- 497 Okunma
- 2 Yorum
- 2 Beğeni
ÇOCUKLARA KIYMAYIN...
Tepesine yorganı çekti küçük kız. Gözlerini küçücük elleriyle yumruk yaparak hızlı hızlı sildi tombiş yanaklarını...
Gözyaşları daha bir hızlandı. Aceleleri varmış gibi çabuk çabuk aktı ıslattı yastığını.
Salondan gelen sesler artık iyice bir yükselmişti. Kulaklarını kapadı. Olmadı yastığın altına soktu başını. Olmadı şarkı söyledi, kendi sesiyle bastırmak istedi ama...Duymamak için ne yapsa nafile hiç bir işe yaramadı.
Kıvrıldı, yorganın altında...Hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Sesini yükselterek devam etti ağlamaya. Sesini duyurmama gibi bir çaba göstermedi. Belki sesini duyup gelirlerdi ve kavga etmeyi bırakırlardı.
Maalesef kimse sesini duymuyordu. Kendi bağırma çağırma seslerinden başka bir ses duymalarına imkan yok gibi görünüyordu.
Babası küfrediyor, annesi yine çığlıklar atıyor. Babası vuruyor annesi beddualar okuyordu. Akşam yemeğinde başlayan tartışmanın sonu her zaman olduğu gibi kavgayla sonuçlanmıştı.
Biraz sonra kavga bitecek, babası yukarı yatak odasına çıkacak, annesi ise salonda sabaha kadar ağlayacaktı.
Bu sık sık tekralanan bir durumdu evlerinde. Yan odada kendisinden bir kaç yaş büyük olan ağabeyide adı gibi emindi, şu an O’da yorganın altına girmiş ağlıyor olmalıydı.
Böyle zamanlarda korkularından odadan çıkmaya cesaret edemiyorlardı. Sabah olacak ve bir köşeye çekilip fısır fısır dertleşeceklerdi yine...
Anneleri salonda, çocuklar odalarında ağlayarak sabahladılar o gece... Her zaman ki gibi.
Kahvaltı masasında, kaçamak bakışlarla annelerinin yüzündeki morlukları acıyarak ve üzülerek seyrettiler.
Bu iki kardeş hır gür içinde mutsuz bir yaşam sürdükleri bu evin boğucu havasından bıkıp usanmışlardı artık. Her ikisi de küçük yaşta canlarından bezmişlerdi.
Annelerinin bu haline hiç kıyamıyorlardı. İşin doğrusu babalarına da kıyamıyorlardı. O’ da mutsuzdu... Anneleri de babaları da iki inatçı keçi gibi sürekli birbirleriyle inatlaşıp duruyorlar ve sık sık böyle kavgalar yapıyorlardı. Kim haklı kim haksız, iş çığrından çıkmıştı artık.
Karşılıkla hakaret, küfür yüksek sesle bağırmak çağırmak. Ve dayak.
Her iki çocukta öyle korkuyorlardı ki, bu işin sonu boşanma ile bitecek ve yuvaları dağılacak diye. Boşandıkları takdirde kız annesiyle oğlan babasıyla yaşamaya devam edeceklerdi.
Tartışma esnasında, sık sık bu söylemler havada uçuşurdu. Bir iki hafta küslükten sonra vazgeçerlerdi boşanmaktan. Barışırlardı. Ama inatlaşmalar, tartışmalar, artık sıradanlaşmış ufak tefek münakaşalar devam ederdi tüm hızıyla.
Aradan iki yıla yakın bir zaman geçmişti. Yuvaları dağılmamıştı. Yüzlerce kez boşanmaya kalkışmalar, avukatlarla görüşmeler, kavgalar, tartışmalar, küsmeler ve barışmalarla geçen yıllar ve yine tanıdık bir sahne oynanıyordu evlerinde şimdi
Saat gece yarısı, küçük kız 10 ağabeyi artık 13 yaşlarındaydılar artık. Tarih tekerrürden ibarettir denilir ya... Küçük kız yorganın altında ve yanaklarından iki damla yaş süzülüyordu...
Akşam üzeri başlayan tatile gidilecekti gidilmeyecekti tartışması hızla büyümüş ve yine küfürler, hakaretler ve tehditler... Sesler yükselmişti.. . Eşyalar havada uçuşmaya başlamıştı. Artık bir fark vardı. Babaları annelerini dövmüyordu artık. Dahası dövemiyordu...
Kısacası anneleri büyük bir başarıya imza atmıştı. Artık kocası ne zaman dövmeye kalksa eline ne geçerse kocasının yüzüne fırlatıyordu. Evliliklerinde tek olumlu gelişme buydu esasında.
Uzun lafın kısası, tüm hızıyla devam ediyordu evin içinde ki kaos...
Küçük kız duvar saatine göz atıp yatağın içinde oturdu. " Hazırlanmam lazım" Dedi kısık bir sesle. Artık ağlamıyordu. Telofonunu eline alıp ağabeyini aradı. Ağabeyi sessiz bir sesle cevap verdi telefona " Hazırım, beş dakika kaldı Büyükbabamın gelmesine"
Küçük kız ağlamsı titrek bir sesle konuştu:
" Tamam ağbi ben de hazırım".
Küçük kız aceleyle telefonunu bir saat önce hazırlamış olduğu sırt çantasının içine attı. Montunu giydi. Engel olamadığı göz yaşlarını koluyla sildi.
İçeriden babalarının küfürlü naraları geliyordu:
" Bu iş bitti artık, yarın ilk işim avukata gitmek. Allah senin belanı versin, yeter sus artık baş belası kadın!
Küçük kız aceleyle telefonunu bir saat önce hazırlamış olduğu sırt çantasının içine attı. Montunu giydi. Engel olamadığı göz yaşlarını koluyla sildi.
İçeriden babasının küfürlü naraları geliyordu:
" Bu iş bitti artık, yarın ilk işim avukata gitmek. Allah senin belanı versin, yeter sus artık baş belası kadın! Kapa çeneni sus diyorum sana!
Annesi ise ağlayarak haykırıyordu:
Asıl ben seni boşuyorum. İnceldiği yerden kopsun. Elif’i ben büyütürüm, Engin seninle kalsın. Çatır çatır nafakanı keyifle yiyeceğim. Bitmedi tazminat davası açacağım. Çocuklarım büyüyünce zaten anlayacaklar benim haklı olduğumu. Asıl sen baş belasısın. Gençliğimi yedin bitirdin, bıktım usandım artık, canıma kıyacam bir gün en sonunda ölümüm senin elinden olacak!
Tam bu sırada kapının zili çaldı uzun uzun...
Elif ve Engin aynı anda çıktılar odalarından. Anneleri ve babaları şaşkın şaşkın bakıştılar birbirlerine. Engin kendinden emin ve kararlı buz gibi bir ses tonuyla:
" Siz hiç zahmet etmeyin annecim ve babacığım, biz sizden boşanıyoruz!
Kapının zili tekrar çaldı acı acı...
Engin koşar adımlarla kapıyı açmaya giderken,
Elif hiç konuşmadan arkasından gitti. Başı eğik gönlü kırık.
İki kardeş son kez tekrar dönüp baktılar hiç büyümeyen anne ve babalarına.
Boynu bükük ve hıçkırıklarla sarsılan omuzlarında sırt çantası...
Gittiler....
YORUMLAR
Hakikaten hayatın cümle yükünü o masumların sırtına vurup adını onların rahatı için koyuyoruz. Yer yüzünün en masumları aynı zamanda en mağdurları oluyor hep. Küçük ölçekte ev büyük ölçekte savaş ve göç. Ama hep çocuklar ziyan olur bu debdebe içinde.Elinize sağlık.Hazin ama güzeldi.