Hükmen Tutuklu
Geleli kaç yıl olmuştu. 1991 yılında mı gelmişti yoksa 1992 yılında mı tam olarak hatırlayamıyordu. Koğuştan içeriye girdiğinde önce etrafına baktı. Gözleri duvarlardaki lekeleri aradı. Duvarlar boyanmıştı. Yerdeki pas izlerini bulmak istedi sonra. Baktı, ancak göremedi. Sanki geçmişten bir iz arıyor gibiydi. Bir zamanlar hükümlü olarak yıllarını geçirdiği bu koğuşta şimdi tutuklu olarak bulunuyordu. Bir zamanlarki kader mahkumu adamın şimdiki masum adamı korumasını istiyordu içten içe belki de. Eski günleri gözlerinin önünden bir film şeridi gibi aktı geçti ancak kötü bir durum vardı ki başrolde kendisi bulunuyordu. Bir anda gözlerini kırptı ve etrafındaki insanların kendisine baktığını fark etti. Herkese selam verdi ve kendisine gösterilen yere geçti. İnsanlarla muhabbet etmek istemiyordu çünkü kendisi de bir zamanlar gelenleri karşılıyordu ve onlarla muhabbet etmek istemesindeki tek sebep içinde onlara karşı uyanan merak duygusuydu. Sessizce yerine geçmek ve olayları düşündükten sonra uyumak istiyordu. Olan biten onu çok yormuştu. İstediği gibi kendine gösterilen yere geçti ancak etrafındaki meraklı bakışlar uyumasına ya da sessiz kalmasına müsaade etmiyordu. Etrafındaki bakışlar sanki kulağına “Neden buradasın?, Suçun ne?, Acaba nasıl biri?” gibi soruları fısıldıyordu. Bu sorulara cevap vermek belki onu yoracaktı ancak onu daha çok yoracak olan muhakkak ki onlara diyeceği “ ben masumum” cevabına kimsenin inanmayacağıydı. Aslında herkes ona inandığını söyleyecek ve iyi dileklerde bulunacaktı ancak bu cevapları verenlerin bir çoğunun kalpten inanarak bu cevapları vermediğini biliyordu. İçlerinden biri yanına yanaştı va “ Allah kurtarsın” dedi. Teşekkür etti ve sessiz kalmaya çalıştı ancak kalamayacağını biliyordu. Kimse sormadan yavaşça neden orada olduğunu anlatmak istedi. “Eşim öldü ve ben yaptım sanıyorlar” dedi. Bu kelimelerden sonra kalbindeki yanma sanki gözlerine vurdu. Sonra sessizce “ Ancak ben yapmadım, masumum” dedi. “ Başın sağ olsun dediler ve etrafından ayrıldılar. Yatağına uzandı. Tutuklanmasının üzerinden 15 gün geçmişti. Avukatı ile yaptığı görüşmede bir süre daha burada kalacağı bilgisini almıştı. Daha önce 12 sene cezaevinde kalmıştı. İsmi artık Barış değil hükümlü Barış idi. Mahkemelerden gelen kararlarda adının önünde “ Hükümlü” kelimesi yer arıyordu. Gelen her karar, her yazı ona bir kere daha hükümlü olduğunu, bu suçun cezasını ömür boyu çekmeye mahkum olduğunu hatırlatıyordu. Gerçekten de suçluydu. Arkadaşı ile yaşanan arbade sırasında silahı ona doğrultmuş ve arkadaşının yanında bulunan arkadaşını vurmuştu. Yaşı küçük olduğu için indirim almş ve cezası azalmıştı ancak bu durum hükümlülüğünü değiştirmemişti. Suç aynı suçtu. Cezada yapılan indirim vicdanına işlemiyordu. Şimdi yine aynı koğuştaydı. Kaderin bir oyunu onun aynı koğuşa gelmesiydi. Tek fark o zaman suçlu şimdi ise masumdu. Kendisini ispatlmak için delillerden daha fazlası gerekliydi. Neyin gerekli olduğunu biliyordu ancak bu lehine delil tplamaktan çok daha zordu. İnsanların ön yargılarını hangi delil yıkabilirdi ki. Eskiden birini öldüren bir hükümlü kendine temiz bir hayat kuramaz mıydı? Bir kere katil olan biri yine mi öldürürdü? Ne yazacaktı kararında “ uslanmaz kişiliği nazara alınarak takdiren indirim yapılmasına yer olmadığına mı ?” Gerçekten uslanmaz mıydı? Kendinden bile şüphe eder olmuştu. Karısını kim öldürmüştü. Karısının katilini bulmak isterken kendini cezaevinde bulmuştu. Karısının katilini bulmaları için gittiği polisler onu gözltına almışlardı. Karısı zehirlenmişti. Kendisi de bir ilaç fabrikasında çalışmaktaydı. Bu nedenle onu sorumlu tutuyorlardı. Karısının otopsi raporunda herhangi bir ilacın etken maddesine rastlanmamıştı üstelik. Bu bile onun bu cinayeti işlemediğinin ispatıydı. Olanlar yüzünden öyle hissizleşmişti ki eşinin ölümüne bile üzülemiyordu. Tek çabası kendini aklamaktı. Daha önceden suç işlememiş ve hüküm giymemiş biri de kendisi gibi mi hissederdi. İlk amacı aklanmak mı olurdu yoksa eşinin ölüşüne mi üzülürdü. Kendisini eşine karşı mahcup hissediyordu. Onun gidişine üzülmek yerine kendisini düşünüyordu. 15 gün boyunca aynı şeyleri düşündü. 15 gün sonra mahkeme günü geldi ve hakimin karşısına çıktı. Avukatı hazır ve kendinden emindi. Ona gülümsüyordu. Eşinin annesi ve kardeşi müşteki yerinde hazırdı ve kendisine nefretle bakıyordu. Onlara baktı ve onlarla aynı acılı gözlere sahip şekilde onlara baktı. Orada olmak istiyordu. Onlarla beraber eşinin katilini yargılamak istiyordu. Ancak gücü buna yetmemişti. Hatta 30 gün boyunca eşinin katilinin kim olabileceği hususunda tek bir an bile düşünmemişti. Tek düşündüğü kendini aklamaktı. Hatta iddianameyi okurken bazen kendisi bile kendisini yargılıyor, kendi kendine ceza veriyordu. Duruşma başladı.Başkan iddianameyi okurken gözleri katibeye kaydı. İddianamenin her okunan cümlesinde katibe kendisine korkulu gözlerle bakıyordu. Başkan savunman nedir diye sordu. “ Bir diyeceğim yoktur” dedi. O anda aslında kendisinin tutuklu değil hükmen tutuklu olduğunu anladı. O eski suçluluğundan , eski hükümlülüğünden kurtulamamıştı. O masum insanı öldürdüğü anda içindeki masum insanı da öldürmüştü. Kendini de zihnindeki parmaklıklara mahkum etmişti. Eşi ile geçirdiği dönemler kısa bir izin gibiydi. Eşi de gittiğine göre demir parmaklıklarına geri dönmeli ve firar etmemeliydi. O bunları düşünürken mahkeme bitmişti ve alınan raporlardan onun suçsuz olduğu ortaya çıkmıştı. Mahkeme bihakkın tahliyesine karar verirken o kendini hükmen tutuklamıştı bile. Vicdanı tahliye etmedikçe o demir parmaklıklarda “Hükümlü Barış” olarak kalacaktı.
YORUMLAR
Bir Eflatun Ölüm
Teşekkürler paylaşım için.
Aramıza da hoş geldiniz:)
Gözdece
Bir Eflatun Ölüm
Siz yazın lütfen, e mi?:)
Sevgiler...