RAHMA
RAHMA
Rahmaaa! Lan Rahmaa!
Sarhoş adamın istekli ama yorgun bağırtısı mahalledeki evlerin yıpranmış duvarlarına çarpıyor, eski, kirli ve dedikodu kokan camları biteviye titretiyordu. Mahallenin dar sokaklarına sıralanan serseri evlerin penceresinden kimse kafalarını çıkarıp da sokakta bulunan kişilerin musallat olmaması için dışarı bakamıyor. Aslında sokak sakinlerinin de umurunda değildi dışarıda kimin bağırdığı. Hepsi kanıksamıştı bu durumu. Yarın bir gün ayyaşın biri yine gelecek, aynı narayı yine atacak, üstünü başını yırtacak, belki de kaldırımın bir köşesine ya kusacak ya işeyecek sonra da en özel küfürleri sokağın ortasına sıralayacak hem Rahma’ya hem mahallelilere hediye edecekti. Hep aynı terane sokağın üstünde uçup duracaktı.
Eski bir mezarlığın mezar taşları arasındaki dar yolları andıran toprak bir yolun kenarlarına sıralanmış evler… Bu evlerin önünde marul, maydanoz, yeşil soğan yetiştirmek için ayrılan küçük bahçeler… Bu bahçelerin içinde ağaç kütüklerini altlarına tabure olarak alan mahalle kadınları… Bunların hepsi sokak boyunca tüm ev sahipleri için geçerli standart kurallardı.
Sokağın tam ortasındaki ev Rahma’nın eviydi ki ev göz yoran bir yeşil ton ile boyandığı için diğer evlerden ayrılıyordu. Rahma’nın evinin karşısında Iraz otururdu. Iraz, Ali ile köyde yaşarken evlenmiş; tarla takım ekip biçemeyince bu sokağa taşınmışlardı. Ali inşaatlarda amelelik yaparak evin geçimini sağlamaya çalışırdı.
Iraz’ın evinin hemen sağ tarafında ise Sedef ile Cahit’in evi bulunuyordu. Cahit bir inşaatta nöbet işi bulmuştu. Akşamüstü evden çıkar diğer günün sabahına, işçilerin inşaata gelmesine kadar bu inşaatı beklerdi. Cahit ile Sedefin bahçesi diğer evlerin bahçesine göre daha geniş olduğu için genellikle, kadınlar arasında yapılan sohbetler bu bahçe içinde demlenirdi.
Rahma’nın evinin yanında ise Saniye ve Sait’in evi vardı. Sait köyden, bir iş bulurum umuduyla kendini şehre atmış; bu evi kiralamış ama kafasına göre bir iş de bulamamıştı.
Nilgün ile Ekrem’in evi de Saniye ve Sait’in evinin yanındaydı. Bu ikisi diğer ailelere göre şehir hayatını daha çok teneffüs etmişlerdi.
Birbiri ile uyumsuz, bahçesinin nerede başlayıp bittiği belli olmayan saçma sapan modelli, avlusunda çıtlanan çekirdek kabuklarıyla dolu, gıybet dolu cümlelerin kurulduğu çinko damlı evler… Kartondan yapılma surları andıran yarısı göçmüş briket yığınları arasında, birbiri ile simetrisi olmayan paslı, dikenli tellerin muhafaza ettiği bahçelerde kadınlar gün boyu ağızları aşındıran aynı muhabbeti tavaf edip dururlar.
Iraz:
“Duydun mu? Rahma’nın sevgilisi yine gece geldi. Bağırdı, çağırdı sonra siktir oldu gitti.”
Nilgün:
“Kız bacım bu adam farklıydı. Ben bunu görmedim ama sesi değişikti. Yabancı bu, yabancı.”
Saniye:
“Deme kız! Bacım bunun kaç oynaşı var?”
Iraz:
“Anam, bu kadın mahallemize bir kötülük getirecek ama Allah beterinden saklasın. Bizim heriflere musallat olmasın da tek…”
Nilgün:
“Hooşşt! O boku yiyemez işte! Dinime imanıma öldürürüm onu.”
Sedef:
“Öyle deme abla, kadının gözü fildir fildir. Ne yapacağımı şaşırıyorum bu kadını görünce. Allah’tan benim Cahit’in bu işlerde gözü yok.
Iraz:
“Anam bacım Allah hepimizin herifinden uzak tutsun bunun gibileri. Şurada arımız ile namusumuz ile yaşayıp gidiyoruz. Kız, bakın hele kızlarını da mı pazarlıyor bu?”
Saniye:
“Günahı boynuna ama yapıyormuş. Aha, aha! Çıktı gidiyor şıllık!”
Kadınların ellerindeki çekirdeği tatlandıran tuz dudaklarda zehir etkisi yapmış, bu zehir nefret dolu gözlerle, kapıdan çıkan Rahma’nın tüm bedenini defalarca dolaşmıştı.
Kadının asıl adı Rahime idi. Nedenini kimse bilmez ama “Rahime” adı bu kadına bir türlü yakıştırılmamış. Mahalleli onu hep Rahma olarak tanımıştı. Rahma adı ona eğreti durmamış bir kolyeden, küpe veya bilezikten daha çok yakışmıştı. Uzun boy ve babayiğitlik bir vücutta ancak bu kadar uyumlu olurdu. Esmerden biraz daha koyu teni onun hanesine ayrı bir çekicilik ve güzellik ekliyordu. Kimi kimsesi yoktu. Belki de bir kanat altına sığınmadığı için yalnızdı. Hiç evlendi mi, evlendiyse kocasına ne oldu, bu üç kız çocuğu aynı adamdan mı, bu kadın ne yer ne içer, nasıl geçinir? Bu sorular, mahallelinin aklını meşgul eden içinde hazinelerin saklı olabileceği açılmamış sandıklara benzer, bu sandığın anahtarı da kimsede yoktu.
Rahma, sokağın havasını teneffüs edenlerin kendisiyle konuşmayacağını bildiği için kimseye selam vermezdi. Başı önde hep aynı hızda, mahalledekilerden kaçarcasına yürürdü. Sokaktan öylesine geçen biri bile Rahma’nın yalnızlık şarkısı okuduğunun, kimseyle sohbet etmediğinin farkına varabilirdi. Rahma’yı rahatsız eden kimseyle konuşmamak, kimsenin yardımını almamak değil; mahalle sakinlerinin onu bir çöp gibi değersiz görmesiydi. İçinden sürekli olarak “Ben de bir insanım.” der ama bu cümle diline yarenlik etmez, kalbinin en mahzun yerinde kaybolur giderdi.
Bir evin bahçesinde oturup çekirdek çıtlatarak içinde bulundukları zamanın katili olan kadınların kendini izlediklerini bilen Rahma, onların önünden geçmek zorunda kaldı.
Güneşin zirvelerde yer edindiği ve sıcağın sokakları acımasızca dövdüğü saatlerde kahvehanede oturan dört kişi aralarında sohbet ediyorlardı. Ettikleri sohbetin kıvamı hiç de koyu değildi. En bayağı cümleleri konuşmalarına meze yapıp birbirlerine basit şakalarla takılıyorlardı. Dördü de bayatlamış cümlelerle örülü konuşmalarını birden kesip gözlerini yoldan geçen kadına dikti. Adamların bakışlarında bir tutam nefret, birazcık kızgınlık ve bol miktarda da aşağılama vardı. Gözlerdeki bu aşağılama çoğu zaman kendini dilde de gösterir ki en aşağılayıcı cümleler bu kadıncağızın muhabbeti geçtiği zaman kurulurdu.
Ekrem:
“Şu nursuz karı, hangi yüzle dolaşıyor abi?”
Ali:
“Kardeş, hiç deme Allah bunu en büyük azaplara gark etsin; Allah bunun belasını versin.”
Sait:
“Şu koskoca mahallenin adı şu ahlaksız yüzünden çıktı. Kimse de sevmiyor bunu. Defolsun gitsin buradan; nerede ne yapıyorsa yapsın.”
Cahit:
“Ahlaksız karı!”
Ekrem:
“Abi, bu karıdan bir şekilde kurtulmalıyız. Çoluğumuz çocuğumuz var. Ahlaksız karı hepsini etkileyecek. Sokağımızın namusunu kirletiyor. Yok, yok. Bu karıdan kurtulmamız lazım.”
Cahit:
“İyi de nasıl yapacağız dediğini? Kadını buradan taşınsın diye geçen sene öldüresiye dövdüler, evini taşladılar. Yine de gitmedi. Nasıl gider ki?”
Ekrem:
“Yakacağız.”
Ali:
“Çüş! O ne öyle, karıyı mı yakacağız şimdi?”
Ekrem:
“Öyle değil oğlum bir akşam bu evde yokken evini yakacağız. Böylece mecburen buraları terk edecek. Hem biz hem avratlar hem mahalle rahatlayacak.”
Ekrem’in bu son cümlesinin üstüne diğerlerinin ağzından hiçbir kelime süzülmedi. Hepsi yere bakmakla yetindi. Aslında Ekrem’in cümlelerini çok mantıklı bulmuşlardı ama bu mantığı ne kafalarıyla ne de sözleriyle onaylayabiliyorlardı. Sadece gönüllerinin bu nefret kokan sözlerin üstüne vurduğu “evet” mühründen emindiler.
Sineklerin karanlıkta en sote yerleri bile kolladığı, insanların sıcaklara sövdüğü bir gece Ekrem, koşa koşa kahvehanenin merdivenlerinden çıktı ve önündeki masada kağıt oynayan iki kişiye yanaştı. Masada oturanlar Ali ve Cahit’ti. Onlar Ekrem’in gözündeki heyecana o an şahit oldular. Korku dolu gözlerle birbirlerine baktılar.
Ekrem:
“Ben her şeyi ayarladım. Dün gittim, benzin aldım. Onları küçük şişelere doldurdum. İki gündür Rahma’nın evini gözetliyordum. Karı az önce çıktı gitti evden. Evde kimsecikler yok. Arkadaşlar planımızı şimdi gerçekleştirmeliyiz.”
Ali ve Cahit, Ekrem’in gözlerinde içinde bulundukları geceden daha koyu bir karanlık gördü. Bu koyuluk o kadar nefret doluydu ki Ekrem’i reddetseler bile Ekrem aklındaki zehirli fikri uygulamaya kararlıydı.
Üçü masadan aynı anda kalktı. Hızlı adımlarla kahvehanenin merdivenlerinden indiler.
Gecenin sessizliğine inat, böcekler olabildiğince bağırıyor, sokak sakinlerinin huzurunu bozuyordu. Hemen her kapı önünde aç bir kedi akşamdan kalan yemek artıklarını yemek için evin bahçe kapısının yanına konan çöp poşetlerini karıştırıyor, bugünkü rızıkları için mücadele ediyor. Çoğu evin ışıkları sönük. Yorgun bedenler, uyanık kalmaya daha fazla dayanamadıkları için yerlere serilen döşeklere kendilerini atmıştı. Sükunet sokağın her metresinde kendini göstermişti. Karanlıktan faydalanan bir fare duvarları çatlak evin duvarından penceresine kadar tırmandı, pencereden içeri kafasını uzattı, kendini cezbedecek yiyecekler bulma umuduyla içeri süzüldü. Gece boyunca sıcağın sefasını süren böceklerin, çöp poşetleri içinde yiyecekleri ile oynaşan kedilerin dikkatini çeken ve sesini kesen şey, mahallenin ortasında bulunan yeşil evin oradan gelen kırılan şişe sesleriydi. Az sonra güçlü bir alev kendini belli etti. Yolun ortasından eve doğru giden alevler, birbirine kavuşan aşık ve maşukun tablosunu kırmızı, sarı, kızıl renklerle çiziyordu.
Ekrem, insanda tiksinti uyandıracak kadar kötü olan niyetine can vermişti. Alevlerin kızıllığında karşı evin duvarına üç siyah gölge düşüyordu. Bu siyahlık bedenlerin gölgesi değil, içlerindeki kötü niyetin duvara yansımasıydı. Alevler kısa sürede evin her tarafını sardı. Yangın evin ön cephesini sararken alevlerden oluşan ırmak evin içine yavaş yavaş akmaya da başlamıştı. Alevlerden çıkan sıcak adamların yüzlerine vurdukça ellerini kaldırarak kendilerini sıcaktan korumaya çalışmışlardı. Alevler evin yan cephesini sarmaya başlarken Rahma’nın evinin hemen yanındaki odunlar da tutuşmaya başladı. Odunların tutuşması ile yangın yan evin penceresine kadar yükseldi. Çok kısa bir süre geçmesine rağmen iki evi tutsak alan yangını söndürmek için gelen kalabalık da gittikçe artıyordu. Çevre evlerin hemen hepsinden bahçe hortumu ile koca yangına karşı gelinmeye çalışılıyordu. İkinci eve sıçrayan yangın evin tavanını da sarmıştı. Bu esnada güçlü bir ses ve gözleri kısa süreli kör edecek derecede güçlü kırmızı ışıklar saçan itfaiye sokağa girmeye çalışıyordu. İtfaiyenin sakağa girme çalışması devam ederken İkinci evin engin penceresinden yarı çıplak bir kadın yardım istiyordu. Mahalleli pencereden yardım isteyen kişinin Sedef olduğunu anlayınca itfaiye ekiplerinin bir kısmını oraya sevk etmek istedi. Sedef ciğerleri çıkarcasına öksürüyor ve yardımın gelmesini el kol hareketleriyle anlatıyordu. Iraz, Saniye yan yana durmuş yaşlı gözlerle hem komşuları Sedef’in çırpınışlarını izliyor hem de Saniye’nin kocası Sait’in akşamüstü inşaata nöbete gittiğini birbirlerine tekrar ediyorlardı. Yangın Rahma’nın evini tamamen sarmıştı. İtfaiye erleri acele bir şekilde Sedef’in bulunduğu pencerenin yanında yangınla boğuşan kapıya su sıkarak oradan bir koridor açmaya çalıştı. Kapı tarafındaki yangın sönünce itfaiye erleri Sedef’i içerden çıkarmak için hamle yaptı. Iraz ve Saniye de yarı çıplak halde bulunan Sedef’e yardım etmek için üç beş adım atmışken Sedef’in çıktığı odadan bir gölgenin hareket ettiğini, itfaiye erlerinin bu gölge ile dışarı çıktığını gördü. Iraz ve Saniye bir an için oldukları yerde durdular. İçeriden çıkan ikinci kişinin Saniye’nin kocası Sait olunca ikisi de toprak zemine çivilenmiş gibi bekledi. İkisi de yarı çıplak olan Sedef ve Sait mahcup gözlerle etrafa bakmadan hızlı adımlarla itfaiye erlerinin arasında bahçe dışına çıktı. Iraz ve Saniye bir Rahma’nın kül olan evine bir Sedef ile Sait’in çıktığı eve baktı.