- 527 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Şeytan da ukalaları sever
İzleyenler anımsayacaktır. ’Gerçek bir hikâyeden esinlenilmiş’ Sonsuzluk Teorisi filminde şöyle bir diyalog vardı: Hindistanlı dâhi matematikçi Srinivasa Ramanujan öğretmeni Prof. Hardy’e soruyordu: "Hava güneşliyken neden şemsiye taşıyorsunuz?" Öğretmeninin cevabı şöyleydi: "Yağmur yağmasın diye. Ben şemsiye taşırsam yağmur yağmaz. Çünkü ateistim." Srinivasa hocasına şu şekilde karşılık veriyordu: "Hayır efendim, tanrıya inanıyorsunuz, ama sizi sevmediğini düşünüyorsunuz." Bizim öğrenci tabii ki bu atışmada ’inançlı’ olan kesimi temsil ediyor. Ah, sakın, bilim meraklıları ’kendince dindar’ bu çocuğu hor görmesin. Zira onun 1900’lerin başlarında defterine not aldığı formüller bugün karadeliklerin matematiğini anlamak için kullanılıyormuş.
Bazen ben de ateistlerle tartışırken Srinivasa’nın yaşadığı duygu duruma benzer şeyler yaşıyorum. Mesela geçenlerde bir tanesi şöyle yazdı: "Allah bana mı sordu yaratırken?" Şaşırdım. Bakınız, inançlı bir kimsenin böyle sorması bir derece anlaşılır birşeydir, çünkü yaradana imanı vardır. İnandığı yaratıcının kendisini niye yarattığını sorgulamaktadır. Buna cevap verilebilir. Mümkündür. Ancak ateist olması hasebiyle zaten yaratıcıya inanmayan birisinin sıkıştığı yerde böyle isyanlara sapmasına gülerim. "O bir inançsız değil!" derim. "O bir küskündür." Bu aşamadan sonra mevzu artık bir ’varlık-yokluk’ tartışması olmaktan uzaklaşır bence. Konuşulması gereken şimdi tevhiddir. Çünkü muhatabınız ’Allah’ demektedir. ’La ilahe’de sıkıntı vardır.
"La ilahe’deki sıkıntı olduğunu nereden çıkardın a çocuk?" derseniz ona da cevabım şu: Eğer bu arkadaşlar Allah’tan başka ilahın olmadığına sahiden inansalardı o zaman kendilerini de ’ikinci bir ilah’ konumuna yükseltmezlerdi. Niyazdan öfkeye sapmazlardı. Ne demek bu? Açmayı deneyeyim: Eğer Allah’a tastamam ’Allah’ olarak inanırsanız, yani üstünlüğünü ’ilahlık’ tanımının gerektirdiği ’biriciklik’ seviyesine çıkarırsanız, siz ve başka herşey yalnızca ’kul’ olursunuz, sadece ve sadece O ’ilah’ olarak kalır. Bütün güzel isimleri O yüklenir. Her hayır Onun eline geçer. Gayb da dahil olmak üzere herşeyi O bilir. Aranıza eşitliği sonsuz şekilde bozan bir hiyerarşi girer. Hiyerarşinin olduğu yerde, seviyesine göre, üstün yapabildiği fakat astın yapamadığı şeyler olur. Askerliği düşünelim mesela: Genel Kurmay Başkanı ordudaki bütün neferlere emir verebilir ama neferlerin hiçbirisi ona emir veremez. Rütbe düştükçe emir alma-verme durumu değişir. Sözgelimi: Binbaşıya yüzbaşı hesap soramaz ama albay sorar. Yani tanım üstlükte yara aldıkça sorgulama altta kuvvet bulur. Ordudan atılmış bir generali erler dahi sorgularlar. 15 Temmuz’dan sonra nitekim gördük.
Mürşidim bunu İmam Maverdî rahmetullahi aleyhin Edebü’d-Dîn ve’d-Dünya eserinden yaptığı bir alıntıyla ders verir. Aktarılan kıssa şöyledir: "Bir zaman şeytan, Hazret-i İsâ aleyhisselâma itiraz edip demiş ki: ’Madem ecel ve herşey kader-i İlâhî iledir; sen kendini bu yüksek yerden at, bak nasıl öleceksin.’ Hazret-i İsâ aleyhisselâm demiş ki: ’Cenâb-ı Hak abdini tecrübe eder ve der ki: Sen böyle yapsan sana böyle yaparım. Göreyim seni, yapabilir misin, diye tecrübe eder. Fakat abdin hakkı yok ve haddi değil ki, Cenâb-ı Hakkı tecrübe etsin ve desin: Ben böyle işlesem Sen böyle işler misin, diye tecrübevâri bir surette Cenâb-ı Hakkın rububiyetine karşı imtihan tarzı, sû-i edeptir, ubudiyete münâfidir."
İşte küskünlerin dünyasında da aslında yaşanan budur. Allah hâlâ ’Allah’tır amma karşılığı artık ’Genel Kurmay Başkanı’ değildir. Eksiltilmiştir. Erin de pırpırlarında vehmî bir zıplama yaşanmıştır. Ben mevzua ateistler kapısından girdim, lakin siz kapıyı deistlere, modernistlere ve hatta tarihselcilere kadar açabilirsiniz. Cümle ehl-i bid’anın bu kıssadan bir hissesi vardır. Yüzü hepsine bakar. Nitekim yakın zamanda bir tarihselci de Mustafa Öztürk eleştirimin altına şöyle birşey yazdı: "Allah nasıl olur da cinayet gibi büyük bir günahı affeder fakat şirki affetmez? Şimdi böyle söyleyen bir kitabı Allah’ın sözü mü sayalım?" Ben de kendisine mezkûr ateiste verdiğim cevabın benzerini verdim:
"Allah eğer sahiden Allah’sa, öyle kabul ediyorsanız, dilediğini affeder, dilediğini affetmez. Mal sahibi mülkünde istediği gibi tasarruf eder. Boyun eğersiniz. Eğer (hâşâ) Allah senin gibilerse, elbette seçiminize göre Allah’ın affedecekleri değişebilir, çünkü o zaman (hâşâ) O sizin kulunuz olur. Önce tarihselciler olarak oturup buna bir karar vermeniz lazım bence: Allah siz misiniz? Yoksa O mu? Eğer Oysa, O söyleyecek, siz kabul edeceksiniz. Normali budur. Çünkü ilah tanımı gereği ’hüküm koyucu’dur. Öğrenmez. Öğretir. Ya o tarafa geçin yahut da bu tarafta durun. Bu aradaki halinizden yıldık."
İblisin İsa aleyhisselamla yaşadığı soru-cevap nasıl da her şeytaniyette kendisini tekrar ediyor görüyorsunuz. Pastanın kreması değişse de altındaki hamur aynı. Neticede hepsi ’ilah’ tanımından yontuyorlar. Allah’a hakikaten ’Allah’ olarak inanmadıkları için sorguluyorlar. Bediüzzaman’ın tabiriyle ’Cenab-ı Hakkın rububiyetini imtihan ediyorlar.’ Hem ’Kuluyuz’ diyorlar ve hem de (hâşâ) Rablik öğretiyorlar.
"Bana mı sordu yaratırken?" diyen de aynı yerden konuşuyor, "Onu affediyor da bunu niye affetmiyor?" diyen de. Halbuki kafalarındaki/kalplerindeki ’ilah’ tanımı tam olsa kendileri de tastamam ’kul’ noktasına yerleşecekler. Kaşığı değil kendilerini bükecekler. Hesap sormayacaklar. Nefis muhasebesi yapacaklar. Sual edeceklerse de ’hesap sormak için’ değil ’hikmetini anlamak için’ edecekler. En nihayet ben de mürşidim gibi düşünüyorum arkadaşım. Evet. Bu zamanan dalaleti cahilliğin değil ukalalığın neticesidir: "Bilirsiniz ki, eğer dalâlet cehaletten gelse, izalesi kolaydır. Fakat dalâlet fenden ve ilimden gelse, izalesi müşküldür. Eski zamanda ikinci kısım binde bir bulunuyordu. Bulunanlardan ancak binden biri irşadla yola gelebilirdi. Çünkü öyleler kendilerini beğeniyorlar. Hem bilmiyorlar hem kendilerini bilir zannediyorlar."
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.