O günden bugüne 1 Mayıs
Yıl 1977 O yıllarda Eskişehir İktisadi ve Ticari İlimler Akademisinde öğrenciydim. İstanbul’da 1 Mayıs İşçi Bayramı geniş kitlelerin katılımıyla kutlanacaktı. Bağlı bulunduğum Öğrenci Derneği olan, Eskişehir Yurtsever Devrimci Gençlik Derneği de, törenlere katılma kararı almıştı. Bir Mayısın bir hafta öncesinden Kocaeli’deki evimize gelmiştim.
O sabah, okula döneceğimi söyleyerek evden çıktım. Erkenden arkadaşlarımla İstanbul’da buluşarak korteje katıldım. Her şey o kadar güzel başlamıştı ki, davullar çalıyor, halaylar çekiliyordu. Hepimiz neşe içinde bayramımızı kutluyorduk. O kadar kalabalıktı ki saat akşamın yedisine yaklaşmasına rağmen, bizim grubumuz halen alana yaklaşamamıştı.
Olayların başladığı anlarda biz, sonradan insanların kaçıştığı Dolmabahçe’ yi Taksim’e bağlayan yokuştaydık. Saat 19.00 sularında, "meydanda adeta iğne atsan yere düşmezdi. Sol’un bütün fraksiyonları oradaydı. DİSK Genel Başkanı Kemal Türkler konuşmaya başlamıştı. Fakat aniden beşer dakika arayla iki el silah sesi duyuldu. Yüz binlerce insan birbirini eze eze kaçışmaya başladı. Daha ilk şok atlatılmadan Sular İdaresi ve İntercontinetal Oteli’nden (The Marmara Otel) kalabalığın üzerine uzun namlulu silahlarla ateş edilmeye başlanmıştı. Buda yetmezmiş gibi nereden geldiği bilinmeyen bir panzer alana girerek işçilerin üzerine su sıkarak insanları çiğnemeye başlamıştı. Bu kaçışmanın ortasında beyaz bir Renault marka arabadan göstericilerin üzerine kurşun yağdırılıyordu. Bu silahlı saldırılardan sonra 34 kişi hayatını kaybederken 126 kişi ise yaralanmıştı. Ölenlerden Meral Özkol adlı vatandaş panzerin altında ezilerek hayatını kaybetmişti. Ölen vatandaşların 5’i kurşunlanarak geri kalan 29 kişi ise ezilerek hayatını kaybetmişti. Yaralıların 39’u başından ve çeşitli yerlerinden silahla vurulmuşlardı. 1 Mayıs Olayları hiçbir zaman tam olarak aydınlatılmadı. Ne Kazancı Yokuşundaki kamyon ne beyaz Renault nede İntercontinetal Otelden açılan ateşin kaynağı öğrenilemedi. Fakat olaydan bir gün önce otele CIA ajanlarının yerleştiği ve olaydan sonra kayıtların silinerek örtbas edildiği öğrenildi. Aynı dönemde MİT tarafından Başbakan Süleyman Demirel’e olası bir darbe için telkinde bulunuldu. İzleyen günlerde Bülent Ecevit’e İzmir’de Havaalanında suikast düzenlenince acilen Kara Kuvvetleri Komutanı 1 Haziran 1977 tarihinde emekliye sevk edildi."
İnsanlar panik halde kaçmaya çalışırken, panzerler de kalabalığın arasına doğru girmeye ve kitleleri sıkıştırarak Kazancı Yokuşu`na itmeye başlamıştı. Yukarıdan gelen insan selinin en önlerinde bizim grubumuz vardı.
Kalabalığa ateş açılıyordu fakat polis ateş açanlara değil, kalabalığın üstüne saldırıyordu. Bir kamyonun tıkadığı Kazancı Yokuşundan aşağıya kaçmaya çalışan kalabalığı daha da korkutmak için bir daha ateş açıldı. İnsanlar panzerler altında kalarak ve birbirlerini ezerek kaçmaya devam etti.
Kazancı yokuşundan aşağı ilk inenlerden olduğum için o olayın vahametini anlayamamıştım. Sağıma soluma baktığımda yanımda hiçbir arkadaşımı göremedim. Deniz kenarına yaklaştım birden Deniz Motorlarından Sirkeci, Sirkeci diye bağıran motorcuları gördüm. Hiç düşünmeden motora atladım. Bir müddet sonra Sirkeciden Harem’e geçtim ve Eskişehir’ e dönmek üzere biletimi aldım.
Otobüs saatini bir kahvehanede beklerken ,televizyondan olayları izlediğimde nerelerden döndüğümü anladım.
Halen korku içindeydim, etraf polis kaynıyordu. O günlerin Devrimci modası nedeniyle saçlarım çok kısaydı. (Aslında belki de imkansızlıklar nedeniyle çok fazla banyo yapma imkanımız olmadığı için saçımızı kısa kestirirdik. )Kahvehaneye giren polisler kimlik kontrolü yapmaya başladılar, kimliğimi gösterdim bir polis ne iş yaptığımı sorduğunda bir anda ilk aklıma geleni söyledim ve “ben askerim abi ne olmuş kavgamı çıkmış?” diyerek saf tavrına bürünerek polise soru yöneltince sanırım bundan bir şey olmaz diye düşünerek, polisler bana “hayırlı tezkereler” diyerek ayrıldılar. Allah’ dan asker kimliği falan sormadılar.
Otobüsüm gece saat 23.00 de hareket etti. Sabaha karşı Eskişehir’ deydim. Ev arkadaşlarım da İzmit’ de olduğundan evde yalnızdım. Yatağıma yattım ve iki gün hiç kalkmadan uyudum.
Şimdi 63 yaşındayım, bütün akranlarım gibi o günleri anarken gözlerim dolu dolu olur.
Bu yıl 1 Mayıs’ı malum virüs nedeniyle evlerimizde anacağız. Ama yüreğim halen kıpır kıpır çoğu emekçi için bir bayram olsa da o yıldan sonra benim için aynı zamanda bir anma günü.
Tabi ki söz konusu anma sadece Taksim’de yitirdiğimiz canları anmak değil, aynı zamanda 1 Mayıs’ın
yaratıcısı olan dört yiğit işçi önderi:
Albert PERSONS,
Adolph FISCHER,
George ENGEL
ve August SPIES,
1 Mayıs 1886 yılında
8 saatlik iş günü mücadelesinde önderlik yaptıkları için
"Amerikan adaleti”
tarafından idam edilen emekçileri de anmaktır.
Nasıl anılmaz ki bu yiğit işçi önderleri unutmayalım;
O işçi önderlerinden birisi olan Albert PERSONS isimli işçi, özür dileme şartıyla affedileceğinin söylenmesi üzerine, mahkeme heyetinin karşısında tarihe geçecek sözlerini söylemiş:
"Bütün dünya biliyor suçsuz olduğumu. Eğer asılırsam cani olduğumdan değil, emekçi olduğumdan asılacağım."
O günden bu güne ne değişti? Şu mikrobu saymazsak. Bu gün olsa aynı şeyleri yapar mıydım?
Evet hiç bir şey değişmedi. Bu gün olsa aynı şeyleri yine yaparım. Ölümden yana hiç bir zaman korkum olmadı. Ancak aileme yaşatacağım acıyı düşündükçe, iyi ki kurtulmuşum diyorum yine de.
Bugün saat yirmi birde var gücümle önce İstiklal Marşımızı söyleyeceğim, ardından 1 Mayıs işçi Marşını söyleyeceğim
Yaşasın 1 Mayıs!