- 492 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Senden Sonra
Senden sonar da yaşamaya çalışıyorum
Üzüntüm ikibin kat daha fazla olsada
Katlanıyorum dayanılmaz acılara
Çok ağlama diyor
Emmerich’de Hüseyin Amca
22.07.2019 - Emmerich - Almanya
Gerçek hayatta ayrılık sadece göçüp gitmektir buradan, yeryüzünden. Sana hakka yürüyüşünün sekizinci ayında bir kaç alıntıyla giriş yaparak bu ay ki yazımı itham edeceğim. Ve ilk alıntı olarak ünlü Fransız Edebiyatcısı Balzac’dan olacak.
Balzac diyor ki; “İyi insanlar bu dünyada uzun zaman kalamıyorlar. Yüksek ve soylu duyguların, bayağı ve yüzeysel bir toplumda yaşamaları nasıl mümkün olabilir?” Balzac
Bir de Türk edebiyatının en önemli simalarından olan Haldun Taner’in geçen zaman üzerine düşünmeye değer cümleleriyle acımı paylaşmaya çalışacağım. Haldın Taner diyor ki; „Zaman geçiyor. Bizler zamanın içinde yüzdüğümüz halde zamanın geçişini değil de, o geçtikten sonra, sadece geçmiş olduğunu hissedebiliyoruz." Haldun Taner
Üçüncü alıntı olarak da sayfa arkadaşım olan Fatma Adıgüzel adlı sosyal medya sayfa arkadaşımın ölüm üzerine bir cümlesiyle alıntılarıma son vereceğim. Bu değerli arkadaş da ölüm üzerine şöyle bir ifade de bulunmuş: „Sevdalarını tabuta koyanlara sor. Toprakta fidan, yürekte acı nasıl filizlenir?“ İşte bin cümleyle anlatılacak bir olguyu iki cümleyle berrak bir şekilde ifade etmiştir. Ayrıca bu yukarıdaki üç değerli insana acılarıma tercüman olduklari için teşekkürü borç bilirim.
İşte geçen zaman ve bir çırpıda bizi bilinmez meçhule taşıyan o son. Işıklar da huzur bul benim, Gül Yanaklı Prensesim.
Ölüm; ne sen kendini bana anlata bilirsin, ne de ben kendimi sana. Sen, adil olmayan en adaletsiz polis, savcı, hakim ve karanlık bir güçsün insanlığın yenmekte asla başedemediği ve gelecekte de edemeyeceği! Adaletsizsin, taraflısın ve her şeyden önce kalleşsin. Bu yüzden, birisini erken, diğerini geç alıyorsun koynuna! Geride bizlere çaresizliğin gözyaşları ve üzüntülerinden başka bir şey bırakmadan alıp gidiyorsun en sevdiklerimizi bize sormadan. Eğer adaletli olsaydın bunca fidanları, bunca canları yakmaz, fidanları kurutmazdın, daha kundaktaki bebelere kıymazdın, kıyıdırmazdın. Oysa biz adını hayat koymuşuz bu kalleş sonu getiren sonun adını! Ben de ilerliyorum senin gibi o mesafeye doğru adım adım. Ve sen beni bir yerlerden zevkle izleyerek acı çekişimi, acı çekenleri seyrediyorsun! Biliyorum senin ne kadar hain bir pusuda beklediğini ve bazen habersizce üzerime abanıp apansız boğazımı sıktığını! Bu son değil ve olamayacakta! Ben şimdi sana çek git başucumdan desem de gitmeyeceksin. Oysa ben o kahverengi gözlerin esiri olmuşken ve tam ona kavuşmuşken vurdun ve yıktın beni yüreğimin orta yerinden! Her düşünüşümde dipsiz karanlığın içinde yol arayan bir kör gibiyim ortalığı çaresizce yoklayan!
Şu anda, sana kendimi nasıl anlatsam yine de yetersiz kalırım. Nasıl başlasam sana dair cümleler yaratarak edebi bir eser ortaya koymak uğruna kaç ömür feda etsem geri getirirmisin onu bana! Neremden tutsan bin değil milyonlarca ah işitirsin. Bil, işte benim nasıl olduğumu! Nasıl istersen öyle bil, öyle yorumla. Kaygılarımın ortasında! Hangi taraftan baksam karanlıksın sen ölüm! Boğuyorsun beni! Her dokunma teşebbüsümde boğuyorsun o cehennem zebanisi ellerinle beni! Yüreğimde titreyen kaygıların içinde ben çığlıklar atarken sen sessizce dokunuyorsun o zehirli hançerinle bedenime! Her an daha da yaklaştırıyorsun beni kendine ve ben artık gerçekten zamanla yarışmıyorum ve zaman denen olgu yok olsun istiyorum hayatımdan. Oysa benim ne kendimle, ne de seninle bir iştirakim yoktu! Ama benim bir Gül Yanaklı Prensesim vardı, ona adın gibi kalleş acılar çektirdin hayatının her döneminde! O yüzden kalleşsin sen! Senden her türlü hainlik beklenir, sen insanı arkadan vuran en yüzsüz ve onursuz bir varlıksın! Oysa o daha da büyümek için çok sabırlı çabalar vererek önce çevresinde, sonra da toplumda bir yer edinmek için daha yeni başlamıştı yaşamaya, hemde yepyeni sevinçlerin ve dünyayı yeniden keşfetmenin zevkiyle! Şimdi ben buradan geriye dönüp sana seslenerek susuyorum! Sustukça susuyorum sorumluluğumun bilinciyle, seni incitmemek için, seni kırmamak için. Elimi uzatınca göklerin maviliğine dokunamıyorum!, gokyüzü ve maviliği şimdi çok, ama çok uzaklarda! Hatta hiç bir elin yetişmediği ve yetişemeyeceği kadar uzaklarda! Ben büyümedim senden sonra, ey benim Gül Yanaklı Prensesim. Büyümeme acılar fırsat vermedi ve vermiyor, vermek istemiyor! Yaşamak yalan gibi bir şeymiş insanın büyüyüp gelişmesine en büyük engel koyan!
Sürekli sorular soruyorum kendi kendime! Neden bu böyle oldu? diye, ama bir türlü cevap bulamıyorum. Çünkü benim gibi daha nice insanlar bu vahim sonun acılarına bu güne kadar bir çare ve çözüm bulamamışlar ve onlarda hayatlarını bu uğurda feda etmişler. Her isteksiz gidişin ardından ağıtlar yakılmış, kitaplar yazılmış, şiirler dizelere dökülmüş, türküler söylenmiş, … yürekler burkulmuş! Burkuldukça burkulmuş ve kimse kimseyi anlamadan veresiye hayatlar noktalanmış. Ne seni anlayan olmuş, ne de anlayacak kapasiteye sahip birisi. Ve sen istemeden vazgeçmek zorunda bırakılmışsın tercihlerinin dışında bir yaşamı icra etmek zorunluluğu altında inleyerek! Var git demişler, seni inciten şerefsizler! Oysa sen son dakikaya kadar “H. Hüseyin, daha görecek çok güzel günlerimiz var” diyerek meydan okumak istemiştin uzandığın yatağında! Yaşamalıyız, yaşamalıyız diye! Ben de vaz geçmedim bu güzel günleri görme hakkımdan. Şimdi sen yoksun! Sadece acı var, her gün o faşist hastalıktan ölenlerin haberleriyle beni ve daha benim gibi binlerce insanı inciten.
Bir saniye olsun gitmediğin anlar var bende seni unutturmaya yetmeyecek. Bunlar yok olmasın istiyorum içimden, duyasım, göresim ve sohbet edesim var her daim seninle. Ne kadar insancıl, ne kadar iyimser olsam da bir eksiklik var bir yerlerimde. Bunu ancak sen anlarsın! Ölüm hep aynı yerde, erken giden ise sen, senin gibi binler, yaşamadan, yaşamın baharında bu fani dünyayı terk ederek bizi acılarıyla dağlayan! Sırf bunun için gelmiştim sana; sen yaşa, seni yaşatayım diye. Aklımdan geçirdiğim binlerce düşünce arasında, bir yıkımı bir erozyonu durdurmak için, sen ellerimizden kayıp gitme diye! O geç gelsin diye ben erken davranmak istemiştim sana gelmek ve beraber hayata sarılmak için, birlikte çareler aramıştık, daha dikkatli yaşamak için bütün davranışlarımızı geç kaldığımız yaşama bir yerlerden ve yeniden başlamak için. Kaleş ve hain ölüm, biz senden kaçmak isterken sen yakaladın bizi en resmi ve faşist yüzünle! Gülümsemelerin çocuksu, bakışların mahzundu hayata. Senden bu yüzden hiç kaçmamıştım. Bütün bunların yanında, söz geçiremediğim sadece ölüm olmuyor ve çevremdekilere de söz geçirmekte zorlanıyorum, onlar da beni anlamakta zorlanıyorlar! Karşılıklı bir anlayışsızlık oratlıkta geziyor sessizce aynen ölüm gibi. Sen benim nefesimdin ciğerlerimde, nereden bilebilirdim ki, bana nefes verirken sen kendi ciğerlerini feda ettiğini. Ben ki, sensizliğin saniyesini yıllar sayardım, uzak kalınan hiç olmasın aramızda diye! O günler beni hiç terk etmiyor! Sevgim ve saygım hiç bitmiyor. Birlikte her sabah açmak istediğimiz pencereler yok artık hayatta. Ne ben o eski evdeyim, ne de sen! Sadece ve gerçekten acılar var Elst’in ücra bir köşesinde! Güneşli günler dersen hiç yok, gökyüzünde sürekli kasvetli bulutlar geziyor. Sis alabildiğine sarmış evrenin bütün köşelerini! Hep sevmiştik gelecek güzel günlerinin hayalini kurgulayarak yaptığımız hesaplar üzerinde. Senden sonra artık geleceğe dair planlar yapmıyorum, çünkü bazen plan yapmakta insana bir şey getirmiyor, on yıl sonrasını değil de, üç gün sonra ne olacağını bilmediğim için kişisel planlardan vaz geçtim.
Biliyorum, yine de ben haksızım, sen haklısın. Sen öldün, ben yaşıyorum. Buna ben resmen egoistlik diyorum! Nankörlükle suçluyorum kendimi! Evet evet, duyduğunu biliyorum. Sen yaşarken, ben hic sana nankörlük etmedim, ama sen hakka yürüdün ve gittin. Benim bir elim boşlukta kaldı. Şu insanoğluna (bize) ne yaşasak yetmiyor, hayallerin de ötesinde hayaller kuruyoruz. Yine de ben haksızım, her gün koşuşturuyorum, işe gidiyorum, bazen yemek yiyorum, isyan ediyorum, sevdiğimiz şarkıları dinliyorum, ağlıyorum, bazen komik şeylere mizahi bir şekilde gülüyorum, en çokta seni düşünüyorum. „Şunu şöyle yaparsam“; Gül Yanaklı Prensesim kızar diye yapmıyorum! Ya da kendimi son anda frenleyerek vaz geçiyorum. Vazgeçemediklerimde ise sonradan kendimi nankörlükle suçlayarak ağlıyorum. Ağlıyorum! Birlikte ağladığımız gibi! Çöpten ekmek alan bir annenin durumuna, ayakkabı sandığı sırtında okul yerine ekmek parası için çırpınan birisine! Ağlıyorum, aynen beraber ağladığımız gibi! Ya da psikologların söylediği gibi; „yaşadığımız bir rüyadır (ölüm) hakka yürümek“. Aslında senmişsin hayat. Her göçüş - devr-i daime teslimiyet dialektik olarak doğaya dönüştür, burada başlayan hayat, burada toprakla bütünleşerek yeniliklerde yaratılmaktır diyor felsefe ise buna! Ben de kişisel teslimiyet diyorum buna. Saati gelen tren gibi hareket edip kayıplara karışan, kentleri kentlere bağlayan. Orada başka bir şekilde var olma mücadelesi veren!
Benim ki ise hasretlik, sana kavuşmak uğruna vermiş olduğum. Bir ışık, bir umut, bir beden yürüyor önüme kattığı hayatı topa tutmak için. Ölümün çirkin yüzüne tüküre tüküre tüketiyorum bedenimi. Sessiz çığlıklarla gelen utanmaz bir yok oluş. Biz ise sana kavuşmak için ağıtlar yakarız beyit beyit. Gezeriz dağlara düşerek seyit! Bu eller, bu beden, bu ten, bu güzelim yürek, mahzun mahzun bakan ürkek ve titrek gözlerin, kahverengi tonların hepsisini içinde koruyan gözlerin, ya çok sevdiklerimizin sesleri. Ya o iki gül gibi torun! Telefon kamerasıyla hayatı keşfedişleri, anne anne diye heyecanlı heyecanlı kreşte öğrendiklerini sana söylemeleri! Şimdi sen eksiksin. Kesinlikle onlarda hissediyorlardır senin eksikliğini. Ben bunları yazarken, kulakların kesinlikle çınlıyor şimdi, bunu adım gibi biliyorum. Ama kalleş ölüm, öyle geç gel ki, hiç kimse benim çektiğim acılar gibi acı çekmesin, tren garlarının peronlarında gelecek diye beklemesin, çok iyi yaşadı desinler. Hiç bir canlı böyle acılı anlara maaruz kalmasın, hasretlik, ayrılık olsun, ama ölüm bütün bunlardan sonra gelen en geç misafir olsun! Gelsin kalleş ölüm, ama erken değil.
H. Hüseyin Arslan - 28.02.020 – 15.03.2020
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.