27
Yorum
10
Beğeni
0,0
Puan
1899
Okunma
Vaktinde açıklama yapıldı. Ölü sayısı bin 500 geçmiş.
Topladı ayaklarını, dizlerinin üstüne, koydu dirseklerini. Başını ellerinin arasına aldı. Düşündü:
“Bu kadar insanın çocukları, torunları, sevenleri ağlayanları yok mu? Nasıl gömüyorlar bu kadar insanı? Nasıl can dayanıyor bu acıya?”
Sonra kendisini ölenlerden herhangi birinin yerine koydu. Eşi, çocukları geldi gözünün önüne. Nasıl ağlarlardı? Nasıl parçalarlardı kendilerini?
“-Yalan Dünya- diye boşuna dememişler. Kalp kırmanın, küsmenin ne gereği var? Ölüm bir virüs kadar yakın işte.”
Telefonunu eline aldı. Rehberi açtı. Kayıtlı isimleri teker teker gözden geçirdi. Dünürünün ismini görünce, düşündü. Arasa mıydı acaba? Hiç anlaşamazdı onunla. Aksi, dediğim dedik, tutucu biriydi. Çocukları anlaşmış evlenmiş olsalar da, anlaşamamıştı bir türlü dünürüyle. Dokundu ismine. Karşısındaydı:
“ Nasılsın dünürüm. Sen fazla sıkıntıya gelemezsin. Eve kapandın. Sıkılmıyor musun?”
“Haaa… Sen misin çok iyiyim çookk. Allah hükümetimize zeval vermesin. Bakıyorlar bize. Gak dedikçe su, guk dedikçe et.”
Anlamıştı lafı yine siyasete getirecek, onunla kavga edecekti. Konuyu değiştirmek istedi:
“ Sen yalnız yaşayan birisin. Biliyorum huyunu. Dediğin anında olmazsa sinirlenirsin. Ne
yapıyorsun? Sana da benim gibi sokağa çıkma yasağı var. İhtiyaçlarını nasıl karşılıyorsun?
Uzun ve yüksek sesli bir kahkaha attıktan sonra:
“Benim dağ gibi başımda hükümetim var. O senin ki bu işlerden anlamaz. Hele sen hiç anlamazsın. Arıyorum cendermeyi. Koşup geliyorlar.- Emret emmim bir ihtiyacın mı var-?” Diyor, dakkada alıp getiriyorlar.”
“İyi iyi sevindim. Zaten senin öyle çok şeye ihtiyacın olmaz ki. Üç beş kalem bir şey .”
“Üç kalem, beş kalem ihtiyaç ihtiyaçtır. Geçen gün televizyon seyrederken kulaklarımda bir kaşıntı hissetim. Banyoya baktım. Hani o kulak karıştırma çöpleri yok mu, ucu pamuklu. Bitmiş. Aradım cendermeyi koşup geldiler. -İki ekmek, birde kulak çöpü al gel haydi yallahhh dedim- Fırladı çocuk. Bekliyorum bir saat oldu, bir buçuk saat oldu, gelen giden yok. Keşke cendermenin adını alsaydım. Benim isteğimi anında yerine getirmemesinin hesabını sorardım “
Ben sordum:
“Nasıl ne soracaktın ki ona? Hem niye gecikmiş ki?”
“Ben sana hep derim ya bu işlerden annamıyosun diye. Bi telefon Angaraya anında soydururdum üstünü. Ondan sona kaz arasın gütmeye.”
“Tamam anladım. Bari sonunda geldi mi o cenderme?”
“Geldi. Sıkıysa gelmesin. Biliyon bizim buralar güççük yer. Bi dene eczane var. Sormuş oraya -kulak çöpü yok- demişler. Şehirdeki arkadaşlarını aramış. Alıp getirmişler bizim Nahiyeye. O da bana yetiştirmiş. Ondan geç kalmış. Emme yanlış emme doğru. Ben onun yalancısıyım.”
“Peki bir şey dedin mi cendermeye?”
“ Demez miyim? Evli misin dedim. –Evliyim emmi- dedi. Çocuğun var mı?- Var emmi- Hadi seni çocuğuna bağışladım. Yoksa soydururdum üstündeki o süslü elbiseyi, gütmeye kaz arardın. – O ne demek emmi? – Sen daha küçüksün biraz palazlan anlarsın. Kumandarlarına sor onlar sana anlatsın.”
“Peki ne yaptı cenderme?”
“Ne yapacaktı ki? Elimi öptü. –Suçum ne bilmiyom. Ama yine de beni afet –dedi. Gitti.”
“O cenderme ömrünün sonuna kadar senin bu iyiliğini unutamaz o zaman.”
“Adamsa unutmaz. Ana, baba terbiyesi aldıysa unutamaz.”
“Hadi dünürüm Allah emanet ol. Kendine iyi bak. Söyleyeceğin bir şey var mı?”
“Var helbet amma kafana girmiyor ki senin. Bu işler okumayla olmuyor. Şimdi O seninki olsaydı memleketin yarısı kıfıl kıfıl kırılmış ölmüştü. Yat kalk ta başımızda ki büyüğe dua et.
Güle güle de demeden kapattı telefonu.
Benim oğlum da bir jandarma.
Öylesine bir yazı işte…