- 751 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
Düş Yarısı Saatler
Düş Yarısı Saatler
Nurşen Kaygısız
Zaman düğümlü bir ipti. Çözdükçe inceliyordu ip, ip inceldikçe geriliyordu her şey.
Sanki bir yerinden kopacaktı ama neresinden? Ne zaman kopacaktı? İşte bunlar havadaki gerginliği daha da arttırıyordu.
“Aç pencereyi Gülenaz” dedi annesi içerden. “ Aç pencereyi odan havalansın biraz. Kaç gündür ne pencereyi açtığın var ne de perdeyi araladığın.”
Dünya küçüldükçe büyüyordu odalar arasındaki mesafe. Kalın taş duvarlar, dikenli teller vardı geçilmez. Eskiler biriket duvarların üzerine kimseler geçmesin diye cam kırıkları dizerlerdi döktükleri çimentonun üzerine. Pek meraklıydı belki konu komşu. Ayşe Hanım ne yapıyor, kiminle görüşüyor? Derdindeydi de rahatsız olanlar bunu engellemeye çalışıyorlardı.
“Gülenaz… Duymuyor musun kızım sesimi. Niye yanıt vermiyorsun?”
Önceki sessizlik halkasına yeni bir halka daha eklemişti sanki. Gülenaz’dan ses seda yoktu. Duymamış mıydı yahut duymuştu da yanıt mı vermiyordu.
Sessizliğin içinde büyüyen öyküler vardı. Her dokunulduğunda genişleyen etrafı saran öyküler.
“ Yüzüne baktığımda, yakında bir anda hiç olmayacağını düşündüm .”
Bu öykülerden kaçılabilir miydi? Silinebilir miydi? Hava gittikçe kararıyordu. Kurşuni bulutlar doldurmuştu gökyüzünü. Karamsarlık dalga dalga genişliyor, umutsuzluk da atıyordu.
“Bunu kimseye söyleyemedim. Sonra utandım aklımın kurguladığı öyküden? Silmek istedim. Ama onun yüzüne bakmadan, sesini işitmeden nasıl silebilirdim ki”
Yer boyaları dökülmüş kapının kolunu dirseğiyle iteledi. Kapı aralandı. Elindeki tepside çok bir şey de yoktu. Küçük bir kâsede sekiz dokuz zeytin ve yanından hangi günden kaldığı belli olmayan bir parça sararmış peynir. Yarım ekmekten biraz çoğu. Bir bardak çay.
“Ben odana kadar getiriyorum, sen hala yataktasın. Hadi kızım”
Gülenaz anlamsız ve fersiz gözlerle annesine baktı. İki eliyle tuttuğu battaniyenin uçlarını çenesine kadar çekti.
“Neyin var kızım? De hele. Neyin var senin?”
……………
“Gülenaz’ın suskunluğu, Gülenaz konuşmaz, Gülenaz delirtecek misin yavrum sen beni?”
Çaresiz gözlerle kızını süzdü. Bir insan konuşmak istemiyorsa nasıl konuşturulurdu ki… Bunun bir yöntemi vardı da kendisi mi bilmiyordu. Yatağın kenarına ilişti. Bir eliyle çarşafı düzeltti. Dağılmış
kapkara saçları parmaklarıyla birbirinden ayırmaya çalıştı. Biliyordu. Susacaktı Gülenaz. Israrın bir faydası da olmayacaktı.
“Belli, yemeyeceksin de…”
Odaya girerken sahip olduğu umudun yerini umutsuzluk almıştı.
“Ola da canın çekerse seslen he mi yavrum. Evdeyim ben. Saliha’nın anası çağırmıştı ama… Gitmeyeceğim.”
Annesi odadan çıkınca her şey eski yerini aldı. Bütün düşünceler, hayaller, kuşkular birbirine eklenmişti. Kalkıp camı açsa her şey çıkıp gider miydi camdan? Biraz olsun ferahlar mıydı yüreği? Az biraz doğrulmaya çalıştı. Gücü yoktu.
Gözleri duvardaki resme takıldı. Aylardan beri oradaydı.
“Ben niye görmedim ki bunu? Belki de dikkat etmedim.”
Beyaz bir yelkenli sisler arasında kaybolmuş gibiydi. Upuzun sahilde kimsecikler yoktu. İnsan da zaman zaman sisler içinde kayıyor, bu beyaz yelkenli gibi kendine yol arıyordu. İnsan insanla kurtulurdu her karanlıktan. Bunun başkaca yolu yoktu. Sürekli düşünmek kaygılanmak günbegün kaygının artması demekti.
“Pistttt… Çekil ayağımın altından. Sana daha az önce yiyecek verip suyunu değiştirdim. Sırnaşma, çekil…”
Uzaklaştı tekir kedi, aralık kapıdan süzülerek içeri girdi. Zıplayıp yatağa çıktı. Sırtını kamburlaştırıp gerindi. Bir iki adım attıktan sonra durdu. Ani bir hareketle döndü. Pencerenin önüne kadar ilerledi.
“Korktu benden. Yanaşmadı bana.” diye geçirdi aklından. Her şey uzaklaşıyordu. Tekir kedi bile.
Bahar gelmişti hâlbuki. Ağaçlar tomur tomur çiçek ve yapraktı. Doğa yeniden uyanıyordu. Güneş, ay ve yıldızlar yerli yerindeydiler. Bulutlar yerli yerinde. Bir kuşlar uçup gidiyorlardı bir de insanlar. Dönmüyordu kuşlar. Dönse de kimsenin umuru değildi. Gidenler dönenler midir? İnsanlar da konup göçüyorlardı. Bir nefes eksilince eksiliyordu insan. Yarım yamalak bir masala dönüşüyordu her şey. Bitiyordu da bitmiyordu. Bitmiş gibiydi.
“ O da biliyordu bunu. O da biliyordu da söylemiyordu.”
Basık tavanlı, duvarları kireçle badana edilmiş odanın ortasındaki kerevet gözünün önüne geldi. Kadın rutin işini yapıyordu. Sanki ekmek açıyor yahut da biber doğruyordu. Sıradan bir işti yaptığı el alışkanlığına bakılırsa.
“İstersen sen de yanaş”
Yanaşmamıştı. Durduğu yerde donup kalmıştı. Ne elleri ne ayakları kendisinin değildi sanki. Hiç biri hareket etmiyordu.
Silindi sonra. Arada bölük pörçük görüntüler kaldı.
“Al şu parayı. Düşüreceksin cebinden.”
Gülerek arkaya döndü öteki,
“Düşürmem” dedi. Bu güne kadar para düşürmüşlüğüm yoktur benim. Bu gün de düşürmem. Kaybetmem.”
Acı acı gülümsedi Gülenaz. Her bir parça irileşmiş dolu taneleri gibi dökülüyordu.
Ayaklarını oynatıp üzerindeki battaniyeye biraz daha sıkı sarıldı. Üşüyordu. Hava iyiden iyiye soğumuş muydu ne...
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.