- 448 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Tarık
Babasını görür görmez hıçkırarak ağlamaya başladı, Tarık. Oğlunu ağlarken gören babanın yüreği parçalandı, kanadı derinden.
"Gel oğlum benim bahtı kara oğlum." dedi ve oğlunu bağrına basarak kendisi de katıla katıla ağlamaya başladı.
Tarık’ın şalvarı yırtılmış, gömleği kirden katmerleşmişti. Ana özlemi, baba özlemi içindeki Tarık on bir yaşındaydı henüz. Ağustosta annesi ağır bir şekilde hastalanmış çok geçmeden Gaziantep Amerikan Hastanesi’ne yatırılmıştı. Hastalıktan kıvranarak ölümle pençeleşen ana çocuklarını düşündükçe kendinden geçiyordu. Hele hele Tarık aklına gelince yüreği parçalanıyor, mahvoluyordu.
Tarık köyünden uzak Çöplü Köyü’nde Mehmet Ağa’nın tarlasına babasının ektiği fasulyenin bakımıyla uğraşıyordu. Oysa eline daha kürek bile almamıştı. Koyun, kuzu gütmüştü bugüne kadar. Anası fenalaşıp babası iş göremeyince böyle işleri yapmak zorunda kalmıştı. "Başa gelen çekilir." Diyen Tarık, fasulye tarlasında geceli, gündüzlü çalışıyor, yarı aç, yarı çıplak yaşıyordu. Ona bir tas kap yemek verecek kimsesi toktu. Bir ara Sülükgilde kalmış, orada yiyip içmişti. Ama utanıyordu. Başka sofralarda yemek yerken içi eziliyordu. Tarık acıktığında annesinden bile yemek istemeyecek kadar çekingen ve içine kapanıktı.
Bir ara Mehmet Ağa Tarık’ı evine aldı da orada yedi içti ve yattı. Ama yediği içtiği Tarık’a yaramıyor, bir sülük gibi kanını emiyordu sanki. Yatak bir diken olmuş, bedenine batıyordu. Tarık, Mehmet Ağalarda kaldığı sürede hep azarlanıyor, kendisine sürekli emir veriliyordu. O da azarlandıkça ürküyor, titriyor ve geceleri altını ıslatıyordu. Tarık’ın babası geldiği gün Mehmet Ağa’nın hizmetlisi Fidan çamaşır yıkıyordu. Babası gelmezden az evvel,
"Tarık elbiselerini ver de yıkayayım.” dedi Fidan. Zaten her çamaşır yıkadığında aynı sözü söylerdi. “Tarık yok, yok!” deyip geçiştiriyordu. Ne yapabilirdi ki? Bütün gün ortalıkta anadan doğma çıplak gezemezdi ya.
Oğlunu kirler içinde perişan halde gören babası iç gömleğini ve donunu çıkarıp Tarık’a verdi.
"Bunları giy elbiselerini çıkar yıkansın." dedi.
Tarık kendisine söyleneni yapıp elbiselerini yıkaması için Fidan’a verdi. Tarık’ın elbiselerinde bitler cirit atıyordu.
Çamaşırlar yıkanıp kuruduktan sonra Tarık elbiseleri getirdi. Babası:
"Bakalım elbiselerin iyice temizlenmiş mi?" diyerek elbiseleri kontrol etti. Elbiseler yeterince kaynatılmadığı için bitlerin çoğu ölmemiş, cirit atıyorlardı hâlâ. Bu manzara karşısında babanın gözleri sulandı. Tarık babasının üzüntüsünü gözlerinden anladı ve hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı.
"Allah’ım bunu da mı görecektim, bunu göreceğime keşke gözlerim kör olsaydı! Niye onu bu duruma soktun, niye, niye?" diye isyan etti oracıkta babası. Oğlunu sımsıkı bağrına basarak katıla katıla ağladı. Tarık da babasıyla birlikte ağlayarak kendinden geçti.
Bir süre sonra kendine gelip ayağa kalktılar. Baba uzunca ve kalın otlar, çıtlıklar kopardı, elbiseleri onların üzerine sererek üzerindeki bitleri bir güzel temizledi.
Tarık elbiseleri giyindikten sonra "Baba anam nasıl, anam ne zaman gelecek, ben daha ne kadar böyle sürüneceğim?" diye sordu.
Babası:
"Kaygılanma oğlum, dar günün ömrü az olur. Annen beş gün sonra eve gelecek, biraz daha dayan. Bu günler geçecek, ailemiz tekrar bir araya gelecek ve temizliğe, sağlığa, huzura, mutluluğa kavuşacağız. Bu günleri unutma, her gün bu günlerin acısını ve elemini hisset ve bu durumlardan kurtulmak için de oku, oku, oku.” dedi.
Babasının bu konuşması sırasında Tarık’ın duyguları depreşti, gözleri dumanlanıp sulandı. Tarık kendini toparlayarak, oracıkta söz verdi:
"Unutmayacağım babacığım, bu günleri hiç ama hiç unutmayacağım. Bundan sonra okuyup büyük bir adam olup tüm insanların fakirlikten, ezilmişlikten kurtulması için ömrümün sonuna kadar çalışacağım."
1968
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.