- 348 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Milenyum
Sade bir tanımla „bin yıllık bir süreyi kapsayan zaman dilimine milenyum“ diyoruz: Önce Milenyum’un etimolojisine bakarak bir cümle kurmak zorunluluğumuz var kavramı aҫıklamak iҫin. Kavram bize bin yıllık bir zaman diliminin tek bir sözcükle ifade edilmesi iҫin barbar, ama bu günkü yaşamımızda sayısız buluşlara imza atan Romalılar’ın kullandıkları Latince’den bin anlamına gelen „mille“ ve „anno“ yıl sözcüklerinin toplamından oluşmuş bir sözcüktür.
Ben, bu yazımı, Milenyum üzerine bilimsel tartışmaların dışında bir düşünce biҫimiyle ifade etmeyi bu acıdan daha uygun buluyorum! 1999 Yılı 31 Aralık günü kendini tarihin derinliklerine gömerken, önümüze Miladi Takvim’den sıfırın kullanıma girmesiyle bütün tartışmalara rağmen ömrünü tamamlamış gibi gözüküyor. Bu gün, 1999’un son günü! Ben 34. yaşıma girerken koca bir Dünya’nın Milenyum’u kutlaması ise yaşadığım zikzaklarında ötesin de; „gelecek günler her şeyden önce daha iyi olacak“ inancıyla yaşayacağımız bir akşam ve gece olacaktı.
Bu gün, 1999’un son günü, bin yıllık bir ömrünü tamamlayan yaşlı Dünya’mızın insanları ise tüm ҫılgınlıklarını, kapitalizmin; kazan – harca tüketim hırҫınlığının duygu sarhoşluğu iҫinde insanları kendi bendiğinden uzaklaştırarak olmayan bir dünya vadetmesi eşiğidir aynı zaman da! Ben de, bu dönemde kırılmalar yaşıyordum. Ve bir ҫok şeyi de başarmama rağmen kendimi her konuda yetersiz hissediyordum!
Bu düşünceler iҫin de Almanya’nın Darmstadt Șehiri’nde gelgitleri yaşıyordum ve oldukҫa geniş bir Alman ҫevrem vardı. Ve ben bu arkadaşlarımı bir ay kadar önce kendi evime davet ederek, Milenyum’u kutalama gibi bir düşünce arifesine girmiştim! Davetime iştirak edenler bendeniz H. Hüseyin, Andreas, Karlo, Jürgen, Angelika, Saskia, Marina, Giesela, David, Klemens, Katja ve Jacklin’di. Bu arkadaşlarımın hepsiyle de üniversite de sosyoloji ve felsefe seminerlerine katılımlarımda tanışmış ve arkadaşlıklarımız bir süreklilik kazanmıştı. Bu akşam da Milenyum’u nasıl kutlayacağımızı kararlaştırarak, kutlamayı Angelike yeni tanıştığı Suriye kökenli Çerkez arkadaşının yapacağı yemeklerle bize bin yılı uğurlatacaktı. Bizler de ufak tefek, karınca kararınca bir şeyler getirmek iҫin sözleşerek ҫaylarımızı iҫip vedalaştık.
Bütün yaşadığım olumsuzluklara rağmen, ben de aynı zamanda Almanya’ya gelişimin onbirinci yılına girişimi de kutlama mutluluğuna erişecektim. Bu arada gün de gelip ҫattı, bu akşam sanki ilk kez yılbaşı kutlamasına gider gibi bir duyguyla ve heyecanlı bir şekilde ben de birazcık bulgur pilavı, salata, yoğurt ve uzun yıllardan beri iҫmediğim rakıma yeniden dönüşümün de keyfini yaşamaktaydım. Aşk yönünden kafam rahattı, ҫünkü ҫocuklarımın sorumluluğun mahkeme tarafından bana verilmesi aşk işini rafa kaldırmıştı ve ben sosyal bir kurum olan Caritas’da bir ilk okulun birinci ve ikinci sınıflarının sınıf öğretmenliği işine gönderildiğim iҫin kendimi daha iyi hissediyordum, ҫünkü ekonomik sorun yavaş yavaş ҫözülme noktasına gelmişti. Kutlamayı yapacağımız ev bana yaya olarak en fazla onbeş dakika gibi bir mesafede olduğu iҫin, akşam daha saat sekiz olmadan ben yola koyuldum! Zile bastığımda, Yaşti kapıyı tam bir ahҫı kıyafetiyle aҫtı ve bende ilk kez bu benden biraz daha genҫ olduğunu tahmin ettiğim modern görünümlü insanla tanışmış oldum. Güney’in sıcaklığına ve kültürüne özgü sohbetlerle havadan sudan konuşmaya başlayarak o yemek yaparken ben de sohbete devam ettim. Arkasından Angelika ve Jacklin’de gelerek hummalı akşam da böylelikle başlamış oldu. Hepimizde tanımı belirsiz gerҫek bir sevinҫ vardı. Alman arkadaşlarin bazıları ilk kez böyle kulinarik bir yemek yiyerek bir yılı devireceklerini hesaplarken, ben de rakıya ve Yaşti’inin semaverinde yaptığı ҫayla kendimi Türkiye’ye özgü bir atmosfer iҫinde daha mutlu hissediyordum. Ҫünkü daha önce ki yıllar gerҫekten kuru geҫen yıllardı. Ҫünkü burada, bu akşam kutlamaya katılan herkes bir şekilde üniversiteyi geҫ bitirmişler, ama hepsinin daha önce öğrendikleri ve ҫalıştıkları meslekleri olduğu iҫin onlara yaşam yerli olmanın verdiği avantajla daha iyiydi doğal olarak. Ben hem bunları düşünürken, hem de yardım ederek yıllardır kırmadan sakladığım dört rakı bardağını doldurarak ilk sunumu yapmış oldum. Bu arada ezgili ҫerkez – arapҫa karışımı müzik ise kaset ҫalardan sesizimize ses katıyordu. Ev küҫük olmasına rağmen, balkonunun olması bir avantajdı. Bu yüzden, arkadaşlarımızın getirdiği yiyecekleri balkona istif ederek yiyeceğimizden ҫok yemek olduğu kanısında hem fikir olduk ve Yaşti’den menüyü azaltamsını rica ederek geniş masa etrafına ilişerek; gelmişten geҫmişten, yaşadıklarımızdan, Jacklin’in erkek arkadaşından ayrılmasının vermiş olduğu hüzünlü akşamını biraz daha hafifleterek yarının daha güzel olacağı üzerine kehanetlerde bulunmanın zevkini ҫıkarıyorduk!
Bu arada tabii ki güncelliğını koruyan ve popüler kültürün toplumsal alanda kırılmalar yaratacağını, Milenyum’un toplumlara barış ve refah getirmeyeceğini Karlo arkadaşımızın ekonomik yorumlarıyla akşamın neşesini kırmadan ve konudan konuya atlayarak geҫiyorduk! Ben ise her şeye rağmen daha sevinҫliydim! Ҫünkü, gerҫekten on yıla yakın bir süredir rakı iҫmemenin acısını bu akşam bol bol yemek yiyerek ve iҫerek ҫıkaracaktım. Ve öyle de yapıyordum. Ev endüstri bölgesinde olduğu iҫin, sanki Almanya da değil de terkedilmiş bir şehirdeymişiz gibi sesimizi kısmamıza bile gerek kalmıyordu! Sigara iҫenlerin az olmasına rağmen, balkon onlar iҫin ayrı bir o da gibiydi!
Ama Milenyum da akşam yine de sebebini bilmediğimiz durum psikolojisinden olsa gerek ҫok iyi gidiyordu. Herkes kendi sohbet yoldaşını bulmuş biz iki Güneyli ve Karlo’nun da Türkiye’de staj yapımış olmasından dolayı daha ҫok Türkiye ve Yaşti de Suriye konusunda hummalı bir şekilde tartışıyorduk! Bu arada akşama eşlik eden diğerleri daha ҫok bira şişeleriyle derin sohbetlerde Milenyum’a son noktayı koymanının telaşını yaşamak iҫin heyecanlanıyorlardı. Bu arada, bir arkadaşımız bu günü, bu akşamı saat tam 00:00’da şehirin ana merkezi olan Luisen Meydanı’na gidelim diyerek bizi daldığımız sohbetten silkeleyerek uyardı, benim ve Yaşti’nin dışında herkes gidelim diyerek bizim demokrasi tercihimiz ise burjuva vari bir havada es geҫildi. Bu buz gibi havada en az onbeş – yirmi dakika yürümek ve bir kasa da bira taşımak artık biz erkeklerin yükü olacağı iҫin hiҫte güzel bir teklif değildi. Ama grup dinamiğini parҫalayarak sabote etmemek iҫin gerekli giysilerimizi giyerek zamanında yola ҫıktık. Vaktinden onbeş dakika kadar önce alana yetişmemize rağmen, alan da iğne atsan yere düşmeyecek şekilde bir yoğunlugun alana hakim oluşu, itfayenin arabaları, polis araҫları, devriye polisleri vs. Bu alanda, şu anda on yılımı geҫirdiğim şehir de, Milenyum’a girmek yine de kendine özgü duygular iҫinde bir toplumsallıkta getirdi bu kalabalıkta! Herkesin yüzünde okunan neşe yine de insana keder yerine sevinҫ, hüzün yerine mutluluk, umutsuzluk yerine pozitif bir ışık yansıtıyordu! Bu dönem de değişik işlerde ҫalıştığım iҫin, arada sırada gördüğüm tanıdık simalarla da sohbet edip hal hatır sorma imkanımda oluyordu.
Avrupa’nın ortasında ‚Milenyumu‘ uğurlamak ise ilk kez bana iҫimde yeni umutlar uyandırmaya başlamıştı. Sebepsiz, nedensiz, belirtisiz bir şekilde ve 34. yaşımada girerken de böyle başka bir dünya da yaşamak bana belkide yeni kapılar aҫacaktı.
Son kadeh rakımı da yudumlarken Darmştadt şehiri’nin tarihi üzerine Almanca öğrenirken, Almanca öğretmenimiz Bayan Hamepel’in şehir tarihi hakkında verdiği tarihi bilgiler de yeniden aklımın süzgecinden geҫmeye başladı. Hessen Eyaleti’nin güneyinde bulunan bu şehirin en ilginҫ yanı, tarihin bile tıkanması olarak aklıma takilıp kalmıştı. Ҫünkü, hemen hemen bütün Avrupa şehirlerinin bir kuruluş belgesi arşivlerde olduğu halde, Darmstadt böyle bir belgeden yoksundu. En popüler yanı 150 yıla yakın bir süredir teknik konularda eğitim veren kurumları sayesinde ҫevre illerden ve Dünya’nın hemen hemen her yerinden gelen değişik insanları üniversite salonlarında, dersliklerde, amfilerde, kütüphanelerde görmek mümkündü. Ve ilgincliği sadece teknik konularda değil; kültür, sanat, edebiyat alanlarda da ҫok değerli ve devrimci simalara sahipti. Yine Darmstadt görülmeye değer yerleriyle de müstesna bir yere sahiptir hiҫ kuşkusuz. Kentin görmeye değer yerleri sırasıyla Mathildenhöhe/ Mathilden Tepesi, Duca Sarayı, Belediye Sarayı, Hochzeitsturm/ Evlilik Kulesi, Oranjeri Semti, Waldhof’u, Herren Garten/ Bay Bahҫesi, Kütüphanesi, Sergi Salonu, Orman Spirali, teҫ kubbeli Ortadoks Hristiyan Kilisesi, Barok tarzında yapılmış Olbrch ve Deiters evleri ve dibinde eğlendiğimiz 33 metre yüksekliğinde ki Ludwig sütunu ilk aklımıza gelen yerler olacaktır. Bir anlığına, ben bu kent tarihinin derinliklerine dalıp gitmişken birden 2000 yılı da gelip dayanmıstı kapısına insanlığın.
Bu şehir, Darmstadt, sadece ‚Teknik Üniversitesi‘ veya iki yüksek okuluyla da Almanya da teknik bilimler konusunda gerҫekten mükemmel buluşlara ve uzay ҫalışmalarına yer veren konularda üzerine diyecek bir şey yoktu. Özellikle; makine mühendisliği, matematik, fizik, kimya elektronik mühendisliği alanında söz sahibi olan bir konumdadır. Bu gün ҫip kartları olarak kullandığımız bütün kartlar burada ki Teknik Üniversite’nin Frauenhof Enstitüsü’nde geliştirilerek kapitalizmin de hizmetine girmiştir.
Ben bunları kafamda düşünürken, kalabalık gittikҫe daha da ҫoğalıyordu ve herkes kendi aleminde bin yıllık bir süreyi devirmenin ve bu ҫağa denk gelmenin sevinciyle coşarak kutluyordu bu geҫen geceyi. Saatler gecenin üҫüne kadar bizlerde arkadaşlarla buz gibi soğuğa aldırmadan eğlendik, dans edenleri seyrettik. Bu arada yorgunlukta kendini hissetirmeye başlamış ve biz de hep beraber dost sıcaklığında sabaha uğurlarken yorgunluğun ҫöktüğü bedenlerimizi rahatlatmak iҫin vedalaşarak azalan kalabalık arasından sıyrılarak otobüslerimizi alarak evlerimize dönmüştük. Bu gecenin en anlamlı yanı ise bu kadar kalabalığa rağmen ne bir kavga, ne bir başka olayın olmaması bana yine ilginҫ gelmişti. Burada bir kez daha Alman disiplinin filozof Kant’ın ҫizdiği bir ҫizgide ve huzur iҫinde geҫmesi olarak kafamda yer edişi ve kalışı olmuştur kendi hayat biyografimde.
Okuyan ve yorumlayan her zaman ki, dost sıcaklığındaki saygılarımla!
H. Hüseyin Arslan - 17.01.2000
Bu yazıyı taşınma sırasında dosyaları karıştırırken tam nerdeyse 20 yıl sonra buldum ve ҫok ufak değişikliklerle bu gün yayınlıyorum. Bu gün iki oğlum da hala bu kente yaşamaktadır ve ikisi de Darmstadt Teknik Üniversitesi’nde Matematik ve Fizik alanında eğitimlerini sürdürmektedirler. Kendilerine de bu vesileyle başarılar diliyorum gözlerinden öperek!