- 595 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
ANILARLA ESKİ RAMAZAN GÜNLERİNE YOLCULUK
Çocukken, Artvin’de ablamların yanında okuyordum. Evde ablamlardan başka, Gülhanım neneler ve Atakan Avcılar da vardılar. Gülhanım nenenin prensibiydi. Akşam namazı kılınmazdan kimseyi sofraya oturtmazdı. Atakan’la ben haliyle çocuktuk. Oruçlu halimizle her ne kadar yönümüz kıbleye idiyse de gözümüz sofradaydı. Namazı adeta yıldırım hızıyla kılar, sofraya otururduk.
Allah Gülhanım nenemize rahmet eyleye. Onun bu uygulamasını hatırlar ve çocuklarıma iftar açtırmadan akşam namazını kıldırtmam. Herkese de tavsiye ederim.
Samsun- Terme’de öğretmenken bir iftara davetliydik.. İftar yaklaşınca ev sahibi bize dönerek:
-Önce namaz mı kılmak istersiniz, iftar mı etmek istersiniz? Gelin görün ki oruç tutmayanlarımız:
-Önce iftar edelim. Oruçlular ise:
-Önce namaz kılalım dediler Neticede önce birlikte iftar yemeğimizi yedik de, akşam namazında pek seyrektik.
Köyümde öğretmenken, bilgi yarışması için öğrencilerimizi öğretmen Mehmet Avcı’yla birlikte Şavşat’a götürdük. Ramazan’dı. Yarışma öncesi çocukları doyurmamız gerek diye düşündük. Ve bu işi Mehmet Bey bana rica etti. Bu işin bu kadar zor olacağını bilsem kabul etmezdim. Mesele para ödemek değil, oruçlu oruçlu lokantada bulunmak.
Neyse, öğrencilerimiz, lokantada yerlerini aldılar. Dönerleri söyledim. Ama lokantanın içinde durulur gibi değil. Hem sıcak hem dönerin verdiği hararet tarif edilemeyecek kadar zor bir durum. Arada dışarı çıkıyor ve tekrar ihtiyaçlarını sormam için çocukların yanına giriyorum. Bu giriş- çıkış üç- beş kez sürdü. Oruçlu oluşum o kadar zor duruma koydu ki beni. Ben ki o gün orucumu bozmadım, daha da bozmam. Kendi kendime konuşuyorum:
Eğer açlık ve yoksulluk benim şu halim gibi ise yanmışız. Demek açlar ve yoksullar biz yerken bize böyle bakıyorlar. Hüngür hüngür ağladım. Orucun esas mahiyetini işte o zaman iyice anladım.
Köydeydim ve bir Ramazan mevsimiydi. İftara yakın kendisiyle küs olduğum biri kapımı çaldı. Ben de Tanrı misafiri deyip buyur ettim. İftar sofrasındayız ve ev telefonu çalıyor ve telefonda Hamit hoca:
-Muhammet hoca, misafirin var mı* ha ha ha diye kahkaha atıyor.
-Var, hocam dedim. Bir daha kahkaha atarak telefonu kapatıyor. Teravih sonrası cami avlusundaki söyleşmemizde Hamit hoca, misafir olayına açıklık getiriyor, Yine kahkahalar atarak:
- O misafiri sana ben yolladım. Muhammet hoca seni buralarda aradı, bulamadı. İftara götürecekti, dedim..dedi. Hoca’nın planı işe yarıyor.. Böylece, o kişiyle olan küskünlüğümüz de sona eriyor.
Artvin’den bayramlık ihtiyaçlarımı alıp köye dönmüştüm. Nevalemi minibüsten boşaltıyordum. Minibüsün üst bagajında on kiloluk yağ tenekesi vardı. Tam onu alırken bir de poşet yırtılıp teneke kafama düşmez mi? Kafamdan kanlar sızmaya başladı. Tam da iftar vaktiydi. Kısadan bir şeyler atıştırıp aynı minibüsle Artvin’e hastaneye ulaştım. Doktora:
-Kafama yağ tenekesi düştü, dememle:
-Eeee sen hala yaşıyor musun, dedi doktor. Ambulansla Rize’ye sevk edildim. Rize’de gerekli tetkikler yapılıp ertesi günün öğle vaktine kadar gözlem altında tutuldum. Köye döndüm. Ertesi gün bayramdı. Hem bayramlaşmaya hem de ziyaretime gelenler:
- Biz iki kilo yağı alamazken senin neyine on kilo yağ almak, diyerek bir de şakalaşmazlar mı? Artvin’deki doktor, yeğenim Habib’e hala sorarmış:
Amcan, yaşıyor mu?
Sigara tiryakisi köyümden bir ağabeyimiz anlattı.
‘Ramazan’dı. Cuma namazına Çiftehanlar’a gitmeye karar verdim. Vakit ilerlediği için adımlarımı hızlandırıp, kısa zamanda Çiftehanlar’a indim. Mescite koştum. Mescitte bir- iki ihtiyardan başka kimse yoktu. Sordum:
-Cumanın vakti gelmedi mi daha? Dediler ki:
-Nusret Hoca, saat 12’de okulu paydos edecek. Ondan sonra kılacağız Cumayı.’ (Memurlar için saat 12’ye ayarlanıyor bazı yerlerde Cuma saati) Sigaradan olacak, vatandaşımız hiddetleniyor. Alış- verişini de etmeden düşüyor evinin yoluna.
Söylene söylene evine dönüyor ve kilometrelerce yolu yürüyor ve evinin önünde:
-Keşke, Cuma’yı kılsaydım, diye hayıflanıyor.
Trabzon’da öğretmendim. Ramazan’dı. Teravihe mahalledeki mescite gidiyordum. Mescit olunca haliyle kadrolu imamı yoktu. Ramazanlığa bir amca kıldırıyordu namazımızı.
Ne var ki ev sahibim, hocayı beğenmiyor ve mescite gelmiyordu. Bir akşam çok hastalandı Ağa’mız. Adeta can çekişiyordu. Bana dedi ki:
-Git hocayı çağır, gelsin bana okusun, ben ölüyorum. Gittim, hocayı getirdim, Okudu. Ağa’mız iyileşti.
-Allah’ım ne büyüksün ki ağayı der demez o hocaya muhtaç ettin. Boşuna dememişler atalarımız:
Günün birinde su içeceğin çeşmeye çamur sıçratma.
Nisan 2020 Sakarya
Muhammet AVCI
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.