- 574 Okunma
- 2 Yorum
- 2 Beğeni
Kafamda Bir Şimşektir Ahu
Annem mahalledeki tüm sokak kedilerini tanıyor. Hepsinin bir adı var. Her birinin ayrı ayrı hangi mamayı sevdiğini biliyor, alırken ona göre alıyor. Onlar için annemin evde olduğu her saat beslenme saati olabilir. Gece bir miyavlama sesi duydu mu, hemen montunu sırtına atıp aşağı fırlıyor. Hangi kedinin miyavladığını anlayıp onun sevdiği mamayı götürüyor. Geçen gece de böyle oldu;
Tabipler Lokalinin sağdan en arka masasında beyin cerrahı arkadaşım Osman Özsoy’un modern tıp hakkındaki gelişmelerden bahsetmesi beni derinden sarsarken ben sadece ıslanmış pencereye bakıp insanları seçmeye çalışıyordum. Allah belamı versin ki onu bir yere kadar dinlemiştim, ama o sırada dinlemiyordum. Bir bulantı halinde sesini işitiyordum sadece.
‘Spermcell diye bir şey geliştirdim ben de Bekir, şeyini kameraya tutuyorsun, veri analizi yapıyor, kısırlığa yatkınlığı ölçüyor, buna dair bir tanı geliştiriyor ve seni en uygun tedaviye yönlendiriyor.’
İlgimi çekti. Kafamı camdan çevirip, ‘Bunun beyin cerrahisi ile ne alakası var Osman?’ diye sormuş bulundum.
‘Heh işte bu noktada, bu soruya verecek upuzun bir cevabım var. Ama en kısasını vereceğim! Yıl 2014! İnsanların beyni şeyine kaçtı Bekir, şeyinin fotoğrafını çekip twitter’a koyan var.
‘Haklısın’ deyip biramdan bir yudum daha aldım. Birini ikna etmenin deveye hendek atlatmaktan daha zor olduğu dünyada bulunmaz bir hint kumaşı gibi sırıtıyordum. Kim benimle arkadaş olmak istemezdi ki, ikna olmaya hazırdım.
‘Üremek. Çoğalmak. İz bırakmak. İmza atmak. Çocuğu koymak. Soyu devam ettirmek. Filmler bile çok tutunca 2.’sini çıkarıyorlar. İnsan, çok tuttuğunu sanan bir filmdir Bekir. Bunu unutma.’
Unutmadım. O gece Kasımpaşa Aile Sağlığı Merkezi doktorlarından dayak yerken de hep bunu düşündüm. Yan masamızda oturup gün içinde yaşadıkları gariplikleri birbirleriyle paylaşıyorlardı. Biranın bana verdiği yetkiye dayandım ve sordum;
‘Benim mesela hiç ailem yok diyelim, herkes öldü ya da gitti, beni tedavi eder misiniz?’
İçlerinden uzun boylu ve esmer olanı sordu.
‘İkametgahınız nereye bağlı?’
‘Kadıköy.’
‘O zaman imkansız’
‘Ailem yok diye mi?’
‘Hayır’ dedi ‘Kasımpaşa’ya bağlı değilsiniz diye.’
‘Siktir lan.’ dedim ‘resmen ailem yok diye bana burada şey yapıyorsunuz.’
‘Alakası yok’ deyip artist bir şekilde gülümsedi ve sigarasını yaktı.
Ağzından sigarayı alıp Osman’a baktım. Gecenin sonu yaklaşıyordu. Onay verdi. Kafayı koydum.
Sonrasını pek hatırlamıyorum. Tek hatırladığım hayatımın gözlerimin önünden bir film şeridi gibi geçtiğiydi. Film çok tutuyordu ve 2.’sini çekeceğime emindim.
Dünyanın en güzel dayağını yemiştim. Ben adamın götünden kan alırım diyen Osman ile dayağı bölüşememek beni biraz yordu. Saniyesinde tüydü dallama. Ben de ısındım ama…
‘Bari Beşiktaş’a kadar bırakın, motora bineceğim’ dedim.
İnsan, dayağı da doktordan yemeliymiş. Kadıköy’e kadar bıraktılar.
Gecenin körü! Sabah olmasına o kadar az vardı ki. Yürüyordum. Yüksek bir binanın önünde durdum. Herkes uyumuş, tüm ışıklar kapalı. 2. Katta yaşlı bir teyze bakıyor camdan, ‘Gecenin 2’sinde kimse pencereden insan görmek için bakmaz’ derdi babam. Camdaki teyze beni görünce hayal kırıklığına uğrayıp içeri girdi. O sırada doğaçlama söyledim. Gözlerimde Muhammed Ali’nin yumruğu, sonradan ısıtılmış gibi tatsız. Kalbim ellenmiş tarih kitapları. Sesimde sigara boğumu dört perçemli. Ih-ım ığmm- yapınca babama benziyorum. Asker tıraşım da öyle! Orduevinde çocuk büyütmek bir nevi masturbasyon. Ben gecenin sonunda ölmeden eve dönerek bir bakıma sabah sporu yapıyorum. Sonunda bizim sokağa girdim. Ahu Taşı’nın orada durdum, bir sigara yaktım. Ahu Taşı, Ahu’ların oradaki taş. Tüm mahalle aşık. Ezelden beri. Ayrıntı bilmiyoruz. Hayatında bizim dışımızda herkes oldu ve ekseriyetle hep biz olmaya çalıştık. Ben, Süleyman, Ekber ve Devrim Abi. Arka sokağın 4 atlısı. Taso kralları! Defansın bel kemikleri! Ahu İngilizce öğretmenliği okuyor. Ona dair her şey past tense. Evlendi. Kocası 4 kere dövdü. 5.’de Süleyman adamı öldürüp içeri girdi. Her kavgadan dağ eteğiyle salınarak çıktı Ahu. Birden onu istedim. İkna kabiliyetim sıfır. Beni seversen sana her hafta bir kere buz parmak ısmarlarım vaadim işe yaramadığında 15 yaşındaydık. Atatürk kadar sevdiğim tek kadın. Her sarhoş olduğumda eve kapaklanmamın mimarı. Bir bakıma hiç mimar. Hiç olmadı çünkü. Son kez penceresine 3 kez üst üste taş attım. Babası çıktı.
‘Ne var lan Bekir? Yine mi sarhoşsun.’
‘Sarhoşum ama kendimdeyim Bülent Amca.’
‘Ne istiyorsun oğlum gecenin bu saati? Manyak mısın, cama taş atıyorsun?’
‘Ahu çıkar diye şey ettim’ dedim.
15 saniye boyunca susup gözlerini sildi.
‘Oğlum kabullen artık’ dedi ‘Ahu öldü.’
Bunu bininci söyleyişi falandı. Gözlerimi camdan devirip nizami adımlar ile eve doğru yürüdüm.
Çöpün kenarında Misvak’ı beslerken annemi gördüm.
‘Bekir ne bu hal’ diye sordu. Soruyla karşılık verdim.
‘Napıyorsun gecenin bu saatinde burada?’
‘Misvak çok bağırıyordu. Öğlen göremediydim, karnı acıktı herhalde diye sevdiği mamadan getirdim:’ dedi.
‘Misvak’ın bu mamayı sevdiğini nereden biliyorsun?’ diye sordum.
‘Sevmek ayrıntı gerektirir.’ Dedi ‘seviyorsan ona dair her şeyi bilmelisin.’
Susup bir sigara yaktım. Yüzüne bakıp sordum.
‘Ölü olduğunu bile mi?’
Sarılıp ağladık. O babama dair her şeyi biliyordu. Ben Ahu’nun öldüğünü yeni öğrenmiştim.