tenyalardan arınmış doğallık zamanıdır
sadece Saadet Asrı tütecek olan
bakterilere ölüm
antikorlara doğum
TOPKAPI SAATİ
Payitaht Güllerine ithafen…
I. Avlu
yağlı kementler
zağlı Cellat Çeşmesi
şifreli usturayla kazınmış suçlu kelle
Saltanat Kapısında adaletin sergisi
bazen semiz günahın
işte Saray-ı Cedid
bir cin mezarı gibi ürkünç Aya İrini
çevresinde nazenin saray atölyeleri
Bâbüsselâma durur
iki büklüm cevherim
Fâtih’in yadigarı günler yâdıma gelir
yalnız Hünkar yontları
sığar bu mert kapıya
arşivlerdeki kadar civan
heybetin vücut
buluşuydu Bâb-ı Hümâyun
yüreği açıktır zulme uğrayan herkese
mazinin fettan
günün pişman
mazlumu olsa bile
II. Avlu
işte Divan Meydanı
ulûfeler yağdırtan kadim cömertlik
galebe divanlarında
başlar zarafet gazâsı
parıldardı avluda Sadrazam kavukları
Adalet Kulesi tavlı
Divanhane yoluna
konmuş öter selam taşları
lâyihalar sunulu arz odalarında
sallanır adaletin kılıcı
Adalet Kasrından mahcup boyunlara
salınır zülüflü baltacılar koğuşunda
saray mutfaklarında
Akike kokuları
Sancak-ı Şerifler serdarlara
yeni teslimleri bekleşmekte
Saadet Kapısında
III. Avlu
dört burmalı sütunlar
Baldaken tahtlar aşkına
Enderun avlusunda Has Oda nağmeleri
Mukaddes Emanetler
sığmayacak kadar görklü engin yapılara
işte hazine köşkleri
kale içinde kale
gönül dibinde gönül
Arz Odası önünde lezzetli şırıltılar
fenerli tercümanlar üstünde
çevik Saltanat Tahtı
sedeften, fildişinden
işte Enderun kütüphanesi
nakış nakış külliyatlar dizili masum
dolaşır Fatih Köşkünde cesur yankılar
terütazedir henüz
Yavuz Sultan Selim mührü
firuze mücevherler
mücevherden vitrinler
gürül gürül şamdanlar hazine koğuşunda
Harem-i Şerif puşideleri
aydınlık bir karanlığa boğar ipekleri
şadırvanlı sofalarnasıl da bebek yüzlü
ey kapalı kapılar açan
bize hayırlı kapılar aç
Kuşhâneler ambale
aynalı tonozlar ihtiyar şimdi
hükümdar sediriyse
dipdiri Sultan Murad’ın
gümüşler üzerine altın yaldızlı
Kilerli koğuşunun
iç çeken kaşlarında
emek kokan çehreler belirir durur
padişah portreleri hazan
payitahtın özüne
kıvrılmagünüdür
toprağın sözünden çıkmayan gülün
toprağın sözünden çıkma günüdür
duyabilen ruhlara
haykırıyor Peygamber kılınçları
çöken yıldızları çeken kara deliklerin
gama ışınlarında
tarihi bükme vaktidir
IV. Avlu
çift sıra sütunların
engin revaklara dizildiği antik bahçe
dile gelir Mermer Sofa
güzü güzideliği güzelliğiyle
Erivan bergüzarı
Revan köşkünde tinler
yâr sekizgen köşeli
salınır Bağdat köşkü
aşkın topraklarında
çinilerin döşünde
nabzı atar tevhidin
eyvanlardan pencereler
fırlatır ateşten oklarını
narin sevgililerin masum bakışlarınca
nişler elpençe durur
ceylan derisinde ince nakışlar
ve aniden uçacak
gibi kuş figürleri
tombak kafesli top askı
gümüş yürekli mangal
İftariye Kameriyesinde
hazin besmeleydin
için dört mevsim
mahzun mehtaplık
bense Sofa köşkünde
Osmanlı rokokosu
mücadele yıllarının
hüzünlü payitaht sokaklarını
birdenbire hatırlatan
Mecidiye Kasrında
tütünler sardım tüttürdüm
ufuklara bakıp maziye daldıkça tüttüm
kuruyup çöle dönen bir göl gibi
kalbim nasıl da Aral
nasıl da hasret güne
omzumda damgalı neslin aşı izleri
ruhum sığmaz ruhuna
Haremi canhıraş bir gazelseli basar
aralanır Cümle Kapısı
matemli nefesler yüzer
Veliaht odalarında
pencereler içinde nezih çeşmeler
oluk oluk kan kusar
HÜMA MEVSİMİ
mermilerden bir tesbih
çeker yorgun yüreğin
alınteri karışmış fağfurlarda
atar ecdadın nabzı
bizi böyle derbeder bırakıp gitme Hüma
bizi uçurumlarda
böyle sarkıtılmalık
sen ki zayıf kuşları yutan yırtıcıların
korkulu rüyasıydın
kadim amazonlarda
tiranozorlar gezer antik kayıplığında
bizi böyle fersude
bırakıp bitme Hüma
sen ki cennetin kuşu
kuşların melikesi
berrak kanatlarında ehvenlerin ahseni
boya gökkuşağına
uçuştuğun gökleri
körelmesin rengarenk ıssız umularımız
vaktin ihtiyarında
yetim ve garibanız
vaha içinde sahra içinde vaha içre
kısraklar bünyemizde
koşturur yarım kalmış şanlı tarih timsali
bizi böyle umarsız
bırakıp ötme Hüma
tozu dumana katan yıldırım toynaklarla
kalkan gibi bilekler
kopan tekbir sesleri
vadilerden akın akın çağlayıp da coşan
muvahhid nefesleri
tevhid türküleriyle
dalgalanan depremler
akışan fırtınalar tamudan kanyonlarda
gidişin kıyametim
bizi böyle kabristan
bırakıp gitme Hüma
ÜÇ VAV
içten içe çürüyen hınçlar
karaya vuran deniz kabukları
evini can yoldaşı edinen
yoldaşlarına göre şekillenen
vefalı keşiş yengeçleri kalbin
içim nasıl da kazaziye
üç vav gibi birbirine kenetli
bir gezegen olsaydık seninle
aksaydık kendi yörüngemizde
sevdamızın meyvesiyle
daireler aynalar birbirine
yuvarlaktaki kadim sır
semahların cezbedeki esrarı
vurur rıhtımlar denizlere
dönüşler geçer durur kendinden
tekrar da bir varıştır bilenlere
duruşlar da gidiştir bil
gidişler de duruştur bu dergahta
akışlar da yüzüştür gökte
yüzüşler de akıştır suda
susuşlar da susayıştır çeşmede
susayışlar da susuş çöl gölünde
kenetleniş ne büyük yolculuk
benlerin eriyişi adeta
biz labirentinin karanlığında
bir karanlık ki baştan ayağa nur
aklın şimdi dönen bir topaç
çıldırışların arenasında
şimdi en emin liman vicdanındır
ve sığın dur sığmayana
bir an saati durur şimdilerin
toplanır çemberlerin sofrası
SİYER MEVSİMİ
asıl şimdi ıssız
Tihâme çölleri
âlemi bağrı yanık
bırakıp gittiğinden beri
sadıklara şahid
Akabe körfezi
şahid peygamberlere Usfân vadisi
acı Tifle kuyusu
tattığından beri mübarek yudumu
yüzyıllardır nasıl da tatlı
bir de göklerden bak Mescid-i Haram
nasıl da atan beyaz bir yürek
kalbim Şuayb mağaraları
fışkırır içimde on iki pınar
çağıldar sesinde
mazlum on iki imam
ham taşlardan bir Musa mahareti
vadideki sunak
dağlara yontulmuş heybetli evler
şimdi bir mezar gibi miras ibret-i aleme
kurudu tapılan Eyke ağacı
kahroldu yedi fal okları
yerinde yeller esiyor putların
şimdi bir mezartaşı Petra
yeşil demirli cami pencereleri
zıvanadan çıkarmaz aşk kendini
Busra serinliğinde
hacılardan gelen esans kokuları
çağın erdemliler sözleşmesi
saraylar sarayı Nur Dağı
tahtların tahtı Hira
bizim kahramanlarımız
pelerinli değil sarıklıydı
zırhlı değil cübbeli
sonuna kadar Rabbine güvenen
Ahbeşeyn Dağının
Ninova Cinleri
alır Resulullah duası
Mirac kokar rüzgar
vadiler, koylar, semalar
sırlar sırrının beşiğinde
aşkın son sedirinde
gönül gördüğünü yalanlamadı
gönül gördüğünü yalanlamadı
gönül gördüğünü yalanlamadı
Biat Mescidindeki kadim tablet
kadar yetim şimdi yorgun yüreğim
girdiği evi mabed kılan adamlarca
yükselen çadırlar aşkına
çalkalanır Kudeyd vadisi
sevilmekler boy atar
böylece kazandılar
alemlere rahmet güle
dost akşamlayanlar
selam Uhud dağına
selam Fuad Dağına
selam Bedir kuyularına
yetim bir hüzündür Ebvâ
serilmiş soframızın göğünde
dokunaklı Ayneyn tepesi
umudun yorganına
sarılan yüreklerde
Takva Mescidinin sarsılmaz ilkliği
yetimlerin en güzeli
satın almış arsayı iki yetimden
Mescid-i Nebi için
Hakk hükümranlığına
ne muhteşem bir bürhan
Kıbleteyn Mescidi
gazveler ve keşif seriyyeleri
sadakatin başkenti
gazâ meydanlarıydı
aşkın kâbesi
komutanlar komutanı Resulullah
toprağa düşen
bir kozalaktan
kocaman bir âlem yaradan Allah
tarifleri aciz bırakacak kadar
sonsuz büyüktür
akın akın melek ordularının
indiği görklü zirve
dile gelsin de sarsılsın göğümüz
Rabbini zikreden rüzgar sesleri
görsel bir ziyafet kum taneleri
Arafat kokan
Üveys hırkası
şahlandırır gurbetlerde hasreti
abdullahların kökten doğruluşu
haccac-ı zalimlerin elim sonu
kadim bir sancaktır Ariş Mescidi
vakarlı minareleriyle
hatırlatır mübarek şehadet parmağını
heybetli hünkarımızın
Uhud dağı sever bizi
biz de Uhud dağını
insan bir dağla kardeş olur mu hiç
kardeş dağlarımız var bizim
kardeş ırmaklarımız
kardeş yıldızlarımız göklerde
dosttur cümle âlemler
daim Hakk dostlarına
haykırıyor çağın abdullahları
okçular tepesini terk etmeyin
kanmayın o deccal saatine
işte aslanlar gibi Hamza Mescidi
üfler durur sırlar sırrını
hurmalıklarda şehadet kokusu
kırılır Fadîh beytinde
bütün şarap testileri
düşer Marid kalesi
Ahzab gazvelerinde
bir yokuştur yaşamak
hendeklerde akan cennet rüzgarı
korkudan ağza gelmiş kalpler
düşmanın kalbine kazınmış panik
Safrâ ile Bettâr en önde
bir anıt gibi yükselir Hudeybiye
mazinin mübarek sesleri
uğuldar sımsıcak atmosferinde
selam olsun biat sıddıklarına
Necaşi ve Haris ve Münzir
Umman krallarına
boyun eğen hükümdarlara selam
ve başkaldıran
firavunlara lanet
efendimin rahmet mektuplarında
oysa felah reçetesi cihanın
mübarek mancınıklar
ne sanatsal deşmişti
siyonist Hayber surlarını
bir nefhada sevinen hurma bahçeleri
göklere yükselen sancak
yankılanır Mûte zaferi
Zeyd ve Cafer ve Revaha
rahmet eylesin Rahman
ve işte Seyfullah orada
ellerinde dokuz kılınç kırılan
hüzünlü Uhud gününde
hakikatin safında olmak ister gibi
vuruyor hakkın hasmına
Diyarbekir’in Süleyman mabedinde
yüzyıllardır akan bereketli sular
Halid’in şehadete olan
cezbedar sevdası sanki
dönüp dönüp vuruşanlara
tozu dumana katanlara
selam hak için durmayanlara
Kureyşliler sana verdikleri
sözde durmadılar
seninle yaptıkları sağlam
anlaşmadan caydılar
kınından sıyrılmış dolunay
gibi şakıyan zağlı kılınçlar
uzaya uzanan bir sancak sanki
mübarek fetihle Mekke
serden geçmiş beş birlik beş koldan
akıyor cihad nehri
mükerrem sokaklarında
işte aşkın asâsı
işte devrilen yüzlerce sanem
çünkü bir kez geldi mi hak
bâtıllar yokluğa
mahkum daima
cahiliye adetleri
şerli kan davaları
saptıran cümle bidatler
şimdi kutlu ayağın altında
şimdi aşka her yatsı Kadir Gecesi
bir çığlıktır Huneyn vadisi
civarında bir avuç ashab kalmışken
bineğini gavurun üstüne süren Resulullah
O ki alemlerin en cesur Abdullahı
bir ay mesafedeki
düşmana korku salan
kalbini tam kaplamış Allah sevdası
aşkın evine dönmüş cihad meydanı
mübarek avucunda
gülleye dönüşen çakıl taşları
yağarken üzerine düşmanların
savaşın seyrini
değiştiren mucize
aşıklarını yalnız bırakmaz Hakk
iniyor görülmemiş melek orduları
zaferler zaferleri kovaladı
kınından sıyrıldı Huneyn Günü
ne güzel bir şahid Hüda Yolu
ne şanlı bir fetih Taif Fethi
cesaretin nişanesi Tebûk Gazvesi
esaretin hengamesi bitmekteydi
putları patlatma seriyyeleri
bir öğüttür şu çağdan bu çağlara
bir peygamber bir sıddık ve üç şehid
Salih’in kentlerinden geçer iken
konuştu Rabbini en çok seven
Yürek hazretleri
“nefsine zulmedenlerin yurduna
ancak ağlayarak girin ki
onlara isabet eden musibet
sizlere isabet etmesin”
kaybedecek neyin var
zincirlerinden başka
ey çağın müslümanı
işte Saadet Asrı
işte zekat memurları
işte adil yasaların yargıçları
kılınçların gölgesinde gör orjinali
gör olman gerekeni
Sevr mağarasında
örülen ankebut ağlarının
üstünden henüz on yıl geçmemişken
kadim İslamiyeti
koca Arab yarımadasına
hakim kılanı tesbih et
Sevgililer Sevgilisi ki
unutma vefat vaktini
maziden son anlarına değin
damarlarında dolaşan zehri
yine bir yahudi etlere zerk etmişti
suya dalan mübarek eller
kademli vechine sürülen
ölümün sekeratı vardır ölümün
mukaddes yolculuk nereye
Er-refîki’l-a’lâ!
kim Rahmân’a tapıyorsa
bilsin ki Rahîm ölümsüzdür
evet Hû gitti
ama sünnetiyle yanında gibi
hicrî 1440 yerinden
Hakikat Medeniyetinin
emin yiğitlerinin
ölmeden ölmeyenler
dirilmeden dirilemezler
BEHRAMPAŞA
muhteşem Selimiye benzeri mimari
Mimar Sinan üstadın ustalık eseri
sekiz sütun gövdesine taşlardan
birer kördüğüm atılmıştır sanki
kimsesiz Suriçi’nin dilsiz sokaklarını
bir şölen yerine dönüştüren incelik
eksik olmaz rahmetli avlusundan
çocuklar, kediler, kuşlar, böcekler
gelin bir de buradan izleyin gelin
haşmetli İslam medeniyetimizi
karnaslarda Süleymaniye ihtişamı
kitabelerinden belli Sahabe şehri
minberinin külahı çiniyle kaplı
kapısında bir şaheser su mermeri
satranç kufiyle yazılmış dört koldan
semah eden Habib-i Kibriya isimleri
kuvarsı cezbede kendinden geçmiş
İznik çinileriyle kaplı kadim duvarlar
mihraplarında saflığın ülküleri
kara bazalt taşlarından bir şiir sanki
saçı örgülü yıldızlar iç mukarnaslarda
döşü geniş kubbesiyle muntazam estetik
metafizik gerilimler tozan ışıklarında
vakardan metaforlar dimdik sütunlarında
sekizgen yapısıyla; hazin yalnızlığıyla
âlî devletimizin bir türbesi gibi şimdi
diktörtgen boşluklara dolan yaşamak azmi
ecdadın ervahını hissettiren külliye
geçmişle geleceği buluşturan bir meclis
Mimar Sinan’ı Şeyh Galib kılan taş üstünde
kalbi Dicle diye çarpan bahtın rüzgarında
bir çizgiydi bulutlardan Behrampaşa Cami
ÜLKÜMÜZ DEVRİM
genzimde bir sergüzeşt
koynumun merkezine kadar kıvrılan
kanırtan hınzır hevesleri
sisleri tırmalayan haylaz açelyalar
sensizliğin biz kokan kıyametiyle
aşka hadım edilmiştir
içimde açılmayan mühürlenmiş mektuplar
yağar tırmalarcası sandukamın kürküne
gençtim kısrakların
toprağa hazla saplanan toynakları kadar
gençlikten burağanlar biriktirdim
yatağanlarla doğrarcası
kara kutusuna kadar ciğerlerimin
vurulmak neymiş bildim
mahralarda sahralar uzanıyor
dünya kıyameti sonuna kadar hak ediyor
çırılçıplak armakçılar
kirletirken oğuzluğun hisse senetlerini
dosyalar artık yırtılmak içindir
yargılarından habersiz yargıçlar
şimdi haksızlığın ayetleri
akıyor budunlar sokaklarında evrenin
kurganlar artık çöküşlere mahkumdur
kutaylar kervanlarda
yeni bir cihanın rüyasını çığırmakta
bilge taşralardan
çaylak şehirlere ihtar
orada bengi yaşamaklar
burada tadımlık yalnızca
çocuk sevinçlerinin koşturduğu evlerde
ölümlerin o yetişkin ağır
kulak zarlarını sağır eden
şimdi suskun çığlıkları dolaşıyor
öyleyse acısını dindirmeli vahşetin
bir yağız hünkar korkusuzca
herkes beklenenlerin
peşinde aynalara bakamadan
imgeler alışıktır kırılmaya farlarda
pusumda aşiret bozkırları
güneşin yerini tutar
kozmosunda fantasmalar
bir gökçe hicret kadar mevzi tutar
sarıklara havlıyor kanişler
yağlı köy sabunu kokmuyor yaşayan leşler
kentlerde ceset nehirleri
yıkılan köprülerden
örülen duvarlara üzülme sakın
körpe labirent olur
buldurur birbirimizi
kavganın gümrah memelerinden
yaralar emzirdik hep yoldaşlarla
kaslarımızı gırtlağına değin sıkıyor
kol muskası pazıbentler
can evlerinde tamudan yuvalar kuran aşk
palazlanıyor çıngarın
kanla sulanmış tarlalarında
ülkümüz devrim
insanlığı hunharlığa neşter kılan
huylanan döl döşekleri
doğumun görklü kuzey ışıkları altında
yepyeni bir doğruluşa gebeydi
çapa yapan kadınlarıngölgesinde
ter bezinde kundaklar benim yerim
ülkümde devrim
yıldızlı geceye dönüşür sevgilim
ipiltiler esintilerin
kanına karışıyor ıpıslak ıslıklarda
tezgahlarda işveli ciddiyetler
ne denli serpilebilirse som kapanlarda
o raddeye kadar kuşmar
dağılan nazenin saçların
tellerinde yürüyen cambazlar cudam
betondan putlara tapan
çinko patronlarla haşrolan
pazen entariler yağar militan ruhlara
dindirmek için hoyrat hırslarını cevherin
işte küstah yürekler
mutantan recimlerini kör emperyalizmin
boğazlamaklar için birikiyor
ülkümüz devrime kıvrılıyor
devrimlerimiz ülkülere
türkülere birleşen düşlerimiz
lügatlerde sevmekler
yeniden tanımlanıyor
durun ve hayatla yüzleştirin çehrenizi
oysa haylamaz dibine açan hiçbir domur
huysuz langustlar
pavkırışlara boğuyor yeröteyi
tıpırtılar tıkırtılarla sevişiyor
tenha kaldırımların damsız yalpılarında
fısıltılar boranlarla
can kırıkları karıştırıyor damarlara
kalın bıçaklar kesemiyor ince tülleri
karıncalanıyor ergen yerlerin
yaşlanmayan gözlere küflenmek yasak
işte hipnoz edilmiş metropol köleleri
tiryaki egzoz dumanlarına
özenti vitrinlerde hep janti sömürgeler
bir fiyasko gibi geçenlerdir
sokaklardan caddelerden bulvarlardan
onlar asıl kazananlardı
panjurların satır arasında oksitten
mısraları sökebilen şairler
besteleyecek tutunamayan galipleri
kapitalist yaşayıp komünist küfredenler
rezaletsel rüsvaylığa mahkumsu
sustum susulacak ne kadar kağnı varsa
mecnunlar yüreğini tükürüyor sahraya
düşlüyorsun eriyene dek beynin
kaynayan bir kazana dönüyor kelle tası
ışığa yumruklar attıran sendin
zarfında güzbatımı fırtınası
taraçadan süzülen matruş papatya dansı
kardan çocuğa döner cıvıldayan nefesin
aynaları sırlayan cıva gözlerin kokar
çakılır vidalar derisine şehvetin
gün gelir ülkün de devrilir
türkü çığırmaya başlar devrimin
değişmez sandıklarından doğar ilk değişim
alaturkalar alafrangalaştıkça
dumura uğrayacaktır çağdaşça
şen olası raconlar gereğidir
kan damlaları birikiyor kum saatinde
tütüyor fişek tarzı miğferler
dünya kıyameti sonuna dek hak ediyor
bileniyor delişmen pençeler
PALAMAR
en tatlı yerinden başlıyoruz acıyla
uzun bir dostluk için tanış doğmaya
tüneller geçiyor ufkumuzun
suyu alevcil raylarından
avucumuzda elmastan cellat baltaları
kafatasları akıyor damarlarından
kendine bile hayrı olmayan şıllık şehrin
gül kokuyor çekiç sallayan yumruklarımız
madrabaz bir duvarı yıkmak isterken
ruganlar ve urganlar dans ederdi
babam mermere vurur ıslak takunyaları
saçlarında abdest sağanakları
bakır yapraklar dövüşürken rüzgar anneyle
habbeler bostanına serpilirdi
şehvetle kovalıyor hırslarını
sırtlanlar ceylan derisi koltuklarında
işte inanan imansızlar
birleşmemek için birbiriyle yarışıyor
yaralar fışkırıyor yerküreden
yanar lavlar püskürüyor insan dağlarından
ergenlerin ezdiği öksüz bir kızancası
kızgın mızraklar girip çıkar
kaba etin sinirlerine sivri ve ince
sonrası yongalı çelenk taçları
vapurlar kaçamıyor çünkü palamar
kıyısız pektirendazlıkla
ayrılmak istemiyor artık hiçbir kıyıdan
hiçbir iskeleden hiçbir limandan hiçbir
şarjörler şarj edilemiyor
şırıldayan damarlarımdan iğneler söken
kendim kendinden geçemiyor
oysa banklar bankalar banknotlar yakarak
fırlatıp boyun bağlarını denize
gömleğin ilmeklerini koparırcasına
devasa bir gökle içten sevişmek isterdim
iliklerime kadar tefekkürler kokturan
semalarla aramda semahtan bir palamar
feleklerdir benim uçurtmam
kendisi uçmayıp içimi kökten uçurtan
sonrası ardınsıra Roda
MEZARLAR MEZARI
her gün yeni bir başlangıç
eski günahlar ödevine
bir ödev düşün ki verilmeden alınan
ısrarla ve hevesle ve hiç usanmadan
işte öldüğünün farkında beynin
farkındalık sergileyen sinir uçları
kasları kasılıyor solgun cesetlerin
tabutlar, fetüsler doğuruyor
sıkışan gazlar ses tellerini okşuyor
dinle kalbim, ölüler bağırıyor
toprağın bağrında organlar çürüyor
iskeletler, dağılmaya başlıyor
üzerinde kemirgen bakteriler
seni sana senle sende hatırlatıyor
her dem yeni bir başlangıç
olabilir istersen gerçek başlayışlara
ruhunu gümlet yaşamak istercesine
cesedin patlamadan
tek bir fırsatın var eni boyu tek
iki gün bitti ve elde var bir
anla kalbim, son gün, iyi değerlendir
dünya ki, aşkını kanıtlama arenası
kuzu postlu kurtlar mağdur sürülerde
kellelerden kuleler dikmeni bekliyor
kabirlerin gömüldüğü kabirde
aşklar, nasıl da kendinden geçiyor
kemiklerden sıyrılan iliklerin canında
çarpışan kudret mührü Hakim’in
şahdamarını yepyeniye çağırıyor
dalgaların yerinde duramıyor
YENİLGİYE MERSİYEDİR YENGİMİZ
şimdi kimsesizliğin anıtı Gököz irkintileri
Şehzade Mustafa türbesinde asırlar deviren yas
yüzyıllardır ağlaşan Ulu Cami şadırvanında
hüznün gözyaşlarıyla alınan mahzun abdestler
külahtan kevsere inen cayır cayır katreler
her taşlığı başka bir matem şölenine dönüştüren
şimdi ne desen gecikmiş bir Muradiye saati
fildişi kaftanları aşkına hassasiyet müzelerinin
sıyrıklar hatrına; börklerden kubbelerin iliklediği
ve toylarda oylanan güneş yüzlü hükümler
tuğrul ruhlu, akın yürekli hünkarlar hayratına
öyle bir hû çek ki bağırdan; dem-i devranı deprem vura
zülfikar imanlı yeniçeri gülleri yeniden soylana boylana
“baş üryan, sîne püryan”gayrı kılınç kınına ziyan!
oysa tam burada; çınarlara, çimçeklere karışmış çiniler
buçuk kalmış rüyanın uykusuzlarını çağırmakta ısrarla
mükellefiyetler, muvaffakiyetler, mazhariyetler
berhudarlar, alemdarlar, mihmandarlar mahareti
aleyhtar çoğunluğa yeter güzelliğin azınlığı mümtazlar
akıncı canlar bilge hakanlarını bekler fetih meydanında
o vakit gün sizin gündüzünüzdür ey Müstahzar
gayrı geç ey Muhafız, bahadır ruhlar ordusunun başına
serden geçer gibi geç kaçınılmaz kader eyerine
yan bakmayasın; ne sağa ne sola
işte düşman Gargat ehli karşında
vur pençeni Kahhar aşkına, şenlensin çelik bilekler
vur mazlumlar hatrına vur, dile gelsin dilsiz gökler
yamalı sandukalar, ihtiyar revaklar hep seni
hevesi kursağında döşlerin burnunda tüter nezih kalbin
dallarında kandillerle duada Emir Sultan hazîresi
ve Geylani hazretlerinin sevdası muska bağrında
bir mezarı bile olmayan medreselerin buruk hayaleti
karabasan celladı olup çökerken sılamızın boynuna
gürbüz gürzler, mahşerî marşlar devri gelmiştir
şahid İznik surları, şahid Bursa kalesi
ikbalin aynasıdır Osmangazi nahiyesi
derviş nehirleri ummanlara delta kılan esrarı vefanın
coşsun da taşsın Oylat şelalesi gibi hararetler üstüne
fetretin bitiş mührü Yeşil Külliye
muştulasın müstakbel meşalemizi
RÜZGARIN KALBİ
kışta açan çiçekler gibiydin Dilbâ
kasımpatılardan doğma entarinle
çalı kuşları konardı dallarına
anadolu buğdayı kokardın sevdayla
bağlamalar dar gelir gönül teline
saldın mı saçlarını poyraza Dilbâ
kuzgunlar dönüşür üveyiklere
yağmurun çocuğu Pokut yaylasında
bulutlardan bir deniz önündeyiz
uçurumda uçurtma rüzgar yüreklim
ruhunu sal eyleyip uçacak sanki
avcısını bekleyen hazine gibi
ezilir bakışıyla kursak çimleri
yeşerir kuru kütüklerde filizler
evrendin özündeki canlılara
kuşatır damarların dünyaları
günde yüzbinlerce kez atan kalbin
nasırlı ellerinden belli azmin
gönül ışımakta gönlünü Dilbâ
harab kentte bağrı dökük bina âşık
cerrahlarda bulunmaz reçetesi
kurnalar, kandiller, dağ yılanları
fırtına nehrinde kağıt gemiler
derin ormanlarda ay kuyuları
adamın gönlünü göğsünden söker
kurnalar, kandiller, gece suları
bu dermana bir dert yok mu Dilbâ
bakışların deliyor değdiği yeri
kuzgunlar dönüşür üveyiklere
saldın mı saçlarını poyraza Dilbâ
bağlamalar dar gelir gönül teline
anadolu buğdayı kokardın sevdayla
çalı kuşları konardı dallarına
kasımpatılardan doğma entarinle
kışta açan çiçekler gibiydin Dilbâ
İSTİKBAL GAZELİ
doğrul, çığ gibi çökse de cümle gökler tepene
cehennem olup kudursa zemîn, zinhâr düşürme
mübarek sancağı çek, Allah için çek göndere
kulak ver, şühedâ kefeni dipdiri toprağı dinle
irkil, köklerine dön, dallarını sal ğarîblere
sal, huzurla yatsın ecdâd, sal en tekin sipere
habîb için sal; vatan, bilsin ki emîn ellerde
durma; nerde bir yara görsen merhem ol fevkine
dikil; senden de olsa dikil, zulmün üstüne üstüne
yurduna sahib çıkmayana sahib çıkacak yoktur
işte İslâm kıtası, kahrına taşlar, ne çoktur
yürü, yol yürüyenin, kuşan, pusat giyenindir
kısrak binenin, söz diyenin, erlik erenindir
sen çakıldıkça makber mazine dar gelecektir
diril, Allah için diril, mazlumlar mahşerindir
toplayacak cüzleri, hilâlden bir sûra, üfle
dönsün özüne vücûd; uzuvlar, gelsin dile
yapının tuğlaları kaynaşsın tâ temelinden
vaktidir, yetîm ümmet, taşmalı beytinden
yüreklere; mabetler îmar et ki, yürekten
azmini hiçbir pusu çevirmesin emelinden
ey şehîdoğlu şehîtlere her gün şâhid kesilen
yetmez şehîdoğlu künyen; savul zincirlerinden
sen ki üç derya üzre bir seccade; Anadolum
çınlasın zerrâtında -sâde Rahmân’a kulum-
durumdan değil safından sorulacaksın, etme
boğazla güdümleri, müslimsen haykır merdâne
nisyandır tercih zulmeti şerîat kamerine
eğil, ancak rükûda, cân ver, cânânı verme
kıyâmete dek yurdun; çiğnensen de çiğnetme
ey Millet-i Muhammed; dön Hakk’ın devletine
dön, Allah için dön, çehreni dînin hükûmetine
silkin; silkinmeyenler seyre pek müstehaktır
davran, değil mâtemler sana rövanşlar yaraşır
ARASÂT DEMLERİ
1
ellerinle yıkanırdı sebiller
buyrulduğun günden beri torpağa
dinmez cihanın şükür salâtı
semavat ruhunun yolunu gözler
müstakîm
ayinelerin sürmenelerinden süzülen
mutmain
Rabbinden razı yetimler gözlerin
martılar kahkaha koparır mücrimlere
kaldırımlarda kibrin ayak izleri
kasvâlarda bir çöküş
nasıl da belli yerin
pahadan müşterisi bulunmayan
çalımlı binaların içindeki boşluk içim
tarifi meslek sırrı
Edebullâhtan nazârın
oysa düğün derneğiydi göklerin
yoksa kıyâmet evrenin sensizlikten
çıldırması mı geri dönmen için
2
ölene kadar değil, öldükten sonra da
14 burç, Kâbe’de putlar, bin yıllık nâr
kurudu Sâve gibi
leyli fecreyledi Nur
kayıplara karışan Semâve vadi
ve buruk ülkerlerin güzleştiği feza
bir nefeste toz duman ayyûkun muhbirleri
ey kamerlerden asil yarılan sadır
yürüyen yağmur duası çocukluğun
nerdesin, neredesin, nerelerdesin
âkisi bilinen, sormadan edilmeyen
bir sayhalar katarı yokluğun
sireni sade dâhilden duyulan
altından damarlar akan bilekler
iştiyaktan pehlivan
gözleriyle konuşan mustazafları
gözleriyle dinleyen
Edîbullâha selam
3
sonsuz parmağında sonsuz marifet
Kudretullâhın, Haşmetullâhın, Yedullâhın
kalbet, kavlet, hıfzet, celbet, refet!
yaşlandıkça evren, gençleşiyor Furkan
ey varlığı zâtından
varlıktan, yokluktan evvel bulunan
inayet, şehamet, selamet lutfet
yaradılmaz Yaradan
yaradamaz yaradılan
vah ey! aralıklar çık aramızdan
bizdedir geçiş hakkı
ben | sen
geçmez bu sırattan
4
kaybolunca sis; geriye görüntüler
kaybolunca görünen; görünmeyenler
ne kalır kaybolursa görünmeyenler!
caizdir perçemi pençeme küffârın!
umman yanar, volkan üşür, eser sahra
beyaz duvaklarıyla salınan güverteler
yaslanıp Hayy zikrüne yığılan dalgateynler
tilavetlerin bam telinde açan Firdevsler
karışır birbirine
Ayasofya saatinde
5
bir beytullâh olarak
dönünce fıtratına
parlatınca leyâli devletlû lem’alarla
balkırı şeriatin mecelleyi boğunca
gerekmez yeni bir Boğaz teşrifine
gülüşünle kandilleri dağlaman için
derdim yâ! Ayasofya! tik! tak! tın!
şühedâ makberine sığmaz artıkın!
açıl Fâtihlerin mirası açıl
geber ayna ayna söyle banalar
altı bucak ve dört dal ve beş zaviye
martılardan bir deniz içerisinde
ney kıvrımlarında mukaddes kavsının
Erîs gamzesinde elbet bir gün
yeniden biter hilâfet mührün
HAYY
Bil, ölmeden ölmeyenler
Dirilmeden dirilmezler
Serilmeden derlenenler
Serpileni göremezler
Aşkı vurur yere, göğe
Can kıvrılır içten içe
Dipler düşer şu en dibe
Çökmeyenler bilemezler
Mahcupluktur son zirvesi
Dile değil sevda demi
Tadılmakla bilinmez ki
Duyularla içemezler
Aciz gönül, var öteye
Soyun da gir bu çeşmeye
Biz ıraktır ben diyene
Donmayanlar yanamazlar
Dal kırılır, içer özün
En duyulmazlardır sözün
Nereye bakarsam yüzün
Görmeyenler eremezler
VAHİD
Bir içre bir içre hep bir
Birlik, birlik içindedir
Birler, bire vabestedir
Bir çarpı bir çarpı hep bir
Birler sırrına er bir bir
Sır, birlerin birinedir
Bir hiçtir birliksiz birler
Birler birlikte tekbirdir
Birle, birlik ol, birleştir
Biri birlik paklar, bildir
Birden, biredir birbirler
Birsiz bireyler değil bir
Bire var, biri gör, yar pir
Biri dinlet, biri sevdir
Birden ayrılan bir hep kir
Bir kutlu soy biz kavmidir
NUR
Can cana canan içinde
Canan cana can içinde
Canlar cansızdır canansız
İç içe, içler içinde
Bir içtene vurgunum ki
Kamerdir baştan ayağa
Hatırlatır hep Sahibi
Aşk; temrin, cümle aşığa
Çember, çember içindedir
Dönüş, dönüş yolundadır
İz de, izci izindedir
Özü, közü, tözü birdir
Hakikat, tekrarı sever
Canı bir an cana değer
Anlar, canlar içinde şen
Sonlar, sonsuzlar içinde
Bir içim ki, hiçten hiçe
Sonu heplik menziline
İçten içe, geçten geçe
Yoklar, varlar kucağında
NURİ PAKDİL
Bir Cuma günü göçtün sen,
Yüreğinde Kudüs’ü saklayarak,
Bir Cuma günü yürekten,
Kanatlandın semaya ağlayarak…
Kapandı secdeye ruhun,
Sesinde çocukça sevinçler vardı,
Karıştı nuruna nurun,
İşte karşında sultanlar sultanı…
Tuttu elinden, aşk açtı.
Kudüs’ü hissettin serin nabzında,
Hürriyet koktu her yanı,
Mescid-i Aksa yeşerdi bağrında…
Bir Cuma günü göçtün sen,
Yüreğinde Kudüs’ü saklayarak,
Bir Cuma günü yürekten,
Kanatlandın semaya ağlayarak…
AŞKIN ŞEHRENGİZİ
ne canlar yakmış İç Kale
sararmış resimlerce
mahzun Viran Tepe
bereli havuşlarda tükendi nesli dinçliğin
bir küf tutmuş muskalar
bir keder karası bazaltlar bilir
nerden nereye solmuş
yetim Diyarbekir’im
nerde kimi ölmüş Yedi Kardeş burcu sesin
birden düşersin akla
başım gözüm ısınır
Eski Cezaevinde yel ıslıkları küsülü
Aslanlı Çeşme şimdi kıraçlıkla kınalı
kenti çoktan terk etti
Hamravat Selsebili
bir kuyu kendine düşer canımın tenhasında
eyvanlar serden geçip durur ciğer saatinde
bir sensizliktir gider
bin sessizliktir gelir
açılır çakı gibi Fetih Kapısı
yeni baştan çevik Fatihine
tel örgüler kuş olup uçuşanda
belki değeriz yine
On Gözlü köprüsünde bakır düşlerin
yangınlar gömülü
Süleyman mertliğinde
bir zaman abdestsiz çarıklarla
doluşmaya utanılan Sur
şimdi hangi hakirliğin mahzeni
abdal damlarımızdan mağrur çatılara
taşların boşluğunda zemheri
cehennem lokması kursağında
avlularda tükenmiş
dut çiğdeleri bağrın
boynu bükük nergizlerin saksılarda
vurulmuş haremlik
dökülmüş selamlık
kalmış Deliller Hanı
cinnete bir soluk
kırılmış mezarlarda buruk kuş lokları
hanayda kumruların
su kadehi burulmuş
kararmış bahtı fildişi kalkerin
namusun narin beli bükülmüş
durgundur Mesudiye
argındır Ulu Cami
yorgundur Dicle Kapı
fıtratına dönme günü Kırklar dağımın
bir şehir ki töresidir
nice kıtaların hey
selsellerin uğultusu serdaplarda
tulumbalar hasretinle taşmaktadır
Şeyhandede şelalesi
hazan olup yağanda
ahşab nar çiçekleri
sülüs hatları mevsim
nakşetsin sevdamızı Gelincik dağı
yüreğine hadisler mıhlı Nebi cami
Asur kalesinde kral mezarı bağrın
gözlerin gözlerimde dilsiz Malabadi
ve paygamber kabrinde
öksüz yara salardık
gırtlaktan revakların karanfil sokağında
umudun umudusun
çeyizlen Diyarbekir
Bilal YAVUZ