- 2290 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
HEMŞİRELİK ANILARIMDAN BİR DEMET
HEMŞİRELİK ANILARIMDAN BİR DEMET
Dünyada Korona salgınının kol gezdiği,çok zor süreçlerden geçtiğimiz şu pandemi günlerinde herkes kendi canını düşünürken,ben de ne çok kendi meslektaşlarımı,sağlık camiasını düşünür oldum.
Herkesin karantina önlemleri aldığı,sosyal izolasyonu sağlamaya çalıştığı bu dönemde,sağlık çalışanları güç şartlar altında,birebir hasta olan bireylerle yakın temasta canla başla çalışıyorlar.
Sağlık hizmetleri bir ekip işidir.
Ekip üyelerinin her birinin ayrı ayrı görev ve sorumlulukları vardır.
Hiçbir sağlık üyesi tek başına yeterli değildir.
Elbette ekibin başında ve en vazgeçilmez üyesi doktordur ama diğer üyeler de eş değer önemdedir.
Hayat kurtaran,kendi hayatını tehlikeye atan,ölümü pahasına gece gündüz çalışan,sesleri pek duyulmayan meslektaşlarımın bu zor günlerdeki duygularını ve yaşadıkları sıkıntıları derinden hissediyorum.Meslektaşlarıma ve tüm sağlık çalışanlarına kolaylıklar diliyorum.
Allah yardımcıları olsun ve korusun onları ve hepimizi de.
Ben bir emekli hemşire olarak,hemşirelik anılarımdan bazıları gözümün önünden film şeridi misali geçiyorlar...
Yıl 1991
17 Ocak 1.Körfez Savaşı,ABD’nin öncülüğündeki çok uluslu hava güçlerinin 17 Ocak 1991‘de Irak’a karşı taarruza geçmesiyle başlamıştı.
Dünya’da televizyonlarda canlı izlenen ilk savaştı bu.
Biz o zaman Malatya ilimizde,ben Devlet Hastanesinde Hemşire olarak,Sevgili Eşim de 7.Hava Jet Üssünde Astsubay olarak çalışıyordu.
Oğlum 6 yaşındaydı.
Lojmanda eşleri çalışmayanlar hanım ve çocuklarını memleketlerine gönderdiler.Bizde annemle birlikte oğlumu memlekete göndermiştik.
Çünkü doğu illerini kapsayan can korkusu vardı,başka yerlere kaçan kurtuluyordu sanki.
Şimdi insanların kaçacak yerleri de yok,dünya teyakkuzda.
Doğu haricinde yaşamayanlar durumun ciddiyetini pek bilmezler.Şimdi nasıl maske,kolonya v.s gibi fırsatçıları türedi,o zamanda gaz maskeleri,koli bandı,sünger satıcıları türemişti.
Saddam bantları adı altında yok satıyorlardı,rayiç bedelin üstünde.
Kimyasal silah (sinir gazı,bir adı da hardal gazı) atılma riskine karşı hastanelerde,toplantılar yapılıyordu,neler yapmalıyız,nasıl önlem almalıyız ile ilgili.
1988 yılında İran-Irak savaşında Saddam Hüseyin’in askerlerinin Halepçe’de attığı bu kimyasal silah yüzünden anında binlerce insan çok acı bir şekilde ölmüştü.
Hiç unutmuyorum toplantıda sormuştuk,biz bu gazın atıldığını nasıl anlayacağız diye.
Rengi ve kokusu hardala benzediği için evlerimize ilk defa o zaman almıştık hardal tozunu.
Hardal gazı modern anlamda, savaşlarda kullanılan ilk kimyasal silah olarak bilinen yakıcı gazdır.
Vücuda temasında deri yanması,solunumu ile kaslarda şiddetli kasılma sonucu bel kemiğinin kırılması,sinir sisteminin çökmesi,vücudun dış ve iç yüzeylerinin erimesi gözlenir.
12 saat sürebilen acılı bir ölüme sebebiyet verebilen zehirli bir gaz.Yani kaçış çok zor.
Önlem için sığınaklar önemliydi.
Çoğu apartmanlarda,evlerde sığınak yoktu.
Ben yatak odamızı sığınak haline getirmiştim.
Zehirli gazın küçücük bir delikten geçeceği şüphesiyle,pencereyi iyice Saddam bantları ile bantlayıp,camın önüne ışık sızmasın diye gardırobu koymuştum.
Çünkü özellikle yerleşim yerlerine gece atılabilir,ışık görülmesin diye.
Hemşire arkadaşlarımla birlikte kalıyorduk o odada tehlike sinyalleri hissedildiğinde.
Sığınak yaptığım o odaya her türlü erzakları,suyu depolamıştım.Bunları sadece ben değil herkes yapmıştı.
Askeri lojmanlarda tüm eşler evlere çok nadir saatlik gelmeleri dışında hava üssünde hep görev başındaydılar.
Hatırlıyorum da askeriye o zaman ellerinde yeterli olmayan gaz maskesinden bazılarına maske dağıtmıştı.
Sağlık personelinin elinde ise hiç gaz maskesi yoktu,tıbbi maske haricinde.
Gündüz görevdeyken,yanımızdaki çanta veya cebimizde büyük naylon poşet taşıyorduk,hardal gazının kokusunu hissettiğimiz an hemen içine girip,alt ve üstten bağlayacaktık.
Gece de sığınak yaptığımız odada korku ve kaygıdan uyuyamıyorduk.
Sağlıkçılar savaşta,barışta,pandemi de her an hazır her yerde tıpkı bu uğurda canını ortaya koymuş askerler gibi,polisler gibi...
Emekli hemşireyim dedim de,hemşirenin emeklisi olmaz.
Hayatının her devresinde,her anında görev bilinci içerisinde yakınlarına,komşularına ve herkese fayda sağlar.
Hemşire olabilmek bir ayrıcalıktır,sanattır nakış nakış işlenen,el emeği,göz nuru.
Meslek hayatımdaki yıllarımın çoğunu göz operasyonlarında geçirdim,seve seve.
Görmeyen gözün operasyon anındaki görme sevincini yaşadım hastayla birlikte.
Hiç sevmedim enükleasyon(göz alınma)operasyonlarını...
Hastanın gözü çıkarılıp elimde kalınca irkildim,çok kötü hissettim kendimi.
Hemşire vicdanının sesini dinler,merhametlidir.
Buna bir örnek kendimden...
Malatya’da göz servisinde çalışırken,şu anda adını hatırlamadığım hastamızın birinin taburcu işlemlerini yaptırdığım sırada,borcu hesaplandı,kendisine söylendi.
Hasta sahibi ezile büzüle " Hemşire hanım ben bir köye gidip geleyim de öyle yapalım işlemleri " dedi.
Kendi söyleyemese de,her halinden belliydi gariban olduğu.
Ben de ona dedim ki...
" Ne için köye gideceksiniz? "
O " Ücreti ödeyecek gücüm yok ama köye gidip bir kaç geçim kaynağım hayvanlarım vardı,onlardan satacağım " dedi.
"Bende beni birazcık bekle,biraz sonra geleceğim." dedim ve gittim,doğru başhekim muavinlerinin odasına.
Onlara izah ettim durumu.
Yol yordam bilmeyen hastanın benden ücretsiz olması için bir talebi olmadığını,ama vicdanım geçim kaynağını satmasına razı gelmediğini açık yüreklilikle söyledim.
" O yüzden ücretsiz olması için sizden rica etmeye geldim. " dedim.
Onlardan biri " Getir hemşire hanım sana güveniyoruz. " dedi ve ücretsiz diye imzaladı taburcu işlemini.
Hasta ve yakınının sevinci,o günün ödülü,sevinci,mutluluğuydu benim için.
Hemşire yardımseverdir,alabildiğine fedakardır.
Görevinin dışında kalan bazı kaçırılmamış fırsatları değerlendirir.
Buna da yine kendimden bir örnek vereyim...
Eskişehir ilinde Sağlık Ocağında çalışırken mahalle gezilerimiz olurdu,aşı kampanyaları v.s...
Bana düşen bölge engebeli,en kırsal ve yoksul gecekondu bölgesiydi.Oradaki halkın nasıl ağır şartlarda yaşadıklarına bizzat kendim şahit oldum.Yokluklar içinde ama mutlulukları ise hiç eksilmemişti gözlerinde,ışıl ışıldı hep bir umut içinde.Ne yapabilirim onlar için diye düşündüklerimi hemen uygulamaya geçirdim çalışma saatlerim içinde.
Durumu iyi olan hastalarla sohbet sırasında,tesadüf müdür nedir bilmiyorum bana sordu birisi...
" Yardım yapabileceğim birini tanıyor musun? " diye.
Bende odun kömür alamayan birilerini söyledim ve adresini verdim.Sonrasında yardıma ihtiyacı olan,yardım gören bölge insanımızın mükafatını aldım.
Aniden elimi öpmeye yeltenen,sevincini uluorta gösteren insanın teşekkürleriyle...
Sonra lojmandaki,dışarıdaki tanıdıklarıma söyledim.
" Kullanmadığınız kıyafetleriniz,eşyalarınız,fazla gelen yiyecekleriniz varsa ben onları sağlık ocağında uygun kişilere ulaştırırım." dedim.
Ve severek yaptım bu işi hiç yüksünmeden,kah üzülerek,kah sevinerek...
Evde artakalan sabun parçalarını bile atmadan biriktirip,dar gelirli,kimsesiz,tek böbrekli gariban bir insanın bebek çamaşırlarını onlarla kaynatıp,yıkaması için verirdim.
Hemşire şefkatli kollarıyla tüm hastalarını sarar,sarmalar,şifa dağıtır.
Empati yeteneğiyle kendisini karşısındaki insanın yerine koyar.
Hastanın duygularını, isteklerini ve düşüncelerini anlamaya çalışır,belirler ve ona göre hareket eder.
Beyin ve vücudunu aynı anda kullanması gereken başlı başına bir meslek gurubu.
Hemşire gelişen bilim ve teknolojiye karşı,sürekli kendini değiştirip,geliştirmek zorundadır.
Sevecendir,sabırlıdır,hoş görülü,tatlı dilli,güler yüzlüdür.
Mesleğini sevmeden yapan bir hemşire veya herhangi bir sağlıkçının tam anlamıyla faydalı olacağına inanmıyorum.
Bu mesleğe alınırken sevmek şartı aranmalı ve bence sevenler alınmalı.
Her karanlık günlerin ardından elbette ki aydınlık günler gelecektir.Bu günler de geçecek,diğer zor geçen günler gibi,diğerleri gibi çabucak unutulacak belkide.
Ama her şeyden önce insan olmanın ayrıcalığı bilinciyle hareket ederek,kötü,hain,fırsat kollayan insan değilde;iyi insan olabilmenin gayretini her fırsatta göstermeliyiz.
Koskocaman sandığımız şu yalancı dünyada,gözle görülemeyen küçücük bir mikrobun dünyaya meydan okumasına,hep birlikte el ele vererek yalnızca mikropla,hastalıklarla,savaşmalıyız ki,kurtulmalıyız bu kabustan.
Dünya insanları olarak inşallah bu sıkıntılı ve zor günleri unutmayız,ders alırız da,savaşsız,barış ve Tanrı’nın bizlere bahşettiği güzellikler içinde,hiçbir ayrım yapmadan,kardeşçe,
dostça,saygı,sevgi,hoş görü,vicdan ve merhamet duygularıyla birlikte,kin ve nefret duygularından ırak,insan gibi yaşamaya sil baştan başlasak iyi olmaz mı?
AYLA CERMEN TÜFEKÇİ / 05.04.2020