- 482 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
ŞAH ABBAS *2. BÖLÜM*
ŞAH ABBAS
(3 bölümlü tarihi, biyografik, milli-felsefi, ideolojik hikâye)
- Azerbaycan Türkçesinden çeviri -
*2. BÖLÜM*
1621 yılı. 26 Aralık… İsfahan. Şah Sarayı... İngilizlerin Doğu ile ilgili siyasi ve ekonomik amaçlarını gerçekleştiren Ost-Hint şirketi temsilcileri önceden belirlenmiş ve özel hazırlıkla Şah’ın huzuruna gelmişlerdi. Önceden öngörüldüğü gibi Portekizlilere karşı müttefikliği pekiştirmek ve bundan sonra Doğu’da birçok siyasi-ticari ilişkileri yoluna koymak için işte bugün iki devlet arasında anlaşma imzalanacaktı. Belki de bu tarihi andan sonra başta Safeviler olmak üzere, birçok Doğu devletinin, hatta dünyanın kaderi değişecekti. Ancak Şah Abbas Safevi kadar derin düşünceye sahip olmayan bazı Kızılbaş emirleri Avrupa’nın yeni "Efendisi" ile yaklaşmayı pek de makbul saymıyorlardı. Nitekim kendi eleştirilerini, önerilerini Şaha belirtmek için İngilizlerle görüşmeden önce iç divan talebinde bulunmuşlardı. Şah Abbas Safevi de adeti üzere talebi kabul etti böyle bir anda saray içinde sorun yaşanmaması için çevrelerle gizli toplantı düzenledi. Emirleri tek tek dinledikten sonra nihai olarak fikrini ve fermanını söyledi:
- Endişenizi çok iyi anlıyorum, beyler! Avrupa devletlerinin yüzyıllarla babalarımızın (dedelerimizin) düşmanları olmuşlardır. Ve çoğunlukla bizim gibi merdi-merdane savaşmayıp sürekli bizi birbirimize düşürmeye, iç ihtilafları kullanmaya ve "fahişe temsili" gizli emeller sahibi olup giderek bizi yıpratmağa çalışmışlar. Ancak bilin ve agâh olun, tüm bunları bilerek benim İngilizler gibi siyasi şeytanlarla yakınlık içinde olmam, onlara müttefik gibi yanaşmam tamamen milletimizin ve devletimizin çıkarları, siyasi amaçlarımızın gereği olup tarihi ana hizmet eden bir karardır. Ve şu anda Avrupa’da, dünyada tek ağalık uğruna giden mücadelede İngilizler bizim için çok verimli ortaktır. Ama şunu da belirteyim ki, ben onların şeytan karakterini, geçmiş atalarımıza ettiklerini de asla unutmadım. Onun için şimdi size bu zamana kadar herkesten gizlediğim bir önemli planı açıklayacağım. Mesele şu ki, Hakan babamın (Şah İsmail Hatai) zamanında Portekizlerin işgal ettiği Hörmüz limanını ve diğer tüm toprakları geri almak için Portekiz - İngiltere, ayrıca Portekiz - İspanya arasındaki savaşta taraf tutmaya mecburuz. Amacımıza ulaştığımız anda, her şey sona erdiğinde ise İngilizlerle anlaşmamızın onların çıkarına olan hiçbir maddesini yerine getirmeyeceğim. Çünkü ben Hakan babam gibi bazı siyasi konuları gurur, hissi düşünceyle değil, çağımızın yasalarıyla çözmek istiyorum. Zaten İngilizler Portekizlere galip gelseler bile, biz var olduğumuz sürece Doğu’da diledikleri gibi güçlenemeyecek ve sürekli bize muhtaç olacaklar. Şimdilik (gülümseyerek devam ediyor) Şeytan düşünsün ki bizi kendi hilesi ile yoldan çıkarabildi. Biz Hakkın yanında olduğumuz, ruhumuzla ve eylemlerimizle doğruluğa yöneldiğimiz sürece Yüce Yaradan hep bize yar olacak ve Ulu Türk Hanedanı Safevileri koruyacak. Böylece Turan Tuğu Batıda kan kardeşlerimiz Osmanlıların, Doğuda ise hep bizim elimizde olacak!...
Bu iç toplantı sonrasında Şah’ın dış politikasından memnun olmayan bazı Kızılbaşlar da emir ve hükümlerine uymaya devam etti. Sonunda, tarihi bir İngiliz antlaşması imzalandı. Sözleşme hükümlerine göre:
1. Ele geçirilen tüm ganimetler aynı miktarda bölünmeli,
2. Hürmüz adasına saldırı aynı anda olmalı,
3. Adanın gümrük hakkı eşit dağıtılır,
4. Savaştan sonra Hıristiyan esirler İngilizlere, Müslüman esirler Safevilere verilmeli,
5. Savaş masraflarını her iki taraf aynı miktarda karşılamak zorundaydı...
1622 yılında Safevi komutanı İmamkulu Han 3000 Kızılbaş ile karadan, İngilizler ise denizden saldırıya başladılar. Müttefikler Portekizliler için gıda ve su kaynağı olan Keşm adasını ele geçirdiler…
9 Şubat 1622 yılında İngilizler Hörmüz adasının karşısına demir attılar. Bender Abbas’tan (Gemburundan) İngiliz gemileriyle taşınan Safevi askerlerine İmamkulu Han ve Şahkulu Bey önderlik ediyorlardı. Kızılbaşlar top ateşinin desteği ile Hörmüz kalesini ablukaya aldılar. 9 Nisan’da kalenin duvarları yıkıldı. Devam getiremeyeceğini gören Portekiz kuvvetleri 23 Ağustos’ta kalanı terk edip kaçtılar. İmamkulu Han kaleye 200 kişilik Kızılbaş yerleştirdi. Böylece yüz yıldan fazla işgal altında olan Hörmüz yeniden Safevi Devleti’nin topraklarına katıldı.
Adanın ele geçirilmesinden sonra Şah Abbas İngilizlere vermesi olduğu ayrıcalıkları onlara vermedi (kendi emirlerine söz verdiği gibi). İngilizlerin ele geçirdiği ganimetler de Kızılbaşlar tarafından ucuz fiyata geri alındı. Hörmüzün boşaltmasından sonra, onun karşısında bulunan Gembrun limanının adı değiştirilerek "Bender Abbas" adlandırıldı…
Şah Abbas’ın özel kumandanlık becerisi ve Doğudaki hükümran duruşu hakkındaki şöhreti hızla dünyaya yayıldı. Birçok Doğu devletleri bundan sonraki kaderlerini belirlemek için Şah’ın huzuruna gelerek ona sadakatlerini kanıtlamak amacıyla elini eteğini öpüp biat ettiler. Kısa zamanda Safevilerin sınırları Batıda Anadolu’dan Doğuda Hindistan’a kadar vardı. İktidarı yıllarında (1588-1629) büyük askeri ve siyasi ustalıkla Özbekleri, Osmanlıları, Moğolları ve Portekizleri mağlup etmiş, işgal altında bulunan tarihi Safevi topraklarını birleştirmişti. Artık onun yüksek kudretini karşısında Avrupa’nın iki büyük siyasi gücü İspanya ve İngiltere de duruş getiremez, Safevilerin dış politikasında Şah Abbas’la anlaşmak zorunda kalıyorlardı...
O, kudretli hükümdar, dahi devlet adamı ve metanetli kumandan olmakla birlikte, hem hümanist, insancıl bir halk adamıydı. Sık sık tedbiri-libas (basit köylü kılığına büründü) olup ülkeyi karış karış gezer, hem hükümdarlık yaptığı bu büyük imparatorluğunu daha derinden tanımaya çalışır, hem de sosyal durumuyla yakından ilgilenirdi. Büyük şehirlerin pazarlarında, sokaklarında, meydanlarında yaşanan tüm işlemlerden doğrudan kendisi haberdar olmak isterdi. Küçük bakkallardan, büyük ticaret limanlarına kadar her yerde Şahın dikkati kısa sürede hissediyordu. Fakirlere, yoksullara yaptığı gizli yardımlar sonucunda ülke nüfusu onun iktidarı yıllarında hayli güçlenmişti.
Günün birinde Şah Abbas Safevi yine tedbiri-libas olup şehirleri, köyleri gezerken bir olayın tanığı oluyor: Demek ki bir gün Şah duyuyor ki, (onun zamanında henüz istihbarat, din ve devlet işlerinin temel idarecileri olan Dervişler kendi içeriğini, gücünü korumuştu) eyaletlerin birinde bir zengin toprak sahibi sırf kişisel çıkarları uğruna fakir bir ailenin küçük toprak alanına ve evine göz dikmişti. Hemen önce adamlarını gönderip durumu öğreniyor, sonra kendisi o fakir aileyi ziyaret ediyor. Kısa zamanda her şeyi belli ettikten sonra, o çiftçiyi zindana atıyor, bütün mülkünü müsadere ederek belli kısmını da fakir aileye veriyor. Bundan sonra onun iç şöhreti daha da artarak tüm halk arasında saygınlığı hayli güçleniyor...
Şahin hem saray adamları, hem halk arasında gücünün artması bazı dış güçlerin desteklediği muhalifleri kızdırdı ve onlar birkaç defa ona sui-kast organize etmeye gayret ettiler. Ancak Dervişler ve Korçular (Şahın ve ailesinin korumaları olan özel Şah muhafızları) kısa zamanda bütün hainleri, casusları hapsedip Şaha teslim ettiler. Özel mahkeme süreci bittikten sonra Şah Abbas da onlardan biriyle konuşmak kararı aldı. Mahkûmu bizzat dinleyip görüşlerini onunla paylaştı:
- Ant olsun bizi yaratan O Yüce Varlığa, hâkimiyetim sırasında kimseyi kesinlikle kasıtlı incitecek bir amel sahibi olmadım. Bütün dileklerim, davranışlarım sadece milletimin birliği, vatanın bütünlüğü ve dinimin, din kardeşlerimin istikbali için olmuştur! Beni tanıyan, bilen herkes doğru söylediğimi teyit edebilir. Böyle bir (öfkeli biçimde devam etti) durumda sizler - şerefini, namusunu, her şeyini paraya satanlar, hangi cüretle haktan, adaletten konuşabilirsiniz! Size ne tür ceza verirsem, bir olan Allah şahittir ki, o cezaya layık olacaksınız! Bunu bilin, Tanrı yolunda çıktığım bu kutsal savaş bitene kadar sayınız ne kadar olursa olsun, arkanızda hangi güçlü kuvvetler duruyorsa dursun, nasibiniz ancak zulüm, işkence ve ölüm olacaktır! Çünkü ben milletimin ve devletimin düşmanlarını asla affetmiyorum! Diye, mahkûmun gözlerinin içine öfkeyle bakarak göz açıp kapayıncaya belindeki kılıca sarıldı onun başını bedeninden ayırdı.
Şah Abbas’ın bu hareketi o gün orada bulunan bütün vezir-vekil ve hizmetçiler için bir ders olmuştu. O olaydan sonra kimse cesaret edip Şah’ın bir sözünü iki edemedi. Düşmanlar da (iç ve dış) korkudan tüm planlarını erteleyip ta onun ölümüne kadar beklemek zorunda kaldılar...
Şah Abbas Safevi sadece seçkin devlet adamı gibi değil, aynı anda güzel aile reisi ve kalbinin derinliklerinde gizlediği, ancak eşinin bildiği gibi romantik bir erkekti. Henüz genç zamanlarında sevgilisi ile ilk tanışma anında onu ele almak için ona Hakan dedesinin, yani Büyük Şah İsmail Hatayinin bir şiirini okumuştu:
Ey cemalin gülsitani-baği-minudur mana,
Cenneti-rizvan ki, derler, оl seri-kudur bana.
Yüzün üstüne zülfini ta gördüm, ey ruhi-revan,
Gece-gündüz ağlamak aşkında hоş hudur bana.
Hicr sergerdanlığın çarkıfelekten gör,
Bu cefalerni kılan оl yari-mahrudur bana.
Geceleri ta sabah оlunca uyku gelmez yanıma,
Ta hayalin sürekli çeşmimde karşudur bana.
Anca yaş tökdi Hatai firkatinden, ey sanem,
Hancaru baksam gözümde yer yüzü sudur bana…
1629 yılının kışı idi. Bu kış sanki her zamankinden daha solgun, daha keskin ve acımasız bakışı ile seçiliyordu. Ulu Türk Hanedanlığı Safevi ülkesinin her yerinde sanki ocaklar sönmüş, insanlar kaybolmuştu. Ne pazarlarda, ne meydanlarda ne de nüfusun yoğun olduğu başka yerlerde kimse yoktu. Sanki Tanrı bu memlekete kızmıştı. Derin bir sessizlik içinde olan Ferhadabad halkı ise kahırdan boğulmak üzereydi. Çünkü bir süredir yatak hastası olan Ulu Türk komutanı Şah Abbas Safevi artık son anlarını yaşıyordu. Gözlerinde telaş ve korkudan eser olmayan o Yüce şahsiyet sanki büyük bir rahatlıkla dünyadan göçüyordu. Sonuçta yaşadığı dönemde sürekli Hakan dedesinin, Büyük Şah İsmail Hatayinin arzu ve idealleri uğruna savaşmış, neredeyse bütün arzularını hayata geçirmişti. Ne kaldıysa da, ömür vefa etmediği için sadece yapamadı. Çünkü henüz 16 yaşında iken tahta çıkan Şah Abbas Safevi hakimiyeti döneminde bir günü bile boşa geçirmemiş, hep milletin ve devletin geleceği için çalışmıştı…
2. BÖLÜMÜN SONU…
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.