NEŞET ERTAŞ'TA AŞK
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
NEŞET ERTAŞ’TA “AŞK”
“Gönül kimi severse aşk onda güzeldir.”
Aşk, insan bedenine bir kez yürüdü mü bedendeki kılcal damarları bile sarıp sarmalar ve tüm bedene yayılır. Vücudun her noktasında aşkın kokusu hissedilir. İşte bu yüzdendir ki “sarmaşık” sözcüğünün kökünün “aşk” olduğu iddia edilmiştir. Bu tezin ispatlarından biridir Neşet Ertaş.
Hayatın yalancı gülücükleri Kırtıllar köyünün çamurlu sokaklarında Neşet Ertaş’a 8 yaşına kadar eşlik etti. Neşet, henüz beşikte yatarken babasının tellerinden sızan notalar Neşet’in kulaklarında küpe, kalbinde sevgi, elinde meslek olacaktı. Onu müziğin rengarenk dünyası ile tanıştıran kişi babası olsa da Neşet’e ilk enstrümanını hediye eden kişi anası Döne’dir. Daha çok küçükken bir “tokaç”a iki tel geren anası Neşet’in ilk sazını da kucağına koymuş oldu. İşte onun “aşk”ı da bu sayede başladı.
“Dizinde sızıydı anamın derdi
Tokacı saz yaptı elime verdi
Yeni bitirdiydim üç ile dördü
Baban gibi sazcı oldun dediler”
Artık Neşet’in gönlüne aşkın ve müziğin can suyu damlamaya başlamıştı. Babasında sadece müzik eğitimi almıyor, aynı zamanda abdallık ve ozanlık geleneğinin de kurallarını öğreniyordu. On yaşına geldiğinde gönlündeki ilk depremi hissetti.
“O zaman babamdan öğrendim sazı
Engin gönül ile Hakk’a niyazı
On yaşımda yaktı bir ahu gözü
Mecnun gibi çölde kaldın dediler”
Mısralarıyla “aşk”ın meyvesinden ilk ısırığı aldığını bize haber verir.
Onun için saz bir un, söz bir su, aşk ise maya oldu ve üçünü gönlünde senelerce yoğurdu. Neşet Ertaş, babasıyla çeşitli düğünlere gitmiş; orada köçeklik yapmış, keman çalmıştır. O dönemlerde sanatını icra etmekten çok insanları eğlendirmeyi mecburen meslek edinmişti.
İstanbul yıllarında babasına ait olan söz ve melodiler şöhretin ilk ışıklarını etrafa saçmaya başlamıştı. Çeşitli halk konserleri verse de o istediği, içinde yanan aşkı tam manasıyla bulamamıştı. Belki bu yüzden kendine “Garip” dedi. Bu mahlasla da “aşk”ını aradı durdu.
“Sinemde gizli yaramı kimse bilmiyor
Hiç bir tabip şu yarama merhem olmuyor
Boynu bükük bir garibim yüzüm gülmüyor
Gönlüm hep seni arıyor neredesin sen?”
İki yıl süren İstanbul macerasından sonra Ankara’ya gelen Neşet Ertaş, sazına ve sözüne burada devam etti. Pek çok bestesine de burada abıhayat içirdi. Ankara yıllarında gazinoda çalışırken aynı yerde çalışan “Leyla”yı görür. Bu andan itibaren hayat Neşet Ertaş için farklı akar, kalp atışlarının ritmi farklı atar. Yıllardır kapı eşinde gölgesini aradığı “aşk” nihayet onun gönül hanesine gelmiş, duygularının kapılarını tıklatmıştı. Neşet Ertaş’ın gönlünde aşk “Leyla” diye okunup yazılıyordu. Leyla’nın kaşları, gözleri, elleri şiir olup oluk oluk Neşet Ertaş’ın gönlüne aktı. Kerem’i, Tahir’i, Kamber’i aratmayacak bir aşkın ateşi ile kavrulmaya başlamıştı.
Kaşların kara kara da
Gözlerin derde çare de
Senin için yanarım da
Kerem misali derde de
Kays’ı Mecnun yapan kudret, Neşet Ertaş’ı aşkın elinde bir “Garip” yapmıştı. Bu aşk onu belki çöllere düşürmedi ama Kays’a verdiği ıstırabın aynısını Neşet Ertaş’a da vermişti.
Ona göre tabiattaki her nesnede bir kutsallık, yaradılışın ince bir gizemi vardı. İnsanoğlu da bu sırra sadece aşk sayesinde erişebilirdi. Bu kutsallığın içindeki en büyük yer de sevgiliye aitti. Çünkü sevgili “aşk”tı, sevgili “hasret”ti. O, sevgiliye kötü davrananın Allah katında da makbul olmayacağını dile getirir.
Tatlı dile güler yüze
Doyulur mu doyulur mu
Aşkınan bakışan göze
Doyulur mu doyulur mu
Doyulur mu doyulur mu
Canana kıyılır mı
Canana kıyanlar
Hakk’ın kulu sayılır mı
Tüm bu heyecanları ve güzellikleri içinde toplayan ve harmanlayan Neşet Ertaş, Leyla’ya duyduğu aşkı babasına anlatır. Babası, Leyla’yı beğenmez ve aşiretlerinin dışında olan Bolulu bu kıza ve onların aşkına karşı çıkar. Bu itirazlarını babası şöyle dile getirir.
Evvelden tutmadın Neşet sözümü
Öksüz koydun yavruları, kuzunu
Almasaydın Boluların kızını
Son pişmanlık fayda vermez evladım
Temiz ruhlu hoş sohbetsin şöhretsin
Hakkın vardır evlenmeye evladım
Mevla’m sana yapanları kahretsin
Aslı bozuk alma dedim evladım
Gönlün ferman dinlemediğini Neşet Ertaş, babasına defalarca anlatmaya çalışsa da babası, inat kayığına binmiştir bir kere ve bu kayıktan da inmez. Hele babasının, Leyla’yı “soysuzluk” ile suçlaması Neşet Ertaş’a çok dokunur. Sadece gönül bağladığı kadın olduğu için değil, bir bayana söylenecek kötü bir sözün olmaması gerektiğine inanan Neşet Ertaş bu sözlere karşı çıkar ve babasına cevap verir:
Aşkı kimden aldın sevgiyi kimden
Aslı bozuk deme gel şu insana
Soracak olursan eğer ki benden
Aslı bozuk deme gel şu insana
Baba-oğul veya usta-çırak yapabildikleri en iyi yöntemle birbirlerine sıkıntılarını anlatıyorlardı. Halk geleneğinin iki büyük ustasına yakışan incelikle atışıyorlardı. Neşet Ertaş bu dönemde kendi bildiği yoldan gitmeye kara verdi ve hayallerindeki kadın ile -bozlaklarının ana teması olan Leyle ile- evlendi. Ancak aynı Leyla Neşet Ertaş’ın kalbinde aşkın tomurcuklarını patlatırken babasının içinde kabuk bağlamayan bir yara olacaktı ve bu Leyla, baba ile oğlun arasına soğukluk girdirecekti. Bir müddet bu soğukluk devam edecekti ve bu soğukluğa Neşet Ertaş’ın babası Muharrem Ertaş şöyle diyecekti:
Küsmedim Neşet’im kahrettim sana
Baban değil miydim sormadın bana
Olan olmuş yavrum ne deyim sana
Sen aklını yitirmişsin evladım
Babası ile sükutun hakim olduğu yıllarda can yoldaşı olan sazına dert yanmış, onda çareler aramıştı. Leyla’ya olan aşkını ancak kucağında sımsıkı sardığı sazı anlar ve bu küskünlük dolu yıllarda bu saz ona dert ortağı olurdu. Neşet Ertaş, Leyla ile evlenmiş ve sevgiliye kavuşmanın da huzurunu hissetmişti. Bu dönemde babasına mısraları ile seslenerek kırgınlığının devam ettiğini bildirdi.
İki büyük nimetim var
Biri anam biri yarim
Bir aşkın ateşi hiç söner mi? Hayır. Neşet Ertaş, Leyla ile olan yedi yıllık evliliğini bitirmesine rağmen aşktan, aşkın sazının tellerine yansımasından hiç vazgeçmedi. Bir ozan yürüdüğü yolda ne kadar sıkıntı çekerse o kadar da olgunlaşır. İşte Leyla’dan ayrılması da Neşet Ertaş’ın sanatında zirveye çıkmasına işaret etmiş ve o, halkın dillerinde dolanan türkülerini söylemeye başlamıştı. Hatta sazının hüzünlü tellerinden özür mahiyetinde şu sözler dökülür:
Cahildim dünyanın rengine kandım
Hayale aldandım boşuna yandım
Seni ilelebet benimsin sandım
Ölürüm sevdiğim zehirim sensin
Evvelim sen oldun ahirim sensin
Evlilik, belki Neşet Ertaş’ın hayatında bir cehalet belirtisi olsa da “aşk” ve aşkı söze dökmek onun vazgeçmeyeceği bir duygu ve eylem oldu.
Bilemedim kıymetini kadrini
Hata benim günah benim suç benim
Eliminen içtim aşkın zehrini
Hata benim günah benim suç benim
veya
Karadır bu bahtım kara
Sözüm kar etmiyor yara
Yaktı yüreğimi nara
Kendim ettim kendim buldum
Gül gibi sarardım soldum
Leyla, Neşet Ertaş’ın içinde bir köz olmuştu. Her an bu yüreği defalarca dağlıyor ve yüreğinden kanlar akıtıyordu. Yıllarca “aşk” kelimesinin karşılığında “Leyla”sını gördüğü, karışına ailesini aldığı kadına öyle bir küsmüştü ki Neşet Ertaş, Leyla’ya cenazeme bile gelme demişti.
Ben yandım aşkın narına
Meyletmem dünya malına
Ölürsem ben mezarıma
Gelme gayrı gelme leyli
Leyla ile Mecnun hikayesi “aşk” temasını zirvede tutan en güzel hikaye olarak adledilir. Ancak hikaye ne kadar büyük bir aşkı betimlese de hikayenin sonu beklenen gibi bitmez. Mecnun (Kays) adını duyduğunda bile titrediği Leyla’sını reddetmişti. Kays, Leyla’ya gerçek “aşk”ı bulduğunu ifade etmişti. Neşet Ertaş da gerçek aşkı belki de Leyla’dan ayrıldıktan sonra bulmuştur. Onu ozanların ocağında pişiren kesinlikle Leyla’ya duyduğu aşk olsa da büyük eserleri Leyla’dan ayrıldıktan sonra vücuda getirmiştir. Neşet Ertaş da Kays gibi gerçek aşkı bulmuştur: Halk.
Halkın onu, onun da halkı karşılıksız sevmesi karşısında şunu söyledi:
“Ayaklarınızın turabı, gönüllerinizin hızmatçısıyım”