Toplumda Kadın; Bir Garip Lâtif Cins
Kadına, cins-i lâtif demiş eskiler. Yani lâtif cins… Peki, lâtif ne demek? Hoş, güzel, nazik, yumuşak. Karşı cephede de biz erkekler… Geriye ne kaldıysa artık. Biraz kas, biraz kıl ve biraz da akıl… Akıl, ne alâka?.. Kadınları tavlamak için!..
Ruh ve beden ikizi diyorlar hani. Beden ikizini bulmak kolay... Sokağa çıksanız üç-beş adımda bir, bir beden ikizinize rastlarsınız. Asıl mesele ruh ikizini bulmakta. Bu noktada, işin nasip boyutu da ağır basıyor tabi.
Kadın dediğin çınar gibi olmalı.. Yeri, göğü doldurmalı.. Yoksa baldırı çıplak palmiye neye yarar ki. Kültürümüzün şanssızlığı İran, Arap ve Rum üçgeninde sıkışıp kalmasıdır bize göre. Üç kültürde de kadın bir metâdır. Erkek egemen bir toplum yapısı vardır. Oysa biz Anadolu Türkleri Yörüklükten geliyoruz. Cariyelik, geyşalık yoktur bizim geçmişimizde, kültürümüzde. Kültürün tâ orta yerinde bir anıt gibi dimdik durur kadın.
“Senin okuduğun kitapların yazarı benim oğlum. Şeytanı okutan benim. Bana yediremezsin.” diyen bir kadın, erkeğe meydan okuyordur. Ama bu meydan okumada bile bir yenilgi, bir çâresizlik vardır. Eti senin, kemiği benim düstûru ile baba ocağından çıkan; evdeki hesap çarşıya uymayınca da çâresizlikten dört dönen kadınlar… Kimi iklimlerde, bir yatağa üçü, beşi birden doldurulan kadınlar. Kadınlarımız.
Ama Türkistan öyle mi ya? Erkeğin sol yanının hânı olmuştur hep. Tahtın sol yanında hep bir kadın oturmuştur. Devletin yarısıdır kadın. Sonradan, İran, Rum ve Arap kültürlerinin de etkisiyle ‘ben bilmem beyim bilir’ demeye başlanmış ve bu hâl zamanla Abdurrahim Karakoç üstâdımızın bir şiirinde de ifade ettiği gibi “Ben bilmem beyim, büyükler bilir.” mankurtluğuna kadar varmıştır.
Şu Adam Smith, kapitalizmin kuramını yazarken sanırım Türk kadınlarından ilhâm almış. Türk kadını tarlaya varsa eline çapa alır. Yaylaya çıksa koyun otlatır. Yolu, cepheye düşse, erkeklere parmak ısırtır. Kısacası (vel’hâsıl) “Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler.” sözü Türk kadınını ifade için söylenmiş bir güzel lâtife olamaz mı?
Ağdalı dili ile Türkçeye epeyce bir ezâ çektirmiş olan Nurullah Ataç, bir yazısında “İnsanlar düşünmekten korkarlar. Düşünmek zahmetli ve zordur. Bu nedenle birilerinin düşüncesine sorgusuzca bağlanırlar.” der. Durum, biraz böyle galiba... Hele de kadınlar söz konusu olduğunda!.. Oysaki düşünmek gelişmek ve üretmektir; gençliktir, yaşamaktır... Hayatın anlamıdır bir yerde.
Peki, ya düzenin (sisteam) dışına itilen kadınlar? Kâbuslar, mahpus hayatlar… Kadınların da meta olmak işlerine gelmiş. Kendilerini, birilerine emanet etmekten çok da rahatsız olmamışlar. “Ben bireyim, insanım, öyle görülmek istiyorum.” dememişler, diyememişler. Diyenler de hırpalanmış yerine göre. Halide Edip’in, Ateşten Gömlek romanı ve bu romandaki “Ayşe” karakteri ne de güzel bir kurgudur.
Roman demişken... Her yazar bir dünya; her roman bir okuldur. Peki, ya sizler... Özellikle kadınlar, kızlar... Ayşe ile aynı sırayı paylaşmak; hayatın zorluklarına karşı birlikte göğüs germek istemez misiniz?
Aziz Dolu Atabey
Serik-13.05.2012
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.