- 453 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
OLGUNLUK VE ÖZGÜRLÜK
Yüksek bir kayaya ya da tepeye çıktığımız zamanlar olmuştur. Kollarımızı rüzgâra açıp başımızı hafiften geriye doğru yaslayarak vücudumuzu rüzgâra emanet ettiğimiz zamanlarda aklımızdan neler geçer hiç düşündünüz mü? Gökyüzünün sonsuzluğu, bulutların hareketi rüzgârın verdiği serinlik gibi düşünceler beynimizde dolaşır durur. Bütün dünyalık düşüncelerden sıyrılan benliğimiz çevrenin farkına varmaya başlar. Özgürleşen düşüncelerimiz bünyemizin de özgürleşmesini ister. Bulunduğumuz o yüksek yerden atlamak isteriz. Atlayıp gökyüzünde özgürce uçmak isteriz. Peki, bu duyguya niçin kapılırız? Nasıl özgür oluruz?
Özgürlüğün olgunlukla alakalı olduğunu söylersek her halde yanlış olmaz. Özgürlüğü, insanın aklına gelen her şeyi yapabilmesi tüm arzularını tatmin etmesi anlamında düşünmek aslında imkânsızı istemek olur. Bu da sadece yaratıcı olan Allah’a ait sıfattır. Dolayısıyla insanların özgürlüğü her şeyi yapabilme temelinde olmamalı. Özgürlüğümüz başkasının özgürlük alanına girdiği anda biter halde sınırlarımızı nasıl öğreneceğiz? Sınırları öğrenmek o kadar kolay olmuyor. Bazen biraz yanmak bazen haşlanmak gerekir. Kısaca toplumu düzenleyen kuralları öğrenip bunlara uyarsak sınırlarımızın içinde kalmış oluruz. Bu kurallar bazen yasalardır. Bazen de örf ve adetlerimizdir. Sınırları içinde yaşamayı bilen insan da özgür insandır. Toplumda her fert kendi sınırlarını kolayca öğrenemiyor ya da öğrenmek istemiyor. Örneğin Tencereye konan her bakla aynı sürede pişmez. Pişen her bakla aynı lezzette olmaz. Hepimiz biliriz her halde bunu. Sofrada güzel bir tabakta kuru fasulye yerken bazen ağzımıza pişmemiş sert dane gelir. Yemeğin tadını bozmayacak derecede az olursa bu daneler bir sorun oluşturmaz. Fakat bir kaşıkta birkaç tane olursa yemeğin tadını kaçırır. Sıklıkla fasulyenin kendi cinsinden olabileceği gibi bazen de erken hasattan kaynaklanan bu sorun, iyi bir türün kötü bir tür ile karışıp birlikte tencereye girmesiyle de olur. Yukarıda bahsettiğim kuru fasulye örneğinde olduğu gibi insanlar içinde durum farklı değildir. Kimisi ailenin yanlış yetiştirmesinden kimisi, genetik, kimisi çevre şartlarından dolayı kâmil insan olamazlar ve toplum düzenini bozarlar. Kamil insan olmaları için tencerede bir miktar daha kaynamalarına ihtiyaç vardır.
Kendi sorumluluklarını bilen başkalarının haklarına saygılı davranman her birey kendi sınırı içinde özgürce yaşar ve hayatından lezzet alır. Başkasının özgürlük alanları ile çakışan yerlerde sürekli olarak sürtüşmeler ve çatışmalar yaşanması kaçınılmazdır. Zamanın birinde bilge bir adam oğlunu everir. Birlikte oturdukları eve gelini getirirler. Aradan birkaç ay geçince gelin ile yeni ailesi arasında özgürlük alanlarının çakışmasından dolayı hepimizin düşündüğü türden sürtüşmeler ve kavgalar baş göstermeye başlar. Gelin hanım kocasına sürekli ayrı bir eve taşınmaları konusunda ısrar eder. Oğlan bu durumu anasına açar anası da babasına açar durumu. Bilge adam karısına daha ayrılmak için gerekli olgunluğa sahip olmadıklarını söylese de bu durum evde küçük sürtüşmelerin büyümesine neden olmaya başlar. Bilge adam karısını çağırır. Bak karıcığım ben bizim geline ufak bir sınav yapacağım eğer sınavı geçerse onların ayrılmasına müsaade edeceğim demiş. Hanımı bu duruma çok sevinmiş. Çünkü evde gelinin yüzü hiç gülmüyormuş. Koşarak gitmiş geline bu durumu anlatmış bak kızım durum böyleyken böyle. Aman ha babana karşı iyi davran imtihanı kazanmaya bak demiş. Gelin annesine teşekkür ederek işlerine koyulmuş. Sabah olunca gelin kahvaltıyı güzelce hazırlamış. Ailece kahvaltı yapıldıktan sonra Bilge adam elbiselerini giyinmiş dışarı çıkmak üzere iken kapı aralığından geline seslenmiş. Kızım şapkam yatak odasında kaldı getirir misin? Gelin koşarak şapkayı getirmiş. Bilge adam teşekkür ederek ayrılmış. Ertesi gün yine bilge adam sabah çıkarken kapı aralığından bağırmış kızım şapkam yatak odasında kaldı getiri ver. Gelin koşarak şapkayı getirmiş. Evde günlük hayat devam ederken gelin kaynanasına anne sınavı kazandım mı? Babam bizi ayıracak mı diye sık sık sorar olmuş. Annesi ise bir haftanın dolmasına çok az kaldı. Bakalım baban ne diyecek. Bilge adam her defasında şapkayı yatak odasında bırakıyor ve çıkmak üzere iken şapkayı gelinden istiyor. Evin hanımı bilge adama soruyor: Bey bey! gelin sürekli soruyor sınavı kazandım mı diye. Bilge adam daha var hanım daha var diyor ama evin hanımı bu duruma bir mana veremiyor. Hafiften sessini yükselterek daha ne var bir türlü anlayamadım bey? Çocuklara ayrı ev açacak mıyız açmayacak mıyız? Deyince bilge adam: bir haftadır şapkamı odada unutup çıkarken istiyorum, bekliyorum ki bir gün kafamda şapka olmadığını görüp kendisi versin. Kısaca ne zaman getir demeden getirmeyi, götür demeden götürmeyi öğrenirse o zaman onları ayıracağım demiş. Kısa olgunlaşmak demek hayatı okuyabilmek demektir. Önümüzdeki duruma bakarak kendimize vazife çıkarmaktır. Vazifemizi kendimiz belirleyemezsek başkalarının bize verdiği vazifeleri yapmaya mecbur oluruz ki buda bizim özgürlüğümüzü kısıtlar. Kısaca olgunlaşmak kendi alan çizgimizin sınırını ve sorumluluklarımızı bilmektir. Sınırları aşmadığımız sürede en mutlu insan biz oluruz.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.