- 616 Okunma
- 2 Yorum
- 1 Beğeni
66 YAŞINA GİRERKEN
66 YAŞINA GİRERKEN
Dün 12 Nisan Pazar idi, 1954 yılında Pazartesi günü kuşluk vakti doğmuşum. İnsanlar doğduğu anı bilir mi bilmez mi sorusunu yönelterek, yanıtını yaşadıklarımdan çıkardığım bir sonuçla başlayacağım.
İnsan beyni, daha anne karnında iken oluşumuna başlar, beyin gelişimi yaşam boyunca değişerek sürdürür.Yaşam boyu bizi yöneten tüm emir komuta zinciri beyin merkezlidir. Ancak bedenimizin tüm hücreleri birbiri ile sürekli bir iletişim ağı içindedir.Bu bağlamda gözlerimiz dünyaya açılan bir pencere ve aynı zamanda ister istemez baktığı yöndeki önüne gelen her nesneyi adeta bir kamera gibi kaydeden bir organdır desem yanlış olmaz, ancak eksik olur, çünkü beynimizin çalışması bu kadarla da sınırlı değildir.
Çünkü daha dünyaya gözlerimiz açmadan önce de anne rahminde yaşadıklarımızın bizim akıl ve bilncimizi oluşturduğunu da söylemek olasıdır. Bu bağlamda tüm iç ve dış koşullara bağlı ömür boyu süren zihinsel bir çalışmanın içindedir beynimiz. Bu konuya aklımın yettiği kadar düşünce gücümle çok kafa yormuşumdur?!
Düşlerine sınır tanımayan bir insan olarak bir gün yaşadığım mucizevi olay beni çok farklı boyutta düşünceler üretmeye yönlendirdii. Yıl 1997, 3 Mayısı 4 Mayısa bağlayan gece, çok alkollü olduğum bir sırada bilincimi yitirmiş ve bilinçaltında yaşadığım bir olaydır bu: Ticari anlamda tam iflası yaşadığım, psikolojik anlamda düşebileceğim en derin uçurumların dibinde paramparça idim.
Buna karşın beni yaşama bağlayan bir tek aşk kalmıştı, bu da imkansız bir aşk olduğu için o da hüsran ile sonuçlanmış tutunacak dalım kalmamış, tam bir cinneti yaşıyordum, üstelik evli idim ve mutsuz bir evlilğim ve de iki kız çocuk babası idim. Bu koşullar altında gönül verdiğim güzel, çaresizce başka bir yol seçmek zorunda kalacak ve acılarım daha da katlanacaktı.Güzel beni terketse de gönül güzeli terketmiyordu. Belki de beynimin ürettiği en güzel çözümdü aşk, bu krizi aşmak için. Böyle düştüm bir büyük yangına., aşkın cehenneminde ateşten gömleği giydim, aşk ateşi barınağım oldu. Ki bu yangın beni ateş çemberinden; güneşin koronasından geçirecek, beni güneş kıvamında şiir ile pişirecek ve benliğimi yeni bir oluşumuna evirecekti.. Bu nedenle bir Midas Söylencesi, Bulut Güvercin adlı şiirimde ’’ Aşk kendini yeniden yaratma savaşıdır ’’ dizesi dilimden düşmüştür.
Aşka sığındığm bir gün saat yaklaşık 13.30 sularında Antalya Kaleiçi’nde Hasanağa restorana oturdum ve bir güzel kafa çekerek derin derin tek başıma düşünmeye başladım. Gece saat 13.15 kadar o bahçede yalnız başıma içtiğimi anımsıyorum, bir büyük rakının üstüne bir de küçük rakı söylemiştim, küçüğün yarısına gelince dayanma gücümün giderek düştüğünü ve yorulduğumu hissederek, restorana ikiyüz metre uzakta olan ofisimin ( Maki Turizm ve Seyahat Acentası) yolunu tuttum. Eve gitmek için Beşyüz metre kadar daha yürümem gerekiyordu, eve gitmemeye karar verdim, zaten ruhum da gitmek istemiyordu..
Ofise gelince masama oturdum, karşımda Şerife Arıkan’ın yaptığı ve 2014 yılında şiir kitabıma kapak yaptığım tabloyu seyretmeye başladım. Ne hayâllerim vardı yaşama geleceğe dair suya düşmüştü ve hayâl denizinde kaybolmuş, dalgalarda ipinden kopmuş sal gibi salınan, dalından kopmuş bir yapraktan farkım yoktu sanki, birden karşımdaki tablo üstündeki dağlar canlanıp bir kaos içinde savrulmaya başladı, dağların milyonlarca yıl içinde nasıl evrim geçirdiği kısa sürede o denli bir yoğun hızla aktı ki düşlerimden, beynimin karakutusunda bilinçaltı ve bilinçüstü birbirine karışmış, bir film şeridi gibi akıyordu. İşte düşsel yoğunluk kavramı o anda bende farklı bir biçimde tezahür etti ve bir anım binlerce, milyonlarca yıla bedeldi sanki, o meyanda tüm dünya cam bir kavanoz gibi, bir akvaryum gibi saydam gözümü önünde dönüyor, dünyanın bir yanından öbür yanını görebiliyordum . Nice sonra kendimi anne rahminde gördüm, kıpırdandım bir takla attım annemin rahminde ve doğmaya başladım, ebe ayaklarımdan tutup beni çıkardı ve yönümü batıya çevirip kıçıma bir şaplak attı, o anda gözlerimi açtım, doğduğum odada idim. Gözüme ilk ilişen açık olan odanın kapısından, koridordan ters yöne giden bir kişinin gölgesi idi, Sonra ebe beni kendine çevirince bir karyola üstünde annemi gördüm, Annemin başında rahmetli babaannem, başında beyaz tülbent yaşmağıyla bekliyordu, odanın doğu istikametinde amerikan bezi diye tabir edilen bir beyaz perde,.perdenin kenarıdaki açıklıktan görünen kuşluk vakti güneş ışığı ve portakal ağaçları idi.
Nihayet gözlerimi açıp kendime gelmiştim ki karşımda yine aynı tablo duruyor ve koltuğumda oturuyordum. Halsizlikten hemen kendimi divana attım ve uyuyup kalmışım, tekrar gözlerimi açtığımda, alnımda boncuk boncuk terler ve ofisin içinde idim, personel gelmiş işyerini açmış, beni de kendi halime bırakıp çalışıyorlardı.
Yaşadıklarıma inanamıyordum ve oluşan yeni sorulara yanıt arıyordum. Bu olay sonrası sigarayı bıraktım, anladım ki bir kriz geçirmiştim ve belki de kısa süreliğine öteki dünyaya gidip gelmiştim?! Sanki şansım varmış ve bana yaşam yeniden bahşedilmti?!
Daha sonraları bu yaşadığımı defalarca hep gözümün önüne geldi ve o koridorda geçen kişiyi merak ettim ve rahmetli anneme sordum,
- Anne ben doğduğumda babam askerde imiş derdin ben küçükken, ve ebe beni doğurtmuş, başinda ninem vardı diye anlattın sen bana, fakat evde bir kişi daha var mıydı?! diye sordum.
- Vardı oğlum, halan vardı! deyince gördüklerimin yalnızca düşten ibaret olmadığını anladım!!!
***
Neden şimdi bunları yazma gereği duydum?! İşte şimdi ben 66 yaşına girerken tüm dünya bir varoluş yokoluş savaşının, bir ölümcül salgının kıyametinden ve aklın cinnetinden geçiyor. Bu korona güneş koronası değil, ölümcül bir virüs, Covid -19 koronasının ölüm çemberinden geçiyor. Düşler darmadağın, insanlar darmadağın, yuvalar darmadağın...
Beynimizde Big Bang patlaması yaşıyoruz.. Bu kaosun ardından yeni bir biçimlenme varolacak elbet. Bu varoluş sürecinde her beyinin bir karakutusunun varolduğunu, evrenin gizemli en büyük gücünün insan beyninde saklı olduğunu, her bedende mikro kozmos olduğunu bilmek gerekir. Özümüz makro kozmostan asla bağımsız değildir ve koparılması imkânsızdır. İnsan beyni kendini yeniden varetmeyi becerebilecek her gücü kendi aklı içinde, kendi özünde,.kendi dünyasında keşfedebilecektir. Beyin enerjisini bilim ve teknik ile haşır neşir hale getirirsek yepyeni ufuklar açılacaktır insanlığın önüne. Ancak bilimin olanaklarını şeytani yönde kullananlar, kendi kazdıkları çukura er ya da geç düşeceklerdir.
Dün benim doğum günüm iken tüm dostlar beni gerek özelden gerek telefondan, gerek messengerden, gerekse sayfamdaki iletiler ile beni bir sevgi sağanağına boğdular. Dünya böyle bir kaostan geçer iken bana vakit ayırarak doğum günümü kutlayan her sayfa arkadaşıma gönül dolusu şükranlarım ile birlikte sevgilerimi iletiyorum.
Böyle günlerde yüzlerce arkadaşın bir dosta yazması az zaman alıyor ama bir kişinin yüzlerce dosta ayrı ayrı yazması ne yazık ki pek o kadar da kolay değil.
Sosyal medyada bazan kendi düşlerini derin biçimde üretmeye koyulmuş arkadaşlarımız her iletiye yanıt yazmak zorunda hisseder ise kendini, beyin enerjimizi doğru yönde kullanıp kullanmadığımızı sorgulamamız gerekecek, bunun lütfen bir bencillik değil, hedefe ulaşmak ve daha ileri gitmek için doğru atılan bir adım olduğunun ayrımına varalım. Yoksa çokluğun içinde kaybolup gitme riski ile karşı karşıyayız. . Bu belki de henüz tehlikesini farketmediğimiz zaman yutma makinalarının hepimize bulaştırdığı daha ölümcül bir virüstür. Bu nedenle diyebilirim ki bilgisayar ile, cep telefonu ile beynimiz arasında bir düşünsel mesafe bırakmak zorundayız..Yoksa medya bombardımanı atında beynimizin dumura uğrayıp işlev dışı kalması hiçten değildir..
İnsanlık günümüzde 5 G teknolojisinin dünyaya yararı ve eko sisteme zararı üstüne iyonize olmuş radyasyon nedeniyle kafa yoruyor. Ekonomik savaş, siyasi savaş, kültürel savaş, ’’olmak ya da olmamak’’ savaşı tüm şiddetiyle acımasız bir biçimde sürüyor. Yanlışlar ders çıkarılmak için var. Bir yanda para, emperyalist elitler dünyası var, bir yanda daha paylaşımcı emek eksenli sosyalist dünya var. Ancak aklın yolu herkesin yaşama hakkını savunmaktan geçiyor.
Sevgili dostlar
Yıldızlar da güzel, ay da güzel güneş de güzel, dünyada hava toprak su, nefes almak da güzel börtü böcek, kuş, ağaç, dal, çiçek de güzel..
Güneş sistemi içinde şimdiye kadar keşfedilen, mavi gezegenimiz en büyük ve tek ortak yaşama alanımız.. Bu dünya herkesin, hepimizin ortak dünyasıdır, onu yalnızca kendi istediği gibi tek başına çekip çevirmeye hiçbir güç yetmez..
Önümüzdeki günler üzülerek belirteyim ki haktan ve halktan yana olanlar ile salt zümresel çıkarlarını düşünenlerin arasındaki savaşlara gebe günlerdir ne yazık ki.. Ancak nihai zafer aşkın ve yüreği sevgiden yana tüm dünya ile birlikte çarpanların olacaktır..
Altmış altı yaşıma bu duygu ve düşünceler ile girdim.
Kahrolsun emperyalizm!
Yaşasın bağımsızlık ve sosyalizm!
İnadına aşk!
Sevgiyle kalın dostlar sağlıcakla aşkınız bol osun..
Şaban AKTAŞ
13.04.2020
Görsel: Benim burcum
YORUMLAR
66 YAŞINA GİRERKEN
Dün 12 Nisan Pazar idi, 1954 yılında Pazartesi günü kuşluk vakti doğmuşum. İnsanlar doğduğu anı bilir mi bilmez mi sorusunu yönelterek, yanıtını yaşadıklarımdan çıkardığım bir sonuçla başlayacağım.
İnsan beyni, daha anne karnında iken oluşumuna başlar, beyin gelişimi yaşam boyunca değişerek sürdürür.Yaşam boyu bizi yöneten tüm emir komuta zinciri beyin merkezlidir. Ancak bedenimizin tüm hücreleri birbiri ile sürekli bir iletişim ağı içindedir.Bu bağlamda gözlerimiz dünyaya açılan bir pencere ve aynı zamanda ister istemez baktığı yöndeki önüne gelen her nesneyi adeta bir kamera gibi kaydeden bir organdır desem yanlış olmaz, ancak eksik olur, çünkü beynimizin çalışması bu kadarla da sınırlı değildir.
Çünkü daha dünyaya gözlerimiz açmadan önce de anne rahminde yaşadıklarımızın bizim akıl ve bilncimizi oluşturduğunu da söylemek olasıdır. Bu bağlamda tüm iç ve dış koşullara bağlı ömür boyu süren zihinsel bir çalışmanın içindedir beynimiz. Bu konuya aklımın yettiği kadar düşünce gücümle çok kafa yormuşumdur?!
Düşlerine sınır tanımayan bir insan olarak bir gün yaşadığım mucizevi olay beni çok farklı boyutta düşünceler üretmeye yönlendirdii. Yıl 1997, 3 Mayısı 4 Mayısa bağlayan gece, çok alkollü olduğum bir sırada bilincimi yitirmiş ve bilinçaltında yaşadığım bir olaydır bu: Ticari anlamda tam iflası yaşadığım, psikolojik anlamda düşebileceğim en derin uçurumların dibinde paramparça idim.
Buna karşın beni yaşama bağlayan bir tek aşk kalmıştı, bu da imkansız bir aşk olduğu için o da hüsran ile sonuçlanmış tutunacak dalım kalmamış, tam bir cinneti yaşıyordum, üstelik evli idim ve mutsuz bir evlilğim ve de iki kız çocuk babası idim. Bu koşullar altında gönül verdiğim güzel, çaresizce başka bir yol seçmek zorunda kalacak ve acılarım daha da katlanacaktı.Güzel beni terketse de gönül güzeli terketmiyordu. Belki de beynimin ürettiği en güzel çözümdü aşk, bu krizi aşmak için. Böyle düştüm bir büyük yangına., aşkın cehenneminde ateşten gömleği giydim, aşk ateşi barınağım oldu. Ki bu yangın beni ateş çemberinden; güneşin koronasından geçirecek, beni güneş kıvamında şiir ile pişirecek ve benliğimi yeni bir oluşumuna evirecekti.. Bu nedenle bir Midas Söylencesi, Bulut Güvercin adlı şiirimde '' Aşk kendini yeniden yaratma savaşıdır '' dizesi dilimden düşmüştür.
Aşka sığındığm bir gün saat yaklaşık 13.30 sularında Antalya Kaleiçi'nde Hasanağa restorana oturdum ve bir güzel kafa çekerek derin derin tek başıma düşünmeye başladım. Gece saat 13.15 kadar o bahçede yalnız başıma içtiğimi anımsıyorum, bir büyük rakının üstüne bir de küçük rakı söylemiştim, küçüğün yarısına gelince dayanma gücümün giderek düştüğünü ve yorulduğumu hissederek, restorana ikiyüz metre uzakta olan ofisimin ( Maki Turizm ve Seyahat Acentası) yolunu tuttum. Eve gitmek için Beşyüz metre kadar daha yürümem gerekiyordu, eve gitmemeye karar verdim, zaten ruhum da gitmek istemiyordu..
Ofise gelince masama oturdum, karşımda Şerife Arıkan'ın yaptığı ve 2014 yılında şiir kitabıma kapak yaptığım tabloyu seyretmeye başladım. Ne hayâllerim vardı yaşama geleceğe dair suya düşmüştü ve hayâl denizinde kaybolmuş, dalgalarda ipinden kopmuş sal gibi salınan, dalından kopmuş bir yapraktan farkım yoktu sanki, birden karşımdaki tablo üstündeki dağlar canlanıp bir kaos içinde savrulmaya başladı, dağların milyonlarca yıl içinde nasıl evrim geçirdiği kısa sürede o denli bir yoğun hızla aktı ki düşlerimden, beynimin karakutusunda bilinçaltı ve bilinçüstü birbirine karışmış, bir film şeridi gibi akıyordu. İşte düşsel yoğunluk kavramı o anda bende farklı bir biçimde tezahür etti ve bir anım binlerce, milyonlarca yıla bedeldi sanki, o meyanda tüm dünya cam bir kavanoz gibi, bir akvaryum gibi saydam gözümü önünde dönüyor, dünyanın bir yanından öbür yanını görebiliyordum . Nice sonra kendimi anne rahminde gördüm, kıpırdandım bir takla attım annemin rahminde ve doğmaya başladım, ebe ayaklarımdan tutup beni çıkardı ve yönümü batıya çevirip kıçıma bir şaplak attı, o anda gözlerimi açtım, doğduğum odada idim. Gözüme ilk ilişen açık olan odanın kapısından, koridordan ters yöne giden bir kişinin gölgesi idi, Sonra ebe beni kendine çevirince bir karyola üstünde annemi gördüm, Annemin başında rahmetli babaannem, başında beyaz tülbent yaşmağıyla bekliyordu, odanın doğu istikametinde amerikan bezi diye tabir edilen bir beyaz perde,.perdenin kenarıdaki açıklıktan görünen kuşluk vakti güneş ışığı ve portakal ağaçları idi.
Nihayet gözlerimi açıp kendime gelmiştim ki karşımda yine aynı tablo duruyor ve koltuğumda oturuyordum. Halsizlikten hemen kendimi divana attım ve uyuyup kalmışım, tekrar gözlerimi açtığımda, alnımda boncuk boncuk terler ve ofisin içinde idim, personel gelmiş işyerini açmış, beni de kendi halime bırakıp çalışıyorlardı.
Yaşadıklarıma inanamıyordum ve oluşan yeni sorulara yanıt arıyordum. Bu olay sonrası sigarayı bıraktım, anladım ki bir kriz geçirmiştim ve belki de kısa süreliğine öteki dünyaya gidip gelmiştim?! Sanki şansım varmış ve bana yaşam yeniden bahşedilmti?!
Daha sonraları bu yaşadığımı defalarca hep gözümün önüne geldi ve o koridorda geçen kişiyi merak ettim ve rahmetli anneme sordum,
- Anne ben doğduğumda babam askerde imiş derdin ben küçükken, ve ebe beni doğurtmuş, başinda ninem vardı diye anlattın sen bana, fakat evde bir kişi daha var mıydı?! diye sordum.
- Vardı oğlum, halan vardı! deyince gördüklerimin yalnızca düşten ibaret olmadığını anladım!!!
***
Neden şimdi bunları yazma gereği duydum?! İşte şimdi ben 66 yaşına girerken tüm dünya bir varoluş yokoluş savaşının, bir ölümcül salgının kıyametinden ve aklın cinnetinden geçiyor. Bu korona güneş koronası değil, ölümcül bir virüs, Covid -19 koronasının ölüm çemberinden geçiyor. Düşler darmadağın, insanlar darmadağın, yuvalar darmadağın...
Beynimizde Big Bang patlaması yaşıyoruz.. Bu kaosun ardından yeni bir biçimlenme varolacak elbet. Bu varoluş sürecinde her beyinin bir karakutusunun varolduğunu, evrenin gizemli en büyük gücünün insan beyninde saklı olduğunu, her bedende mikro kozmos olduğunu bilmek gerekir. Özümüz makro kozmostan asla bağımsız değildir ve koparılması imkânsızdır. İnsan beyni kendini yeniden varetmeyi becerebilecek her gücü kendi aklı içinde, kendi özünde,.kendi dünyasında keşfedebilecektir. Beyin enerjisini bilim ve teknik ile haşır neşir hale getirirsek yepyeni ufuklar açılacaktır insanlığın önüne. Ancak bilimin olanaklarını şeytani yönde kullananlar, kendi kazdıkları çukura er ya da geç düşeceklerdir.
Dün benim doğum günüm iken tüm dostlar beni gerek özelden gerek telefondan, gerek messengerden, gerekse sayfamdaki iletiler ile beni bir sevgi sağanağına boğdular. Dünya böyle bir kaostan geçer iken bana vakit ayırarak doğum günümü kutlayan her sayfa arkadaşıma gönül dolusu şükranlarım ile birlikte sevgilerimi iletiyorum.
Böyle günlerde yüzlerce arkadaşın bir dosta yazması az zaman alıyor ama bir kişinin yüzlerce dosta ayrı ayrı yazması ne yazık ki pek o kadar da kolay değil.
Sosyal medyada bazan kendi düşlerini derin biçimde üretmeye koyulmuş arkadaşlarımız her iletiye yanıt yazmak zorunda hisseder ise kendini, beyin enerjimizi doğru yönde kullanıp kullanmadığımızı sorgulamamız gerekecek, bunun lütfen bir bencillik değil, hedefe ulaşmak ve daha ileri gitmek için doğru atılan bir adım olduğunun ayrımına varalım. Yoksa çokluğun içinde kaybolup gitme riski ile karşı karşıyayız. . Bu belki de henüz tehlikesini farketmediğimiz zaman yutma makinalarının hepimize bulaştırdığı daha ölümcül bir virüstür. Bu nedenle diyebilirim ki bilgisayar ile, cep telefonu ile beynimiz arasında bir düşünsel mesafe bırakmak zorundayız..Yoksa medya bombardımanı atında beynimizin dumura uğrayıp işlev dışı kalması hiçten değildir..
İnsanlık günümüzde 5 G teknolojisinin dünyaya yararı ve eko sisteme zararı üstüne iyonize olmuş radyasyon nedeniyle kafa yoruyor. Ekonomik savaş, siyasi savaş, kültürel savaş, ''olmak ya da olmamak'' savaşı tüm şiddetiyle acımasız bir biçimde sürüyor. Yanlışlar ders çıkarılmak için var. Bir yanda para, emperyalist elitler dünyası var, bir yanda daha paylaşımcı emek eksenli sosyalist dünya var. Ancak aklın yolu herkesin yaşama hakkını savunmaktan geçiyor.
Sevgili dostlar
Yıldızlar da güzel, ay da güzel güneş de güzel, dünyada hava toprak su, nefes almak da güzel börtü böcek, kuş, ağaç, dal, çiçek de güzel..
Güneş sistemi içinde şimdiye kadar keşfedilen, mavi gezegenimiz en büyük ve tek ortak yaşama alanımız.. Bu dünya herkesin, hepimizin ortak dünyasıdır, onu yalnızca kendi istediği gibi tek başına çekip çevirmeye hiçbir güç yetmez..
Önümüzdeki günler üzülerek belirteyim ki haktan ve halktan yana olanlar ile salt zümresel çıkarlarını düşünenlerin arasındaki savaşlara gebe günlerdir ne yazık ki.. Ancak nihai zafer aşkın ve yüreği sevgiden yana tüm dünya ile birlikte çarpanların olacaktır..
Altmış altı yaşıma bu duygu ve düşünceler ile girdim.
Kahrolsun emperyalizm!
Yaşasın bağımsızlık ve sosyalizm!
İnadına aşk!
Sevgiyle kalın dostlar sağlıcakla aşkınız bol osun..
Şaban AKTAŞ
13.04.2020
Görsel: Benim burcum