- 468 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Şem
Yıllar sonra büyüdüğüm eve geri döndüğümde her şey çok farklı gözüktü bana, ev mi küçülmüştü yoksa ben mi büyümüştüm? Pencere önünde kısa yaz gecelerinde sabahlara kadar romantik şarkılar dinlerdim. Yıllar geçecek ve bedenim ufalacak, tüy kadar hafifleyeceğim, o kadar ki önünden hiç ayrılmadığım o pencereden dışarıya doğru hafifçe süzüleceğim. Bir önceki akşam rüyamda olduğu gibi şehre kuşbakışı bakacağım ve ruhumun bedenimden ayrılmasını kutsayacağım.
Sık sık ölümün ne zaman kapımı çalacağını düşünüyorum, geçen hafta dünyada yirmi beş bin insan hayatını kaybetti, ben nasıl ruhumu teslim edeceğim? Nerede? Evet, daha yıllarca yatacak bu ağır yorganın altında ve terleyeceğim. Torunlarımın büyüdüğünü göreceğim ve acı veren bir umursamazlıkla sonu gelmez bir yaşama yazgılıyım. Ölmek için fazladan bir güce ihtiyacım var, şimdiye kadar şahit olduğum ölümler aklıma geldi, bir hafta boyunca iki dünya arasında gidip geldikten sonra hayata veda etmek ve hiç ummadığımız bir anda mesela haberleri izlerken ya da sıcak bir çorbanın ilk kaşığını mideye gönderirken yaşama veda etmek.
Belki de ölmek için önce kendini sevmeli insan benim en büyük eksikliğim bu olabilir , insanları ve en önemlisi kendimi sevmemek. Tek penceresi köye açılan kare şeklindeki odanın büyük kısmı boştu çocukluğumda , annem bu boşluğu kapatmak için çiçek yetiştirirdi. Eski yazı masamın üzerinde dört yıl boyunca öğrendiğim dersleri tekrar ederdim, her satırı defterime aktarırken tek işittiğim ses böceklerin yürürken çıkardıkları seslerdi bazen kitaplardan kafamı kaldırıp duvara monte edilmiş ecza dolabına uzun uzun bakardım, iltihapları iyileştirirken alerjiye yol açan ilaçlar, alerjiyi tedavi eden ilaçlar, travma sonrası davranış bozukluğuna iyi gelen ilaçlar, kalp atışlarını düzenleyen tabletler, suda eriyince portakal suyu görüntüsü veren disk şeklinde tabletler…
Ne kadar çaba göstersem de bütün anılarımı eski kağıt parçalarını toplar gibi bir araya getirmeye çalışsam da hatırlamıyorum, nerede gençliğimin en güzel günlerini içeren yıllar?
Kızıma almak zorunda kaldığım yuvarlak sehpa gözüme ilişiyor, henüz bir genç kız olmamasına karşın iş yerimde ağlamıştı beni bu çirkin evde yaşamaya siz zorladınız, üstelik en küçük odayı verdiniz, bırakın bari beğendiğim mobilyayı alayım. Kes ağlamayı! Demiştim, herkes sana bakıyor ama sonunda teslim olmuştu. Ağır masayı merdivenlerden iki kişi zorla çıkarmıştı. Yamaçlardan karşımdaki dağlara uzanan vadinin kalbinde, sisli bir göl var karşımda, adam boyu sazlıklardan göçmen kuşların havalandığı yumuşak ılık bir bataklıkla çevrilmeli, yatağımdan kalkmayı becerebilir ve pencereye ulaşabilirsem eğer göreceğim, travma sonrası davranış bozuklukları sergilemeye başladığım yıldan bu yana kendimi yaşlı hissediyorum çok yaşlı ve ölüme yakın, yatağımdan kalkacak gücüm yok, düştüğümden beri yürümek , boşlukta tehlikeli bir şekilde süzülmek anlamına geliyor gözümde; oysa o sırada herkes bana baksın diye bekliyorum, büyük kızım , küçük kızım, büyük oğlum ve küçük oğlum, Şem de benim gibi yasta ayağa kalk diye bana üstelediğini işitiyorum, sesi sanki çok uzaklardan derin bir mağaradan yankılar yaparak geliyor kulağıma, kibutzların ilk bebeğiydi; ilk adımlarını seyretmek için herkes yemek salonunda toplanmıştı kimi öfkeli, kimi kalbi kırık, katı bir ideoloji nedeni ile koparıldıkları gurbetteki küçük kardeşlerine kendi çocuklarına gideli beri bir daha göremedikleri ana babalarının sevgisine duydukları özlemlerin hepsini, o yemek salonuna yığmışlardı sanki, gözleri parlayarak bakıyor, yürümesi için yüreklendiriyorlardı, hem onun kendisi için hem de ana babaları için o zaman zarfında büyümüş ve birkaç yıla kadar büyüyecek küçük kardeşleri için… ve o korkuyordu yine de eli babasının elinde uysallıkla titrek bacaklarının üzerinde duruyordu; balık kokusunu o zaman mı almıştı , yoksa daha sonra başka bir kibutza göle ve bataklık kıyısına yakın , kıyıyı ve bataklığı kurtarmak için kurutulmuş olanına taşındıktan sonra mı? Ve titreyen bacaklarından birini ileriye doğru uzattığı anda babası elini bırakmıştı orada bulunanlar büyük bir gürültü ile alkışlamışlardı bunu ve o sırtüstü düşmüş , ağlamaya başlamıştı, babasının deniz mavisi gözlerini görmüştü o an ; tekrar denemesi için herkese başarabileceğini göstermek için ayağa kalkmalıydı, sadece küçük bir adım daha, bu olaydan sonra bir süre yürümeyi reddetmişti, her yere kucakta taşınmaktan hoşlanıyordu, tıpkı babasının bir zamanlar hayata küsüp eve kapanarak xanax ilaçlar eşliğinde günlerini uyuyarak geçirdiği günler gibi. Doktor kızını korkutun demişti böylece bu tembellik aşamasını atlatabilir, acaba aynı durum benim için de geçerli mi? Yaşadığım travmayı atlatmanın yolu korkmak mı? Travma nedir bilir misiniz? Yara demektir, tıpkı mutfakta yemek yaparken elimizi kestiğimizde oluşan yara gibi, ruhumuzda bir kesik oluşur kimi zaman derindir bu kesik ve siz diyabet hastası iseniz bu yaranın iyileşmesi uzun zaman alır , kimi zaman da iyileşip kabuk bağladıkça siz koparır tekrar kanamasını sağlarsınız bunun sonucunda çift kişilikli insanlar çoğalmaya başlar toplumda.
Bu olaydan sonra yürümekten korkmaya başladı, doktor korkuyu yenmenin tek yolunun onu korkutmak olduğunu söylüyordu, babası olarak benden korkmalıydı bu öneride haklıydı Şem yürüme korkusunu atlattı ve ilk adımlarını atmaya başladı . Sevmek, fazla sevmek , belki de hiç dile gelmeyen en doğru yanıt olurdu. Çok fazla sevmek yada yeterince sevmemek; ya çok geç yada çok erken ...
Kolunu gömleğimin tenime yapışmış kolumdan kurtarmaya çalışıyor , çıplak kalan tenime gözü takılıyor parmakları cildimi okşuyor, ıslak gömleğimi çıkardığım zaman çocuk ansızın çıplak kalan kolumu ilk kez görüyormuş gibi davranmaya başlıyor karnımın yumuşak derisine dokunuyor. Şimdi o da kendi olgunlaşmış bedenini kabullenmekte zorlanıyordur. Babalar gününde bana ilk aldığı hediye aklıma geliyor , hiç gerek yoktu , Din...
Gel Şem tabanlarını yere bas, duvara tutun ve ayağa kalk, yatağın yanında diyabet ilaçlarım, anti-depresan ilaçlarım seni bekliyor, ama ihtiyacım yok , benim sadece sana ihtiyacın var.
Bütün Kibutz bahçeye dökülmüş, babasının yurtdışı görevinden dönüşünü bekliyordu; bir tek o herkese inat küçük bir maymun gibi ağaçlardan birinin tepesine tünemiş, kendisini kişisel olarak ilgilendirmeyen bu meraklı bekleyişi seyrediyordu, kendini kişisel olarak ilgilendirmeyen bu bekleyişten sıkılmıştı. Kendisini unutmuş bir babayı hangi çocuk hatırladı ki ve kocası ile bir avuç arkadaş dışında hangi yetişkin onu gerçekten beklerdi ki…
Aslında çoğunluk kıskanıyordu onu, en çok da kadınlar; mavi iş önlükleri , varisten morarmış bacakları ile saatlerce mutfakta , çocuk evinde sebze bahçesinde depoda hizmet verenler; yalnızca o Şem’in annesi şık kostümler giyiyor, şehirde çalışıyordu. Bazen bu da yetmiyordu bir seminer için ortadan kaybolan babası onun özgürlüğe düşkünlüğünü arttırmıştı.
Sen benim babam değilsin diye haykırmıştı en sonunda, görecelik kuramına ayırdığın zamanın onda birini bile bana ayırmıyorsun!
Ona babası olarak üzgün üzgün bakıyordum, kızım ne kadar çabuk büyümüştü, şimdi göğüsleri tomurcuklanmıştı. Çocuklarım küçükken sürekli seminerlere giderdim ,kimi zaman evden uzaklaşmak için olmayan seminerlere, kimi zaman hiç gerçekleşmeyen geometri sempozyumlarına katılırdım. Dünyaca ünlü Rothschild ailesinin bir çapkın üyesinin tek gecelik ilişkisinden dünyaya gelen çift kişilikli bir öğretim görevlisiydim sadece, eşim ve ailem bunu hiç bir zaman bilmedi, zengin ailem bana her zaman destek oluyordu ve dersim bittikten sonra araştırma şirketimde sabahladığım olurdu. Projemizin amacı klonlamaktı, ilk kez 1996 yılında DOLLY ile başlayan macera…
hepiniz bilirsiniz yada duymuşsunuzdur, insanların bilimde ilerlemesini istiyorduk yada kısıtlanmış olarak söylersek biz yahudilerin, çünkü biz seçilmiş bir nesiliz, bilirsiniz, Einstein bir yahudiydi, onu ve Newtonu klonlamak ve hayata dönmelerini sağlamak.
Einstein için bunu kolaylıkla yapmıştık, Newton için British Museum da çalışan bir yahudinin büyük yardımı oldu.
İnsanlık olarak bu projeye ihtiyacımız var çünkü çok cahiliz!
asal sayıların sonsuz olduğunu biliyoruz ama nasıl dağıldıklarını bilmiyoruz mesela, bildiğimiz ve cebirde kullandığımız son cisim yıllar önce Hamiltonun bulduğu quaterniyonlar, hikayeyi bilirsiniz, Hamilton köprüden geçerken aniden hiperkompleksleri keşfeder ve tam o an da bastığı kaldırım taşı sökülerek abide olur. Matematikte neden artık ses getiren buluşlar yok hiç düşündünüz mü?
Yeni kuramlara ihtiyacımız var ve bunun için de Newton, Gauss ve Einsteini hayata döndürmemiz lazım elbette bunun için de çok miktarda paraya ihtiyacımız var.
Size Gauss’un hikayesini anlatayım, Gauss ilkokuldayken matematik öğretmeni derse gelir ve iki saatlik dersi hiç ders anlatmadan nasıl geçireceğini düşünmeye başlar, çocukların meşgul olmasını sağlayan bir problem düşünür ve şu soruyu sorar:
1+2+3+....+97+98+99+100=?
Öğrenciler işe başlar:1+2=3
3+4=7
7+5=12
Gauss ise probleme şu şekilde başlar:
1+100=101
2+99=101
3+98=101
4+97=101
Bu şekilde tam elli tane 101 elde eder ve son darbeyi vurur:
cevap 101*50 =5050dir
Öğretmen ilk aşamada bu kadar kısa sürede bulunan bir çözümün doğru olmadığını düşünür.
"Geç oldu Şem yıkanıp yatmalısın, artık!" ve gölü işaret ediyorum, sanki göl sadece Şem’e ait bir küvet gibidir.
Baksana ne kadar da kirlenmişsin diyor eşim Nes, ve o soluk soluğa bize doğru koşuyor çünkü acele etmezse göl yeniden kaybolacak, genç annesi ve babası kaybolacak ama bacakları ağırlaşıyor koyu bataklığa gömülüyor anne baba elinizi verin bana batıyorum. Din çabuk gel boğuluyorum.
Bu rüyayı kaçıncı kez gördüm hatırlamıyorum bile , yıllardır ilaç kullanıyorum ilk zamanlarda travma sonrası davranış bozukluğu daha sonra çift kişilikli davranış bozukluğu teşhisi konulduğu günden bu yana aynı rüyayı sürekli görüyorum, kızımın kucağımda can verdiği geceden bu yana hep aynı geceyi yaşıyorum daha doğrusu yaşamıyorum, BEN ARTIK YAŞAMIYORUM!
Sevgili kızım Şem ,ben öldükten sonra yaşadığım hayatı anlamanı istiyorum, gayri meşru bir çocuk olduğumu, dışarıdan bakınca sadece fakülteye gidip gelen bir öğretim görevlisi iken gizli hayatında beni görmek istemeyen zengin babamın destekleri ile bir klon merkezi oluşturduğumu, klonladığımız bebekleri Kibutzdaki ailelere verdiğimizi ben öldükten sonra öğrenmeni istiyorum. Bu işlerin hepsini senin için yani yeni nesil için yaptım. Bilimde ilerlememiz gerekir, bunu biliyorsun biz seçkin bir ırkız dünyada var olduğumuz sürece düşmanlarımız olacak geçmişte Naziler şimdi araplar bizi yok etmeye çalışıyor ve biz onlara karşı daima bir adım önde olmalıyız, bunu unutma sırrımı sana açıklamayı uygun buluyorum sen de benim gibi bir öğretim görevlisi olma yolunda ilerliyorsun, günümüzde dâhiler yaşamıyor elimizde sadece Perelmann var, sana kısaca anlatayım :
Parlak bir :Fransız matematikçi Poincare tarafından yüz yıl önce formüle edilen bu meşhur problem o zamandan bu güne tüm matematikçileri hem büyülemiş hem de huzursuz etmiştir, Poincare sanısı kendimize ve içinde yaşadığımız evrene dair anlayışımızın merkezinde yer alan nesnelerle ilgilidir.
Bir oyuna gittiğinde yanına oturan kişiye matematiği sor, ve neler söylediğine kulak ver,çoğu insan nefret eder gençlik yıllarının tadını kaçıran, içinde bilinmeyenlerin olduğu havuz ,faiz,yaş problemleri…
Azınlıkta da olsa bu dersi seven insanlar da vardır, bazısı bu konuda doğuştan yetenekli olduğunu ve ilerde bilim dünyasını sarsacak teoremler ortaya koyacağına inanır. Böylesine güzelliklerle dolu bir alan nasıl bu kadar olumsuz tepkiler alır?
Bazı insanların hissettiği tiksinti, korkudan kaynaklanıyor gibi görünüyor. Tek bir kitabın bu durumu değiştirebileceğini hayal etmiyorum ama matematik hakkında ikircikli hisler taşıyan bir okursanız sizi daha fazla kaynak okumaya eğer bir öğrenci iseniz daha fazla matematik dersi almanızı tavsiye ederim.
1996 yılında Fermat teoreminin çözüldüğü gibi 2003 yılında MIT konferans salonunda herkes heyecanla bekliyordu,yerlerde oturanlar vardı,konuşmacı koyu renkli renkli takım elbise giymişti;sakallı saçları dökülen,kalın kaşlı konuşmacı söze başladı:”Konudan sapmadan konuşabilen biri değilim,o yüzden anlaşılır olmaktan ödün vererek canlı bir sunum yapacağım.Konuşmacı eline beyaz bir tebeşir alarak tahtaya yirmi yıllık Ricci akım denklemini yazdı. bu denklemde uzayın eğriliği daha yüksek eğriliğe sahip bölgelerden daha az eğriliğe sahip bölgelere akarak yayılmaya çalışan, erimiş lava benzer egzotik bir tür ısı gibi görülür.Optikte de benzer olarak ışık ışını az yoğun ortamdan çok yoğun ortama geçerken normalden uzaklaşarak kırılır.
Konuşmacı dileyicilerden evrenimizi tüm olası evrenlerden oluşan devasa soyut matematiksel kümenin bir elemanı olarak düşünmelerini istedi.Getirdiği yeni yoruma göre bu denklem bu olası evrenlerin (paralel evrenler) hareketlerini engin bir arazideki yüksek tepelerden yuvarlanan su damlalarını andırır bir şekilde betimliyordu. Her eleman hareket ettikçe eğrilik de o elemanın temsil ettiği evren içerisinde değişiklik gösteriyordu bazı bölgelerde belirli değerlere yaklaşıyordu. Evrenler güzel geometriler geliştiriyordu;bazıları okulda öğrendiğimiz klasik Euclides geometrisi ile benzerlikler taşıyordu,keşke hep böyle kalsaydı!
O zaman hesaplar ne kadar kolay olurdu değil mi?
Üzülerek belirtmem gerekir ki,yeni geometrilere ihtiyacımız vardı, bu yeni geometriler sessiz bir devrim yarattı bilim tarihinde.Yokuş aşağı inen belirli yollar hesaplarda sapmalara neden olmaktaydı,bu yollar boyunca ilerleyen elemanlar kopup ayrılan yada daha kötü biçimlerde davranan matematiksel açıdan habis bölgeler geliştiriyordu.
Yanılıyorsun,gerçekten yanılıyorsun,ben sana kızmadım dedi Şem. Çok çalışıyordun babacığım doğru ama hep bizler için !Eve yanlızca hafta sonları gelirdin,bir keresinde bir yıllığına gidip de döndüğünde (misafir öğretim görevlisi olarak gitmiştin)seni zor tanımıştım.Baba sen ve mağdur olan kuşağınız bu öfke dolu suçlamalarınızla ne kazanıyorsunuz?
İtiraf etmeliyim ki, ben de kimi zaman öfke duyuyorum,canice bir öfke…
Din mutfak penceresinin önünde kıpırdamadan durmuş, iğne yaprakların küçük bir sadaka dilenen boş avuçlar gibi birbirine dolaşımını seyrediyor hayretle,gri kuş yumurtalarını alıp götürmüş,dün akşam yatmadan evvel pencerenin kenarına bakmış karanlıkta yuvadan bakan sevimli bir çift göz gibi bakan yumurtaları izlemişti, kuş anında gelmiş gövdesi ile korumuştu yumurtaları ama ben kızımı koruyamamıştım, üzerindeki pembe elbise kan içinde kalmıştı, sürekli suni solunum yaptım ona yaşama dönmesi için dua ettim ama o günden sonra kabuslarım hiç bitmedi,terapiler,ilaçlar,hastanede tek başına geçirdiğim geceler ve etrafımda herkesin beni deli olarak nitelemesinden yoruldum,ölen kızımın intikamını almak için dâhilere ihtiyacımız var kızımı yok eden o Filistinli canlı bomba yok olmalı hatta sadece o değil,tüm araplar ve tüm Almanlar…vs.
Zweig Hitlerin başarısını görüp umutsuzluğa kapılarak intihar etmişti ama ben bu hataya düşmeyeceğim,Kibutz larda büyüttüğümüz dahi klonlar bilim merkezimizde çalışmaya başladılar onlar bir kopya olduklarını bilmiyorlar elbette, dünyada aşısı sadece bizde olan bir biyolojik silah da yaratabiliriz, yada bir ülkeyi bir anda haritadan silecek silahlarda yapabiliriz.
Ne tuhaf bir acı bu?
Telefonum titremeye başladığı anda saygısızlığa uğramış bir mezar taşının başında durur gibi kasvetli bir saygı ile dikilip kalmak;elini dışarıya, minik beşiğe uzatmak, kızımın minik beşiğini sallıyorum şu an, zamanı durdurmak o günlere geri dönmek istiyorum ona son kez sarılmak istiyorum.
Bahar rüzgarı bu minik kuşun yuvasını dağıtacak ve bir haftadır burada duran nabzı atan , içini tuhaf bir heyecanla dolduran o sürükleyici hayattan eser kalmayacak.Bir yuvada zavallı yumurtalar ve zavallı anneleri.
Kuş neden alıp götürdü onları?Son zamanlarda kendimle konuşmaya başladım, ikinci kişiliğimle,kendi sesimi sık sık ve daha şiddetli duyar oldum,özellikle etrafta kimse yokken ;düşüncelerim hiçbir engelle karşılaşmadan kelimelere dökülüyor, boğazımdan sesim bir sadelik içinde çıkıyor. Kızım nerede?Neden öldü?Polis raporları canlı bomba ile ilgili olmadığını söylüyor ama ben buna inanmıyorum, kızım şu an okuldadır, arkadaşındadır,yada eve doğru yürüyor şu an, minik ayakları birer birer sıra ile kaldırımlarda geziniyor, özlem dolu gözlerle izliyorum onu , şimdi okuldan eve geldi çantasını yatağına fırlattı ve çoraplarını odasının ortasına attı , annesi N es her zaman olduğu gibi onu uyardı,kızımın yüreği nerede?yanı başımda atıp duran ve giderek sesleri azalan ve yok olan kalp atışları nerede?Onun kalp atışlarının sesini doğmadan evvel hastanede annesinin karnına koydukları bir alet yar ile duyduğum zamanı hatırladım şimdi,Sevgilerin en doğalı olan bir sevgi nasıl oluyor da hüsrana dönüşüyor?Özlem dolu gözlerle onun hayalini inceliyorum ama hayata tutunmalıyım, kızım Şem var kızın Din var onlar için yaşamalıyım.Nes onu ayartmaya yarayan yolları deniyor, hatırlıyorum , hadi kızım gel birlikte pasta yapalım diyor,ama mesafeli bir bakışla karşılaşıyor, soğuk bir ses işitiyor ; başka sefer anne!
İlk aşık olduğu günleri anımsıyorum annesine ve bana ne kadar uzak olduğu günler, okuldan gelip odasına kapandığı saatlerce aşk şarkıları dinlediği ve neşe içinde süslenip evden çıktığı günler…
Ve Din onu dudaklarında kalan bir gülümseme ile izliyor, o tuhaf acıyı unutmaya çalışıyor, yeter kes artık, bırak da kız rahat büyüsün diyor eşim Nes, her seferinde, sanırsın ki sen büyürken her dakika annenin dizinin dibinde kalmak isterdin, yanıt vermiyorum evet ben büyürken hep annem ile konuşur dertlerimi hep annem ile paylaşırdım biyolojik babam sadece çekler yollardı bize ve ben bir yasak aşkın meyvesi olarak babasız büyüdüm. Annem hep erkek kardeşimi tercih ederdi, göl ile ilgili o kasvetli öyküleri anlatırdı. Erkek kedinin miyavlaması düşüncelerimin arasına giriyor şimdi, o esnada telefonum titremeye başladı kim bilir belki de bilim merkezinden arıyorlardır, sıcak tüylü bir yumak bacaklarımın arasında dolaşıyor. Neredeydin sen ?kabına kedi maması koyuyorum, ama kedi yemek için acele etmiyor ayaklarımın arasında duruyor hep birinden diğerine koşturuyor bu kedi ondan bana kalan tek hatıra hep hatıralarla yaşadığımı hissetmeye başladım, hayattan çok yoruldum ama diğer çocuklarım için yaşamalıyım, hava kararıp herkes gidene kadar göl kenarında otururduk, şurada kankanın evi vardı ve sen hep gece onlarda kalmak isterdin, kavga ettiğiniz gece beni arayıp gecenin köründe gelip seni almamı istemiştin. Seni okula götürdüğüm günleri dönüşte kimi zaman hazır dondurma kimi zaman da keçi sütünden yapılıp sokak arasında işportacıların sattığı dondurmayı satın aldığımız günleri hatırlıyor musun? Anılar ile birbirine karşı duyulan ihtiyaçlar arasındaki dengenin bozulduğu an acaba tam olarak ne zaman gelmişti? Hiçbir şey , hiç kimse beni buna hazırlamamıştı, ne kitaplar ne gazeteler ne de matematik, gözle görünür olmasa da, hayatımın bu kadar erken bir evresinde bunu yaşayan dünyadaki tek kişi ben değilim elbet, yeter yeter artık diyor kedi, beni duyuyormusun, artık hayata dönmelisin , projene , bilime ve büyük hayaline tutunmalısın bu amaç seni hayata bağlamalı , şimdi üç tana pembe Xanax al ve hemen uyu.Kedi bana çok kızdı ve o bana kızdığı zamanlarda hep konuşur benimle bazen de Tanrı odama gelir berrak bir ışık her yeri kaplar yatak odası aydınlanır ama Nes uyumaya devam eder bana kalkıp kitap okumamı söyler Tanrı bugün sıra sende yarın gece ikinci kişiliğin okuyacak der, ama sen şimdi okumaya başla…Ve ben okumaya başladım, Poincare sanısı , sanının ve ispatının arkasında yatan matematiğin öyküsünü okumaya başladım. Matematikten akılcı bir biçimde bahsedebilmek için yalnızca sonuçları değil, o sonuçları ortaya koyan insanları da tanımak gerekir. Matematikteki başarılar, popüler bilinçte kendine bir yer bulduğunda umursanmayan bir kozmostan anlam çıkarmak için çabalayan bir dâhinin efsanesini yansıtır. İç görüleri hiç yoktan ortaya çıkmış gibi görünen ve bilimi ileri taşıyan bireyler vardır. Ancak deha her ne kadar renkli ve gizemli olsa da bilimdeki ilerlemeler başka bireylerin yaşadıkları toplumlara dayanır. Biliyor musun kedi, Euclides dışı geometrinin keşfedilmesi artık yeni bir dünyanın oluşmasına neden olmuştur.
Poincare sanısı evrenin olası şekli hakkında akıl yorabilmemize imkan veren kavramsal araçlar sunar. İlkokulda öğretmenimiz bize dünyanın yuvarlak olduğunu öğretmişti, lisede ise dünyanın alttan ve üstten basık olduğunu öğrendik, bu basıklık nedeni ile yerçekimi kuvvetinin kutuplarda daha büyük ekvator çizgisinde daha küçük olduğunu söyleriz.
Bu özel şekle geoid diyoruz, dünyanın yuvarlak olduğunu yörüngede dolaşan uzay araçlarının çektiği fotoğraflardan görüyoruz. Geçmişte insanlar dünyanın düz olduğuna inanıyordu. İnsanlar dünyanın diğer yanında ayakları bizim ayaklarımızın ters yönünde duran tabanları yukarda başları aşağıda yürüyen kişiler olduğuna inanıyordu.
Kristof Kolomb doğuya gitmek için sürekli batıya yelken açmanın gerekli olduğunu söylediği zaman onun delirmiş olduğunu düşünen insanlar vardı. Kral Ferdinand ve Kraliçe Isabella başkanlığında toplanan danışma heyeti bu düşüncenin aslında dünyanın yuvarlak olduğunu ifade etmek olduğunu inanamıyordu. Heyet üyeleri dünyanın düz olduğuna o derece inanıyordu ki; onlara göre Kolomb ve ekibinin elde edebileceği tek başarı açık denizde dev ahtopotlara yem olarak onların karnını doyurmak olacaktı.
Komitede ters tabanlı insanların olmadığına ve açık denizlerde dev ahtopotların, canavarların olmadığına inananlar da vardı. Kolomb her ne kadar dünyanın yuvarlak olduğundn emin olsada onun da kafasında soru işaretleri vardı, dünyanın çapını bilmiyordu, yapılan tek hesap antik Yunanlılar tarafından yapılmıştı. Bilginin yokluğunda hayal gücü devreye girerdi. Batlamyus dünyanın çevresinin yirmi dokuz bin kilometre
Olduğunu tahmin etmişti. Ferdinand ve Isabella’nın bazı danışmanları Eratostenes’in tahminini referans alıyordu.bu tahmin günümüzdeki değere oldukça yakındı.
Az sayıda olan bu danışmanlar tartışmadan zaferle çıksaydı yolculuk daha uzun sürecek ayrılacak bütçe daha fazla olacaktı. Yaşadığı dönemde Kolomb cesur ve bilge olarak kabul edilirken keşiften beş yüz yıl sonra onun bir emperyalist olduğu kabul edilmeye başlandı.
Kolomb hayatı boyunca ulaştığı kara parçasının Hindistan olduğuna inandı. Hindistana Afrikanın etrafını dolaşarak ulaşmak çok daha uzun sürecekti ve o hep batıya giderek bir kısa yol bulmuştu. Kolomb şöyle diyor:
“Dünyanın tasvir edildiği gibi tam yuvarlak olduğuna inanmıyorum, bana göre dünya sapının yakınlarında sert bir çıkıntı yapıyor, bir armut şeklinde olabilir, bu şekil bir yeri kadının göğüs ucu gibi olan yusyuvarlak bir topa benziyor. Bu çıkıntı yapan kısım da en tepede ve cennete en yakın olan yerdir.”
Dünyanın mükemmel bir yuvarlaklıkta olmadığını hissetmişti ünlü kaşif, güney yarım küre armudun şişkin tarafı , kuzey yarım küre armudun zayıf tarafı oluyordu. Bu nedenle Baharat adalarına kısa sürede ulaşırken , bu adalara güney yarımkürede Afrika kıyıları boyunca gitmeye kalksaydık yolculuk süresi uzayacaktı.
Kolombdan ikibin yıl önce Sisam adasında hiç kimse yaşamıyordu. Ada her yönden yağmaya açıktı. Bizanslılar, Araplar, Venedikliler , Türkler ve Haçlılar. Günümüzde bile sessiz kasabaları beyaz kumsalları verimli zeytin ağaçları ile cennetten bir köşedir. Bu cennet köşe Pisagor’un yaşadığı yerdir. Dünyanın yuvarlak olduğunu Pisagor ilk kez Sisamda anlatmıştı. Pisagor babası ile birlikte bir çok yolculuğa çıktı. Sur’â yaptıkları bir gezi sırasında alimlerle tanıştı , İtalyaya gitti , çocukluğunda felsefeye ilgi duyan bir dâhiydi, ne yazık ki elimizde genetik kodu yok ve onu kopyalamamız imkansız. Mısırlı rahipler Pisagor’un tanrıları Osiris’in sevgili bir kulu olduğuna inanmıştır. Mısırda geçirdiği yıllara ilişkin ayrıntılar , hayatının geri kalanına ait ayrıntılardan daha da bulanıktır. Pisagor , Mısır yıllarından sonra Zerdüştlüğe ilgi duymaya başlamıştır. İleriki yıllarda okulunu kurdu bu okuldan çok bir kardeşlikti bu kardeşlik kadınları da okula kabul ediyordu.
Pisagorcular gerçekliğin en temel seviyede bilimsel olduğuna felsefenin bir manevi arınma aracı olduğuna inanıyordu. Evrensel görüşlerin çekiciliği , Doğunun gizemi ve Yunan fikirlerinin egzotik harmanı çağdaşlarını büyülemişti. Pisagor reenkarnasyona inanıyordu okulunda öğrencilerine geçmiş hayatları ile ilgili hatıraları anlatırdı. Dünyanın yuvarlak olduğuna inanıyordu ama bunu ispatlamadan rahat edemezdi. Yeterli kanıt elde etmeye ömrü yetmedi ama öğretileri Kolomb’un yaşadığı döneme kadar ulaşmıştı.
Pisagor’a ait görüşler Eflatun, Aristo ve ortaçağın bilgili coğrafyacılarının yardımı ile nesillerden nesillere aktarıldı. Kolomb döneminde dünyanın yuvarlak olduğunu savunan insanlar kanıt olarak gel- git olayını gece ve gündüzü ve Ay’ın evrelerini kullanıyordu ayrıca kuzey güney doğrultusunda bir hat boyunca baktığınızda güneşi farklı açılarla görüyordunuz.
Şimdi gözlerimizi kapayalım, Kolomb zamanına geri dönelim ek olarak Venüs gibi her tarafı bulutlarla kaplı bir gezegende yaşadığımızı varsayalım, bu şartlar altında dünyanın şekli hakkında nasıl çıkarımlarda bulunurduk ?
Bizim için en önemli kavram iki boyutlu manifold (mannigfaltigkeit) veya yüzey kavramı olacak bu kavramı Dünya’nın sahip olabileceği olası şekilleri düşünerek elde ederiz, iki boyutlu manifold veya yüzeyin tüm alanları bir kağıt parçası üzerinde temsil edilebilir.
Haritalar ,(Dünyadaki noktaların temsil edildiği kağıt sayfaları) iki boyutludur. Yüzey üzerindeki tüm noktaların en azından bir haritada temsil edilmesini sağlayan harita koleksiyonuna ATLAS denir. Bir dünya atlası aldığınızda aslında bir haritalar kitabı almış olursunuz. Dünya üzerindeki her bir konum bu atlasın en az bir sayfasında bulunur.
İki boyutlu manifoldlar fiziksel gerçekliği idealize eden matematiksel nesnelerdir.Şem telefonda konuşmaya başlıyor, bir erkek sesi babasının adını söyleyince ansızın irkiliyor, evet diyor acele ile sanki kendi adı söylenmiş gibi, nedense ayağa kalkıyor, evet babam olur diyor ve kısa sürede hastaneye ulaşıyor, doktor ilgisiz bir bakış atıyor, uzun boylu , yakışıklı, kendinden daha genç gözüküyor. Ne oldu ? Bir intihar girişimi diyor doktor, babanız alması gerekenden çok fazla sayıda ilaç almış, midesi yıkandı şu an durumu iyi.
Şem, kendisini ölüm karşısında hep kollanmış hissetmişti anne ve babasının hep yaşayacağını hiç ölmeyeceğini düşünürdü, şimdi ise babasının ölme isteği ve birkaç saat içinde dünyayı terk edebileceği ve armağan ettiği o ince mağrur koruyucu tabakadan onu yoksun bırakabileceği korkusu kaplamıştı içini.
Çıkışa doğru yaklaşırken hasta adamın taburcu edildikten sonra park alanına yürüyecek takatinin olmayabileceği geliyor aklına ; mutlaka girişte bir yerde oturmuş, karısını bekliyordur, onu orada aramalı hatta banklardan birinde onun çökmüş bedenini görür gibi oluyor. Oraya doğru adımlarını sıklaştırdığında , bilinçsiz yatan babası ile tekerlekli yatağı iten ablasının yanına geliyor. Perdenin arkasına gizlenip babasının komşularını gözlemliyor Avn. Dar yatakta gözleri kapalı yatan kendi yaşlarında yeni getirilmiş bir adam yatıyor, adam güçlükle soluk alıyor. Sırtı Avn’e dönük , kırmızı saten bluzlu bir kadın iskemle çekiyor ve adamın yanı başında oturuyor, onun elini tutuyor. Avn ansızın tehditkar bir gerçekliğe tanık olduğu duygusuna kapılıyor, yaşamın sonu !
Bilmiyor değil yaşlı insanlar, hatta kendi yaşındaki insanlar hastalanabilir ve ölebilirler ama bunu saf bir çıplaklıkla yaşamamıştı. Mahcup alnındaki terleri siliyor , doktor uzaklaşıyor o esnada yürürken hemşireye talimatlar veriyor. Nedir bu , neler oluyor bana, gizlice etrafına bakıyor Avn, kız kardeşleri Şem ile Din ‘e bakıyor.
Onlardan çekiniyor birden, buradaki herkes , çay içmeyen koşturan doktorlar, hemşireler hastalar ve ziyaretçileri , teknikerler, yönetim çalışanları, temizlikçiler onun babsını sevmeyen bir evlat olduğunu görüp anlayabilir, çünkü babasının yanına en geç ulaşan kendisiydi.
Babası ile birlikte hastanenin sabit envanterine kaydedilmiş yatak adeta oturma köşesindeki iskemleler gibi zemine sabitlenmiş…
Buna rağmen ablası yatağı bırakıp üzerine yürüyor kendi karısından dolayı çok iyi tanıdığı tiksinti ve öfke yüklü bir ifade var Şem’in yüzünde, aklın nerde senin diye tersliyor Şem.
Güçlükle soluk alıyor Avn, her zaman haklı olan , acı verecek denli haklı olan , kadınlık karşısında başını eğip bir şeyler mırıldanıyor , bir arkadaşıma rastlamıştım mesele çıkarma diyor Avn. İki kardeş biri yatağın bir yanında diğeri öteki yanında karşılıklı duruyorlar, Din izliyor onları. Vaktiyle üç kardeşi birbirine bağlayan ve önlerinde uzanmış olan bu beden şimdi tümüyle iradelerinin dışında bir kez daha bütünleştiriyor onları. Avn’nın aşağıya eğdiği bakışları babasının bakışları ile karşılaşıyor; şaşılacak kadar heyecanlı..
Baba diyor sessizce yatakta yatan yorgun adam, ;Avn şaşkın bu heceler ona yönelik değilm iş;babasının o doğmadan önce ölmüş olan babası dirilmiş ölüler dünyasından gelerek kollarını açarak oğlunu kucaklamaya gelmiş gibi umutla etrafa bakınıyor.
Babası gözün dikip tekrar Avn’e bakıyor, baba!
Cezalandırılmaktan orkan küçük bir çocuğun okşayıcı gülümsemesi ile bakıyor ona, eliyle elin yakalıyorç. Avn irkiliyor, baba benim ben , oğlun Avn!
Bak kızların ,Şem ile Din de burada hepimiz yanındayız,bu arada Şem’e bakıyor sözlerini onaylasın kelimelerden örülmüş ince bir zincir uzatıp onu bu dünyaya geri çeksin diye ama baba söylediklerini duymazdan geliyor, mutlulukla b akıyor ona sevincini hiçbir şey bozamaz , küçük oğlunun yüzünde bazen gördüğü sev incin aynısı, tüm gizli arzuları sanki gerçek olmuş adeta, parmakları şefkatle kolunu okşuyor, seni öyle özledim ki, diye fısıldıyor, o kadar uzun sürdü ki, hiç geri gelmeyeceksin diye korktum .
Yatağın öbür kenarında duran ablasının güçlükle soluk aldığını , koyu renkli gözlerinin sulandığını görüyor, doktorla görüşmemiz gerek, beyninde bir sorun var diyor Avn , Şem’e.
Her şey bezelyelerle başladı, Mendel adında Avusturyalı bir rahip yaşadığı, çalıştığı ve Tanrı’ya yalvardığı manastırın küçük bahçesinde biyolojik deneyler yapmaya başladı. İnsanlar belirli özelliklerini yeni nesillere nasıl aktarıyordu? Belirli ebeveyn bezelyelerden üretilmiş otuz bin yavru bezelyesi vardı. Mendel her bezelye kabuğunu özenle dölleyip sarmıştı. Bezelye çiçekleri ile kabuklarının rengini inceleyip kayıt altına aldı. Elde ettiği sonuçlar üzerine bir tez yazdı bu tezi doğal Tarih kurumunda savundu. Kurum tezi resmi dergisinde yayımladı. Mendel üst nesil bezelyelerde faktör adını verdiği genetik eşlerin, alt nesil bezelyelerde genetik özellikleri etkilediğini ispatlamıştı.
Bazı faktörler güçlü iken bazıları zayıftı ve bu iki faktör bir alt nesilde bir araya geldiği zaman güçlü faktör her zaman galip geliyordu. Bilim otoriteleri onu bahçesinde ekip biçen sıradan bir din adamı olarak kabul ederken o aslında genetik bilimini keşfetmişti. 1996 yılına geldiğimizde tek bir DNA ipliği kullanarak koyun klonlama başarılı oldu. Hayvan bilimleri üzerine çalışan küçük bir araştırma enstitüsü bağışçı üst nesil hayvandan aldığı bir hücreyi çekirdeği alınmış olan döllenmemiş yumurta hücresine aşıladı. Hücreye elektrik akımı verdi ve aynı görünümde bir hayvan yarattı. Üst nesil yumurtadaki mitokondriyal DNAları saymazsak birbirinin tamamı aynı olan iki hayvan ortaya çıktı.
Orijinaline yüzde doksan sekiz oranında benzerlik gösteren bu kopyaya DOLLY ismi uygun görüldü. Sonraki yıllarda dünyada klon patlaması yaşandı, yarış için beyaz bayrak kalkmıştı. Japonlar inek NOTO’yu kopyaladı, İtalyanlar Prometa isimli atı kopyaladı, Kuzey KORE köpek Snuppy klonladı. Birleşik devletler klonlamayı daha hızlı ve daha kaliteli gerçekleştirdi.
Şem , üzerinde durmamız gereken son bir husus daha var. İki manifoldun aynı olduğunu söylerken ne demek istediğimi açıklamam gerekir. İki nesne bir anlamda aynı yada denk ama başka bir anlamda farklı olabilir. Şekilden bahsederken genellikle geometri ile ilişkili olan büyüklük veya mesafe gibi özelliklerle değil, esneme ve ufak deformasyonlar altında değişmeyen özelliklerle ilgileniriz. Bu tür özellikler topoloji alanına girer. Bir yüzeydeki noktalar başka bir yüzeydeki noktalar ile yakındaki noktalar yine yakındaki noktalara karşılık gelecek şekilde birebir eşlenebiliyorsa iki yüzey topolojik olarak aynıdır diyebiliriz. Topolojik açıdan aynı iki manifoldun eş biçimli olduğu da söylenir ve ikisinin aynı olduğunu gösteren birebir eşlemeye de eş biçimlilik denir. Topoloji iki yüzeyin eş biçimli olup olmadıklarını belirleyebilmemize imkan veren özellikleri inceler. Bu tür özellikler topolojik özellikler olarak tanımlanır. Topolojik özellikler uzunluk ve açı gibi geometrik özelliklerden çok farklı olabilir. Çekerek ve esneyerek birbirlerine dönüştürebilen herhangi iki yüzey eş biçimlidir. Farklı çaplardaki iki küre eş biçimlidir. Kolombun öngördüğü armut biçimindeki Dünya da tıpkı bir elmanın yüzeyi gibi bir küredir. Uzaktaki şekilleri görmenin mümkün olmadığı bulutlarla kaplı bir Dünya’da yaşayan kişiler yalnızca atlasa bakarak Dünyalarının düğümlü olup olmadığını saptayamazdı. Eğer düğümlü torus şeklindeki bir Dünyada yaşıyor olsaydık, yüzeyi haritalara bölüp o haritaları sıradan bir torus şekline getirebilirdik.
Şem , dünyadaki her bölgeyi bir harita ile ifade ediyorsak, evrenin de atlası bir haritalar koleksiyonu olacaktır ama evrenin bir bölgesinin haritası dikdörtgen bir kağıt sayfası olamaz. Bunun yerine gezegenlerin ve yıldızların konumlarına karşılık gelen noktaların parladığı şeffaf bir sıvı kristal ile doldurulmuş katı bir cam kutu gibi görünür.
Güneş sistemimizi içeren kutu haritada Dünya’dan dosdoğru yukarı 431 ışık yılına denk gelen bir uzaklığa bakarsak Kutup yıldızıyla eşleşen bir nokta görürsünüz. Dünyanın yörünge düzlemi üzerinde çeşitli yönlerde Güneş’ten uzağa baktığımızda diğer gezegenleri görürüz. Ekvator düzleminin güneyinde bir yönde, dört ışık yılından biraz daha fazla bir uzaklığa karşılık gelen mesafede en yakın komşularımız ;Proxima Centauri ile çift yıldız Alpha Centauri bulunacaktır. Kutu haritanın ölçeğine göre , yine ekvatorun güneyinde bir başka yönde 25000 ışık yılına karşılık gelen bir mesafede devasa kara deliği ile gökadanın merkezi yer alacaktır.
Biraz farklı bir yönde daha uzakta 2,9 milyon ışık yılına karşılık gelen bir mesafade bize en yakın sarmal gökada Andromeda vardır.
Evrenin atlası bu şeffaf ayakkabı kutusundan oluşan, her bölgenin en az bir kutuda haritalandığı bir koleksiyon olacaktır. Eğer evren tahmin ettiğimiz gibi sonsuza kadar devam etmiyorsa tam bir atlas oluşturmak için sonlu sayıda kutulara ihtiyacımız olacaktır. Evrenin her parçasını haritalayan eksiksiz bir atlasımız olsaydı, şeffaf ayakkabı kutularını birleştirmeyi denerdik. Ne var ki düzlem üzerinde dünyamızın haritalarını bir yer yuvar oluşturacak şekilde birleştirecek yerimiz olmadığı gibi, sıradan uzayda da tüm ayakkabı kutusu haritalarını düzgünce sığdırabileceğimiz yerimiz yoktur. Evrenin bir bütün olarak şeklini göz önüne getirmekte zorlanırız.
Kimlik bilgilerimi kaydeden doktorun sorularını dikkatle dinliyor çocuklar,aldığım ilaçların isimleri , hastalıklarımın tıbbi geçmişi ve neden intihar girişiminde bulunduğuma dair sorular aslında cevap son derece basit , geçen gece Tanrı odama geldi ve benimle çok acil bir konu hakkında görüşmesi gerektiğini söyledi, Einstein ve Newton ne olacak dedim ve diğerleri? Boşver onları , Kibutz onlara sahip çıkar deyince ben de tüm ilaçlarımı yuttum.
Din yüreği çarparak arabasına koşuyor, çocuklarla yaşlılara gönül konulmaz bu bir Yahudi geleneğidir, ama özellikle de onlar yakıyor canını hem kızı hem de babası olarak ben elbette, klimalı koridordan çıkar çıkmaz kızgın sıcak bir tokat gibi çarpıyor yüzüme , sıcak çöl rüzgarları bunlar.
Oyuncak tuğlaların, bezden hayvanların, lime lime olmuş resimli kitapların arasından küçük mutluluk tepeler yükselirdi ve ben torunum Niz ile oyunlar oynardım, onun yanında her şeyi unuturdum , Kibutzu ve kopyaladığımız dahi yaşamları, Niz büyüdükten sonra bile onu yine kapıda karşılardım.
Din kızının küçük olduğu günleri özlüyor, kızı eve gelmiştir mutlaka kapıyı açacak kollarına atılacak birlikte yemek masasına oturacaklar. Niz ile mutfakta sohbet etmek onun kendisine ihtiyaç duyması kızım Din için en büyük mutluluk.
İlk karşılaşma, sonrasını da belirler, eve gülümseyerek gireceğim, sanki hoş haberler almışım da keyfim yerindeymiş gibi davranacağım ona . Ne kadar gülünç alt tarafı kızımla karşılacağım , bir kader buluşması planlıyorum sanki, benim kızım o benim kanımdan.
Niz beni bekliyor yüzümde bir gülücük ile gireceğim eve sitem etmeden onu geri kazanacağım. Çantam işte orada , Niz, kızım bir şeyler yermisin? Cevap gelmeyince kapıyı açıyorum, az önce hazırladığım gülümseme birden yok oluyor dudaklarımda , bir delikanlının çıplak göğsünde hareketsiz yatan kızımın sırtını görüyorum ve küçük adımlarla çıkıyorum odadan.
Gördüklerimi kocama nasıl anlatacağım? Niz evde birisiyle birlikte yatağında uyuyorlar, Gid beni dinlemelisin kızımızın bir sevgilisi var. Gid bu olaydan haberdar olduğunu damat adayının kızımızdan yirmi yaş büyük olduğunu büyük bir rahatlıkla söylüyor.
Gid, sevgili kocacığım diye iç geçiriyorum, telefonu bırakıp yatağa uzanıyorum, kocamın sesinde algıladığım sıcak yaklaşım içimde bir özlem uyandırıyor , aslında neyin beklentisi içinde olduğumu tam olarak ben de bilmiyorum.
Geçmiş ellerime teslim edilmiş beyaz bir tuval gibi bir işe yaramadığını bilse de her zaman olduğu gibi o tehlikeli oyuna düşüyorum, sanki hala o küçük kız çocuğuyum , kitap okumayan ödevlerini yapmayan yaramaz çocuk yada üniversitede okuyan genç kız, ders arasında kafede arkadaşlarımla oturuyorum çevremdeki erkeklerin yaptığı esprilere katıla katıla gülüyorum.
Bölüm başkanımız sadece birimizin çalışabileceğini söylüyor, Orli ile bana, Orliyi seçtim üzgünüm Din diyor , onun bu işe daha uygun olduğunu düşünüyorum, umarım birkaç yıla kadar fakültede yer açılır.
Neden yalnızca ona bakıyordu, neden Orli yere bakıyordu?yağmurun sesi kulaklarımda ğulduyordu, ben Orliyi seçtim dedi Emmanuelle kırık bir sesle üzgünüm Din.
Sonuç olarak siz aşıktınız değil mi? Emmanuelle ve Orlinin büyük aşkı. Hiçbir engelle karşılaşmadan sözcükler dökülmüştü ağzımdan artık kaybedecek bir şeyim yoktu, o zamanlarda Gid bana hep destek olmuştu, belki de Orli benden daha yetenekliydi, hocayı memnun etmek konusunda. İlk zamanlar bu durum çocuğumu yetiştirmek konusunda bana şans tanıyacağını düşünmüştüm. Nedense dönüp dolaşıp hep aynı akşama dönüyorum, derin yaralanmaların yaşandığı o akşam, yıllar önce yaşanmış bitmiş olayların bile o akşam belirlenmiş olduğu duygusuna kapılıyorum. Emmanuel şabat akşamı Orliyi yemeğe davet etmişti. Hocanın çocukları ona abla demişti, yemek sonrası hoca onu evine bırakmıştı, kahve içme bahanesi ile eve girmiş aç kurt gibi üzerine atılan hoca elbisesini yırtmıştı.
Ömrün sonunda sevilen yanılsamalardan başka ne kadar geriye ve kim onların saf gerçekliğinden kuşkulanmaya kalkışabilir. Yaşamın akışı boyunca ne çok şey yitip gider, kayıplar kayıpları izler, hepsi de doğal biçimde; hiçbir şey kalmaz elde, hazineler biriktirenler bile malsız mülksüz ölürler, ne çok geç ne de çok erken ancak her durumda kendine uygun olmayan bir zamanda ve mekanda doğmuş olan Şem de öyle ölecekti…
Öyle bir zaman ve öyle bir mekandı ki bu, ondan veremeyeceği vermesi mümkün olmayan şeyler talep ediyor, onun veremeyeceği vermesi mümkün olmayan şeyler talep ediyor, onun verebileceklerini ise hor görüyor geri çeviriyordu. Gölün derinliklerinde gömülü, içinde onunla birlikte batmış bazı geceler ağladığı duyulan kızın uyuduğu balıkçı kayığı…
Babam bile öykülerime burun kıvırırdı; masalların sırası değil Şem, Araplar fazlası ile masal anlattı dünyaya, yalnızca annem dinlerdi masallarımı. Babam suya nasıl vurmam gerektiğini öğretirken kürekler ne kadar ağırlaşırdı ; kaçın balıklar diye bağırmak gelirdi içimden, balıkları ürkütmek için kürekleri suya vururdum. Balıklar gölün küçük çocuklarıydı, göl onları daima özleyecekti, her gece daha fazla çocuğunu yitiren gölün acısını anlamaya çalışırdım.
Yüksek bir yerde Niz’in ilk fotoğrafı asılı, Niz’in Şabat sabahları yatağına gelmeyi ne denli sevdiğimi hatırladım.
Kimin haklı olduğunu felsefe ve düşün belirlemez, derdi Şem, tarih belirler. Bu hiçbir kuşkuya yer bırakmayan bir realitedir. Kovulma en zor koşullarda bile olsa İsrail’in Tanrısına olan geleneksel sadakat ile sonunda din değiştirmeye varan entelektüel değişimler arasında bir mihenk taşıdır. Kovulan kuşakların bilgelerinin de kabul ettiği gibi karar dini nedenlere bağlı olarak değil kişisel nedenlere bağlı alınmıştır…
Din’in semineri bölünüyor yıllardır öğrencilerine kendi heyecanını aşılamak istiyor, sorusu olan var mı? Sınıfa dönüyor, öğrencilerden biri dikkatini çekiyor, pencerenin önünde oturuyor; güneş yüzünü aydınlatıyor.
“Evet arkadaşlar, x.x+y.y=z.z denkleminin tamsayılarda çözümü vardır ama yüksek derecelerde çözüm kümesi boş kümedir.”(Fermat’ın son teoremi)
Babam hep bilim insanlarını anlatırdı, avukatlık yapan Fermat bürosunda cebirsel problemler çözer ve öykümüz başlar.
Açıklamalar:
Pierre de Fermat (Fransızca telaffuz: [pjɛːʁ dəfɛʁˈma]) (17 Ağustos 1601; Beaumont-de-Lomagne – 12 Ocak 1665; Castres), Bask kökenli Fransız hukukçu ve matematikçidir. İlk öğrenimini doğduğu şehirde yapmıştır. Yargıç olmak için çalışmalarına Toulouse’de devam etmiştir. Fermat, memurluğunun yoğun işlerinden geriye kalan zamanlarında matematikle uğraşmıştır. Arşimet’in eğildiği diferansiyel hesaba geometrik görünümle yaklaşmıştır. Sayılar teorisinde önemli sonuçlar bulmuş, olasılık ve analitik geometriye de katkılarda bulunmuştur.
Günümüzde hatırlanmasının en önemli sebebi Fermat’nın son teoremi’dir. Modern sayılar kuramının kurucusu olarak kabul edilen 17. yüzyıl matematikçisi Pierre de Fermat’nın adını taşıyan bu teorem, şu şekilde ifade edilebilir:
Herhangi x, y, ve z pozitif tam sayıları için,
Xn + Yn = Zn ifadesini sağlayan ve 2’den büyük bir doğal sayı n yoktur. Fermat, bu problemi çözmüş, kanıtı da Eski Yunan matematikçi Diaphontos’un Arithmetika adlı kitabının kendindeki kopyasının sayfalarından birinin kenarına 1637’de şöyle yazmıştı:
x, y, z ve n pozitif tamsayılar ve n>2 olmak koşuluyla, xn + yn = zn denkleminin çözümü yoktur. Ben bunun kanıtını buldum, ama kanıtı bu kenar boşluğuna sığdırmak olanaksız.
Ancak bu kanıt bulunamamıştır. Fermat’tan sonra matematikçiler bu önermenin bir türlü içinden çıkamamışlardır. Fermat’ın bıraktığı defterler arasında teoremin kanıtına rastlayamadıkları gibi, kendileri de ne doğruluğunu ne yanlışlığını kanıtlayabilmişlerdir. Yıllar boyunca (300 yıl sonrasına kadar) bu konuda yapılan çalışmalar sonucu bu teoremin Shimura-Taniyama Konjektürü’nün bir özel durumu olduğu anlaşılmış, ardından da 1993’te İngiliz matematikçi Andrew Wiles, eski öğrencilerinden Richard Taylor’ın da yardımıyla ve cebirsel geometrinin çok karmaşık araçlarını kullanarak teoremi kanıtlamanın bir yolunu bulmuş ve bu kanıtı 1995’te Annals of Mathematics adlı dergide yayımlamıştır. Shimura-Taniyama Konjektürü’nün böylelikle ispatlanması sonucu Fermat’nın Son Teoremi de 1995’te ispatlanmış oldu.
.
Newton
Genç Isaac’in çocukluk yıllarına ait fazla bir kayıt yok elimizde ama üç yaşına geldiğinde annesinin evlendiğini biliyoruz. Üvey baba Barnabas Smith bir din adamıydı. Isaac büyükannesinin yanında yaşayacaktı. Newton kraliyet okulunda İbranice öğrendi, 1661 yılında Cambridge üniversitesine gitti, 1665 yılında Londra’da veba salgını başladı. Bir parabol altında kalan alanı hesapladı. Başına düşen elma hikayesi uydurma olsa da yer çekimi hakkında düşünmeye başladı. Uzun süre düşen objeleri gözlemledi. Yüksek lisansı bitirip çok sevdiği Cambridge’e yerleşti.
“Çalışırken o kadar yoğun o kadar ciddi oluyoırdu ki , çok az yemek yiyordu, hatta yemek yemeyi unuttuğu zamanlar da oluyordu, bahar da sabah beşte yada altıda uyumaya giderdi, altı hafta boyunca gece gündüz çalıştığı olurdu, Simya deneylerini bitirene kadar bir gece ben (asistanı) bir gece o çalışırdık. Gerçek amacının ne olduğunu hiç anlayamadım”diyor asistanı Humprey.
1727 yılında Westminister manastırına defnedildi.
“Newton akılçağının öncüsü değildi ama sihirbazların, Babillilerin ve Sümerlerin sonuncusuydu on bin yıl önce bize kalan mirasımızı inşa etmeye başlayan görünür dünyaya aynı gözlerle bakan o adamların sonuncusuydu.”
Ekonomist John Keynes
Kaynak :bana deli derlerdi(john monahan)
Kimin haklı olduğunu felsefe ve düşün belirlemez derdi Din her zaman tarih belirler. Bu hiçbir kuşkuya yer bırakmayan bir realitedir. Kovulma en zor koşullarda bile olsa İsrail’in tanrısına olan geleneksel sadakat ile sonunda din değiştirmeye varan entelektüel değişimler arasında bir mihenk taşıdır. Kovulan kuşakların bilgelerinin de kabul ettiği gibi karar dini nedenlere bağlı olarak değil, kişisel nedenlere bağlı olarak alınmıştır… Din’in konferansı o iyi bildiği bir gürültüye bölünüyor yıllardır öğrencilerine heyecanını aşılamak istiyor ama giderek ümidi azalıyor, gerçi bunun kendine mi yoksa gençliğin bunu gitgide daha az umursadığına mı bağlanabileceği pek belli değil…Yahudilerin İspanyada yüzyıllardır süren doğal varlığını sarsıntıya soktu ve yeni çözümlere ihtiyaç doğdu. Abi üzgünüm ama bu ağlamalar hepimizi rahatsız ediyor, dediğini işitiyor kendi sesinin ders saatleri için başka bir düzenleme yapmalısın. Abi uykudan uyanır uyanmaz silkiniyor dudaklarını büzerek ama ağlamıyorum ki diye itiraz ediyor. Din inatla karşılık veriyor, bu gürültüler sınıf düzenini bozuyor, öğrencisinin eşyalarını toplayıp dışarı çıkmasını sabırsızlıkla izliyor. Din geride kalan öğrencilere gülümsüyor, normal olarak böyle bir durumda bir sorunum yoktur diyor sınıfa.
Şem , çözmemiz gereken bir problem var bunca emek bunun için yapıldı, Rothschild ailesi bunun için yatırım yaptı, bu problem milenyumun çözülmeyen problemlerinden biri, Newton ve Einsteini kopyalama sebebimiz ve kibutzlarda yetiştirme amacımız buydu, eğer ölünce bedenimi dondurup bin yıl sonra tekrar uyansam ilk sorum bu olurdu, “Riemann – Zeta fonksiyonu çözüldü mü?”
Bu çocuklar kopya olduklarının farkında değiller kendilerini kimsesiz çocuklar olarak biliyorlar devlet koruması altında yetişen eğitim alan seçkin öğrenciler bu iki dahi insanın yardımı ile milenyum problemleri çözülecek.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.