- 560 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
Gelin Kaynana
Gelin Kaynana
Gelin ve kaynana arasındaki yaşanan anlaşmazlıklar, sıkıntılar, kavgalar insanlık var olduğundan bu tarafa değişimlere uğrasa da hayatiyetini sürdürüyor. Kültüre, eğitim seviyesine, coğrafi şartlara, mizaca, yaşa ve benzeri birçok şarta göre değişiklikler gösterse de temelde benzer sıkıntılar devam ede geliyor. Karı-koca, gelin-görümce ve gelin-elti anlaşmazlıklarını, gelin kaynana anlaşmazlıklarının çokta uzağında ve bağlantısız görmemek gerekir. Konunun kaynana boyutu varda gelin boyutu yok mudur? Elbette var. Bu durumun oğul, damat boyutu yok mudur? Vardır elbette. Gelin kaynana sorununu toplumumuzda ne sıklıkta ve ne düzeyde yaşandığının istatistiksel çalışmaları yapılıyordur muhakkak. Bu soruna, erkeklerin ve kadınların bakış açıları farklı zaviyelerden olmaktadır. Ama temelde buluşacakları ortak yönler vardır. Bu bağlamda istesem de istemesem de benim değerlendirmem daha çok erkek bakış açısı doğrultusunda olacaktır. İşin tekniğinden ziyade daha çok gözlemlerim üzerinden olayı ele almaya çalışacağım.
Gelin kayınvalide ana sorunlarını sıralayacak olursak; kaynananın her şeye karışması, gelinin ayrı evde yaşama isteği, anlaşmazlık, kıskançlık, eşler arasındaki anlaşmazlıkların yansıması, karakter ve kültür farkı gibi birçok madde sıralanabilir. Olumlu veya olumsuz hâl bir nevi mütekabiliyet çerçevesinde vücut bulmakta ve her iki tarafın menfi tutumlarıyla da daha çok şekillenmektedir.
Hayatta edinilen anne, baba, kardeş, amca, dayı, teyze, hala gibi birçok rollere az veya çok sahip oluyoruz. Bu roller içinde yaşanan çatışmaların en belirgini, gelin ve kaynana arasındaki olanıdır. Gelin kaynana arasında ki sıkıntılar kimi zaman tatlı bir çekişme gibi görülse de kimi zaman aile birliğini bozacak, etkileyecek türde çetin yaşanabilmektedir. Gündelik hayatta, iletişimde künhüne eremediğimiz öyle çok olumsuz vaka ile karşılaşıyoruz ki gelin ve kaynana arasındaki sorun bunlardan bir tanesi olduğunu da unutmamak gerekir. Yaşanılan sıkıntılarda toplumsal önyargıların, şartlanmışlıkların etkileri de var elbet. Beklentilerin çok yüksek olması ve kaynananın memnuniyetsiz hâlleri de önemli etkendir. Erkek ve dişinin yaratılıştan, irsiyetten gelen ve sonradan kazanılan edinimlerin etkisini de göz ardı etmemek gerekir. Evlilik müessesesini doğru inşa etmek, doğru kararlar almak bu bağlamda daha çok önem arz etmektedir.
İnsanlarda ve bütün canlılarda genel anlamda sahiplenme duygusu, annelerde, dişilerde daha fazladır. Toplumdaki müşterek algı dâhilinde her ne kadar aile yapımız ‘erkek egemen, ataerkil’ tanımlaması şeklinde olsa da ev içinde, çocukların eğitiminde, hatta evin idaresinde, yönetiminde daha çok kadın belirleyici bir figürdür. Baba figürü her ne kadar önde gibi gözükse de kadının rolü genel manada daha baskındır. Çünkü baba daha çok dışarıdadır, iştedir. Annelik ve sahiplenme duygusunun baskınlığıyla beraber çocuk üzerinde ki etkisi daha belirgindir. Bu yaşam şekliyle yoğrulmuş kadın, anne ve eş uzun yılların alışkanlıklarını, yaşantıyı bu minvalde daha çok kanıksamaktadır. Evlilikle birlikte yeni bir yaşayışa geçen kadın, gelin figürünün kabullenmiş gibi gözükse de aslında hiç kabullenmediği gerçeği üzerinden, sıkıntıları, sancıları çoğu zaman yaşar. Eril ve dişinin birbirine mecburiyeti, hayatı paylaşma ve soyu devam ettirme noktasında kadının çocuk doğurmak gibi çok önemli bir fonksiyonu olduğu gerçeğini göz ardı etmemek gerekir. İş hayatında olan, kendi ekonomik özgürlüğünü kazanmış olan gelin figürü, gerek eşini seçme, gerekse de eğitimli olmasının etkisiyle çocuklarını yetiştirmede kendisini merkezde görme hâli, özellikle ataerkil aile yapısından gelen kaynananın elini epeyce zayıflatmış gözüküyor. Hem kaynanalığı hemde gelinliği aynı zamanda yaşayan ara nesil, iki taraflı sıkıntıya duçar olması kaçınılmaz olmaktadır. Çok hızlı değişimi yaşayan bu ikinci nesil en çok mağdur olarak gözüküyor. Âşık Veysel’in; ‘Galiba dünyanın sonuna geldik/ Gelin belli değil kız belli değil’ türünden bir gidişatta var maalesef.
Yeni kurulan yuvada gelin, kendi kararlarını, bakış açılarını evine uyarlayıp önceliyor doğal olarak. Bu oluşumda, eşinin annesini özellikle göz ardı etme, ikinci plana alma gibi bir uygulama tabiî ki görülebiliyor. Bunun zıttı durum erkek içinde geçerlidir. Saygının, sevginin zedelendiği durumlarda sıkıntılar daha fazla nüksediyor. Anne tarafından çocuğa gösterilen dayı ve teyze rol modeli, karşı cephede amca ve hala figürleriyle çarpışabiliyor. Mugayir tutumlar, yeni ve değişik yaklaşımlar alışma ve uyuşma sürecini geciktiriyor ve zorlaştırıyor. Her iki tarafın hayatlarında edindikleri prensipler tersi yönde yol almaya başladığı zaman sıkıntılar nüksetmeye başlamakta.
Gerek erkek olsun gerek kadın olsun kendi annesi veya aile evradıyla yaşadığı sıkıntılarda çok çabuk bir şekilde çözümleyebilmekte, tamir edebilmektedir. Ama eşin ailesi söz konusu olduğu zaman yaşanılan sıkıntıda tamirat, sıkıntıyı çözme, düzeltme süreci ya çok yavaş ya da hiç olmamaktadır. İki tarafta karşıyı suçlayıcı, kendini haklı gösterici bir taraf muhakkak bulabilmektedir. Bu da yaşanan sıkıntının kronikleşip devam etmesine neden olmaktadır. Bu günün kaynanası olan dünün gelini zamanında kaynanasından çok çekmesi ve bu sıkıntıyı gelinine aksettirmesi muhtemel dâhilindedir. Ataerkil sistemde önce babası, sonra eşi daha sonrada oğlu ile konumunu sağlamlaştıran kaynana, güç kaybetme korkusuyla gelinle rekabete girmektedir. Temerküz eden sorunlar bir yerde illaki depreşecek. Kaynanaların daha sıkıntılı olduğu devirde gelin olma, gelinlerin daha sıkıntılı olduğu devirde kaynana olma talihsizliğini yaşayan kuşak en çok ezilen, en çok zorlanan olacaktır.
Her ne kadar yaşanmışlıklarla beraber gelen tecrübelerde olsa hayatın içinde her evrede acemilikler yaşanıyor. Hayatta çok görmüş geçirmiş biri dahi ilk kaynanalığı, ilk gelinliği yaşayacak ve acemilikle karşılaşacaktır. Gelin ve damat, aile bireyleri tarafından icbar durumları istemeyecekler. Bu karşı duruş diklenme şeklinde tezahür edecektir. Bu da saygı, sevgi olgusunu zedeleyecektir. Çokta olsa kaynananın azda olsa gelinin tahakkümcü tavırları zamanla çekilmez hâl alacak. Özellikle ekonomik özgürlüğünü kazanmış bireyler, zora gelme olgusunu kabullenmeyeceklerdir. Zımnen kabul edilmiş her bir durum, zamanı gelince pişirilip pişirilip servis edilmesi kuvvetle muhtemeldir.
Gerek eşler arasında gerekse de aileler arasında muhayyel tozpembelik hâlini her zaman beklemek fazla iyimserlik olacaktır. Günümüzün çekirdek aile yapısı gelin ve kaynanayı bir birinden uzakta tutmakta, bu durum da iki taraf için de çatışmaları azaltmaktadır. Yeni durumda ayrı ve uzakta yaşama, iki taraf içinde mesafeyi koruyucu bir bulgu olarak görülmektedir. Kırsaldan şehirlere göçle beraber oluşan yeni demografik yapıyla bu bağ gün geçtikçe gevşemeye yüz tutmaktadır. Gelinler cihetiyle bu yeni durum, ataerkil bir tahakküm ve bağımlılık içerisinde bulunan kaynanaların güç kaybetmesi şeklinde yorumlanmaktadır. Yaşanan zorluklarda sıkıntılarda soğuk işmarı yaşayan gelinlerin sayısı gün geçtikçe azalmaktadır. ‘Gelin, kaynana toprağından yaratılmış’ derler başka bir taraftan.
Düşünmüyor değilim; acaba gelin kaynana mücadelesi ataerkil kültür kodlarımızdan gelen soyun devamı, oğlan üzerinden olduğu anlayışına hizmet mi ediyor? Yoksa gelin ile damat arasında aileler boyutuyla bir denge mi sağlanıyor?
Her türden yaşanılan olumsuzluğa rağmen her iki tarafında yaraları sağıltma çabasında bulunması elzem olacaktır. Kırılganlıkların, yıpranmaların yaşanabildiği bu ortamda kristali un ufak etme yanlışlığı neye salık verir neyi sağaltır? İnsanın kaderi ve Allah’ın, insanı tabi tuttuğu imtihan hâlleri vardır. Bu durumda sabır olgusunu unutmamak gerekir. Boşuna dememişler sabrın, demirden leblebi olduğunu. Nasıl ki: ‘Ateşe düşen çığlık atar, Ağıt yakmaz. Ağıtı, yakınları söyler’ sözünde olduğu gibi bir de yaşantının en uç noktası dibi var ki, Allah düşmanımın başına vermesin türünden. Bu sıkıntının iki taraf içinde melanet bir durum olması kaçınılmazdır. Beterin beteri mertebesinde fasit bir durumdur bu.
Yeni nesli, büyüklerin tecrübelerinden mümkün mertebe nasiplendirmek gerekir ama bir yerde yeni nesli sadece acemi birer figüran olarak görmek yerine, geleceğin büyümüşleri, kendi kararlarını verebilecek yetişkinleri olarak da görmek gerekiyor. Cemil Meriç’in ‘Yaprak ağaçtan düşünce rüzgârın oyuncağı olurmuş’ sözündeki gibi istenmeyen durumlara düşmeme adına tedbir almak, sabır göstermek doğru bir karar olacaktır.
Bu hassas konuyu, sevdiğim güzel bir sözle sonlandırmak istiyorum.
Kurbağa demiş ki:
‘Çok şey söylemek istiyorum ama ağzıma su kaçıyor’
İlkay Coşkun
25.04.2020
YORUMLAR
Gerekli yeterliliğe sahip olmayan oğullar evlenirken maddi desteği anne babalarından bekliyorlar da işlerine davranışlarına karışıyor diye kızıyor hanımları. Çok sebep var da en çok görülen bu konu.
Güzel bir paylaşımdı, herkes içindekileri dökebilir saygılarımla.
İlkay Coşkun
Sizden böyle bir konu beklemiyordum açıkçası:) ama, bu kadar sıradan, hatta sıkıcı bir konuyu bile o güzel anlatımınızla, keyifle okutacağınızı biliyordum...
Olayı, bütün taraflar açısından ele alıp tahlil etmeniz de ayrıca takdire şayan.
Teşekkürler paylaşım için...