- 680 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
ZORZORA GADAR HEPİSİ KÖR
ZORZOR’A GADAR HEPİSİ KÖR !
Anne ve babanın asıl görevi çocuklarını büyütmek. Yetiştirmek, işini aşını ayarladıktan sonrada everip mürüvetini görmektir
Aradan geçen yıllar içerisinde geriye dönüp bakıldığında haliyle insanlar yaşlanmakta bu yüzden ev ve diğer işlerde kendilerine yardımcı olacak birilerine ihtiyaç duymaktadır.
Köylük yerlerde oğlunu everecek aileler el altından yaşı daha on üç, on dörde yeni başmış evine, işine, eşine sadık kalacak sütü temiz, huyu, suyu, kendi güzel, daha gözü açılmadık bir kız arama telaşına düşerlerdi. Böyle birini bulunca da kapıdan kovsalar pencereden, pencereden kovsalar tandırdaki bacadan girip ”Allahın emri, peygamberin kavli” deyip dünür olurlar Allah’ta yazdıysa oğlanla kızı nişanlarlardı.
Nişan işi yapılırken aileler alım satım konusunda paylaşıma giderler, takılacak takı, verilecek başlık parası orada kesime bağlanır sonra da ağız tatlılığı yapılırdı.
Nişanlılık dönemi uzun olursa köylük yerde hemen dedikodular başladığı için hem buna mahal vermemek adına, hem de her bayram gelişinde gelininin üst-baş giyeceği, oğlanın nişanlıya giderken götüreceği çerez zamanla külfet tutacağından uzun tutulmamaya gayret gösterilirdi.
Mehmet askerden gelince biraz sağda-solda gezdikten sonra amcaları onu Ankara’ya götürüp işe sokmakta gecikmediler. Orada bir müddet çalışıp üç-beş lira para biriktirince köye izine gelir. Babası Almanya’da olduğu için onunla ilgilenen anası ve birde baba yerine koyduğu dedesi Etem’dir. Ankara’da amcasının evinde kaldığını, onlara yük olduğunu, amca ve yengesi buna bin kere razı olsalar da köyden biriyle evlenip evini, barkını bileceğini Mehmet onlara bir bir anlattı.
Sabah erkenden kalkan aile kız arama telaşına düştüler. Onlara kim kız vermezdi ki. Temiz, namuslu, işi, aşı olan biriydi Mehmet. Çaldıkları birkaç kapıdan elleri boş çıksalar da evlerinin karşısında bakkallık yapan Hüso’nun güzel kızıyla Mehmet’i nişanladılar.
Nişanlama işinde iki aile hallerine göre hareket ederek takıda, başlıkta birbirini üzmemeye gayret gösterirken düğün gününü de harman kaklımından hemen sonraya bıraktılar. Sayılı günlerin uzağı olmazmış, kararlaştırılan gün gelip yaklaşmıştı bile.
Etem torunu Mehmet’e düğün için izin almak, hem de akrabalarına davetiye vermek bahanesiyle Ankara’nın yolunu tuttu. Terminalde Mamak’taki oğlu Şaban’ın evine ulaşmak için bindiği belediye otobüsü o gün aksilik olacak ya ağzı beraber tıklım, tıklım doluydu. Otobüs hem yürüyor hem de uğradığı duraktan yolcu alırken biletçinin ”yürüyelim beyler, ilerleyin beyler” sesi ortalığı çınlatıyordu. Etem ilerliyor ama bir yandan da sendeliyordu. Eğer demirden tutunmasa az ilerde oturan kızcağızın kucağına kapaklanacaktı. Az daha ilerleyince ”Kız belki bana yer verir” düşüncesiyle orda dikilip kaldı. Ama ona ne dikkat eden biri ne de “Otur amca sen yaşlısın” teklifi vardı. Duramadı, sanki patlamıştı. “Bu ne saygısızlık yavrum, gızım, şu yaşlıya yer yok mu, az gaksan da birez de ben otursam”. Kızı adeta cin çarpmıştı, hışımla; ”Lafına dikkat et amca, ben kız değilim” dedi. Etem çok şaşırmıştı. Böyle bir şey ilk defa başına geliyordu, ”Vah yavrum vaaah; bek genç yaşta dul galmışsın” lafı henüz bitmişti ki saçları uzun oğlan öfkeyle yerinden kalkıp gitmişti bile…..Koltuk onundu artık.
Akşam’a doğru oğlu Şaban eve geldiğinde babasını karşısında görünce sevinçten çocuklar gibi şendi. Uzun süren sohbetten sonra Etem oğluna düğün işini açtı. ”Gardaşın Hamdi’yle birleşip şu çocuğun düğününü yapın, ben tek başıma bu işin altından galkamam oğlum, garibin sevabını alısınız…”
Düğün işi meşeggatli işti. Önce gelinin üstü, başı görülecek, Ankara’da bunlara ev tutulacak, yatak, yorgan, mutfak için kap, kacak gibi bir sürü ihtiyaçlar olacaktı. Yeri gelmişken burada biraz düğünlerden bahsedelim.
Harmanını ortadan kaldırıp mahsulünü satan köylü nişanlı oğlunun düğün hazırlıklarına başlardı. Önce abdallar ayarlanıp kaporası verilir, sonra gelin kızın giyim kuşam ihtiyaçları karşılanırdı. Köylük yerde oğlana ayrı ev açma adeti olmadığı için pek kap-kacağa fazlaca ihtiyaç duyulmazdı. Nasıl olsa bir arada yenilip içiliyordu. Sadece yatak yorgana gereksinim olurdu.
Maddi yönden durumu iyi olanlar etlik için büyük baş hayvan keserler, öyle aşçıya, bulaşıkçıya, masa sandalye’ye gerek duyulmaz, köylü birlik beraberlik içinde bu işleri hallederdi. Bütün bu hazırlıklardan sonra düğün sabahı evin damının üzerine elma geçirilmiş bir sırığa bayrak takılarak dikilirdi. Önceden köye davet maiyetinde görevli bir kadın akide şekerini ev-ev gezerek dağıtırdı. Düğün evinde öğleyin toplanan kalabalık düğün yemeğini yedikten sonra imamla düğün duasına dururlardı. İkindi üzeri bir araya gelen köyün gençleri oğlan evinden davul zurna eşliğinde çıkarken “Gezi bağlarında dolanıyorum, yitirdim yarimi aranıyorum” türküsünü söyleyerek kız evine doğru silah atışlarıyla bayrak kaldırma töreni yaparlardı. Üç gün süren düğünlerde “Kelle atımı”, gençlerden iki kişi arasında oynanan tura, at koşusu, kızlar arasında kına yakma, akşam kız evi tarafından erkek gençlerin oğlan evine ‘kayın’ gitmesi, abdal’ın, köçeğin onlardan çektiği onca çileler, sabaha karşı istenen tan pilavı, oğlan evinin yasakçısına olmadık eziyetler düğünlerin vazgeçilmez adetleriydi.
Pazar sabahı oğlan evinden kız evine gelin almaya gidili, ananın süt hakkı, baba, kardeş yolu, sandığa oturan kızın küçük kardeşini gönülleme, gelini biri komşu evinde saklamış ona bahşiş, bunlarda yetmezmiş gibi çeyiz senedi, gelini kız evinden alıp çıkınca yol kemseler, bahşiş kavgaları, hele kız başka köye gelin gidiyorsa bahşişçilerle kız ve oğlan evinin ortaklaşa bunlarla mücadeleleri, sonu kanla biten döğüşler.…
Mehmed’in düğünü bitip gelin eve getirilince kapı girişinde kaynanası Ayşe’nin koltuğunun altından geçerken ”Tatlı dilli olsun” diye ağzına bal sürülmüştü bile.
Toplanan kalabalık düğün bitimiyle tek, tek dağılıyordu. Gelini Etem’in bir akrabası yanında ki erkanıyla beraber evine davet ederken Mehmet’i de bir arkadaşı önceden evde topladığı arkadaşlarına iğneletmek için misafirliğe götürüyordu.
Üç gündür düğün telaşı çeken Etem bayağı yorulsa da buna değmiş, nihayet torunu Mehmet’i baş, göz edip sağ sağlim gelini eve getirmişti. Kalabalık vakit geçtikçe bayağı azalmış bu yüzden ev sakinleşmişti.
Gözlerinden uyku akıyordu. Vakit ikindiyi bulmuş, üstü kapalı olan çatal kapınınavlu kısmı gölgeden bayağı serinlemişti. Kafasına uyduruk bir yastık yaparak olduğu yere uzandı. Düğün dolayısıyla kalabalıktan eve giremeyen köpeği zorzor da üç gün bayağı sıkıntı çekmiş, sokaktaki köpeklerle köyün çocukları onu kovalamışlardı. Zavallı köpek yorgunluktan hemen Etem’in karşısına uzanmış, kafasını kuyruğunun altına geçirmiş, hem uyuyor hem de arada kuyruğu ile üzerine konan sinekleri kovalıyordu.
Etem gözlerini yummuş, hayal aleminin perdelerini aralamış olanları bir bir gözünde canlandırıyor, arada sırada kendi kendisine gülümsüyor, bazen da iç geçirdiği oluyordu.
Bu durum arada sırada sokağa çıkıp tekrar eve giren gelini Ayşe’nin dikkatinden kaçmıyordu. Birkaç kez bunu kayın babasına soracak olsa da “belki de uyuyordur” diyerek buna cesaret edemiyordu.
Bu gidiş gelişlerin birisinde kendisini tutamadı. Belki de uyumuyordur her halde düşüncesiyle gelinliği bir tarafa bırakarak yüksek sesle “baba, baba” diye çağırırken bir yandan da eliyle ona dürtledi.
Etem dalmış olduğu hayal aleminden irkilerek doğruldu, yoksa kötü bir şey mi olmuştu, “ hayırdır gızım” derken bayağı korkuyordu. Ayşe gelin durumu anlamıştı, “hayır baba hayır, deminden beri sana bakıyom, gendi gendine bazen gülümsüyon, bazen iç çekiyon, bunu merak ettim de”.
Etem, “söylemem gızım söylemem” diye kestirip attı. Ayşe gelin çok ısrar etse de bir şey öğrenemedi. Tek bir çare kalmıştı “baba ağar söylemezsen oğlun Hüseyin’in Almanya dan ölü”… “Dur gızım dur hele, hemen yemine sarılma, bak söölüyom, aman kimse duymasın gızım. Allah aşgına heç dikkat iddinmi, kocan Hüseyin den dut ki oğlun Memmed’in, oğlun Salin’in, Iramadan’ın, getirdiğimiz acer gelinin, şu garşım da yatan köpaamiz zorzor un Hak tarafından birer gözleri körde gendi gendime ona gülüyom, hemi de acıdığımdan iç çekiyorum guzum evladım”.
Birlikte hatıla katıla güldüler.
ERDOĞAN ÇALIŞKAN 07 11 2017 KIRŞEHİR GERÇEK YAŞANMIŞLIKLAR.
Öyküleri şahısları küçük düşürmek, mirasçılarını rencide etmek için yazmıyorum.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.