6
Yorum
4
Beğeni
0,0
Puan
7941
Okunma
Şu son bir kaç aydır onunla, konuşuyor, konuşuyor, konuşmaya doymuyorum. Ya o çok iyi bir dinleyici ya ben çok gevezeyim. Hıdır mı ? Yok bu o değil. Hıdır gözlerimdir benim. Ondan ağlar içimdekileri kaleme, Bu daha başka bir yanı içimin. İnsan (Ki ben henüz o sınıfa girdiğimi sanmıyorum sayıldığım doğrudur.) kimsesizliğinin elinden kendini kurtarmak için şu yada bu vesilelerle bölünür. Ben Adem sırrına vakıf, hayvan vasfını yitirmiş belki adam dedikleri makamda takılıp kalmışımdır. Bu yüzden her tıkandığım yerde bölünürüm. İnsan olmayı da hep ümit ettim tam bir umutsuzluk içinde.
Yazdıkça ’AÇ Beni ’ demese kelimeler ölürler sanki.
Ümit’in benim zihnimdeki tanımı; Zatın; Masiva dan, beklentisizliğidir. Ve bence itikadi bir meseledir. Bu itikat bir tek beni bağlar. Ümit ile korku arasında yaşamak bilirim hayatı ben bu yüzden.
Umut : Zatın kendisi dışındaki her kes ve şeyden beklentisidir. Burada Allahsızlık yoktur. Allah’tan da bekler. Ama O’nun verdiğinden çok kendi istediğini bekler hep. Umut; Diyar olsa, içinde sağlam adam bulamazdık sanırım. Her yanı yara bere içinde yada yara dan gözükmeyen şeyler olurdular umut diyarında yaşayanlar. Diye düşünmüşümdür hep.
Sanırım 07 yaşımda kendime dair umudu; O gün kapısından girdiğim okulun bahçesine gömüp cenazesini de orada kıldım. Üzerimde yeşil ve oldukça kalın,ışıl ışıl, kocaman düğmeleri solda, bir kız mantosu Ayağımda arkası yırtık, adım attıkça çıkan bir çift lastik vardı; O Okula " Allah Rahmet eylesin" annemin elinde kesilmeye sürüklenen bir koyun gibi kayıt yaptırmaya gitmiştik. Bu gün ki aklımla sayıyı net bilmesem de bahçede sanırım bir kaç yüz kişi vardı. Sıra sıra sınıflarına gitmek için dizilen çocuklar, abiler ve ablaların arasından kahkahalar eşliğinde geçip müdürün önünde durmuştuk. Uzaydan gelmiş bir şeye bakıyordu herkes. Öğretmenler daha olgun ama onlarda mütebessim; Hatta bir iki hanım öğretmen utanmayayım diye sanırım sırtını dönmüştü. Ya o kahkahalar öldürmüştü beni: Ya o iki ayağı öpülesi öğretmenin merhameti . Bilmiyorum. Ama biliyorum o gün orada bir şeylerin öldüğünü.
Her neyse insan yazmaya başladığında da tutamıyor ellerini, konuşurken dilini tutamadığı gibi. Ona kendimce Zeynep demek istiyorum. Zeynep. Neden mi ? Babasının süsü demek olduğunu bildiğim için. Başka bir sebebi de var da onu o duymasın kızar bana. Sizinle konuştuğumdan haberi yok. Sizlerde söylemeyin olur mu? Duyarsa beni öldürür. Öyle değil ya hu ! O kaşını yıkar, benim dünyam yıkılır.
Evet iki kelime yazmak için buraya kadarı yük oldu ama dileyen hakkını helal etmeye bilir zira yazının istediği bu benim değil. İşte dün gece bilmem saat kaçtı soluk soluğa yanıma geldi.
- Oku. Ne demek ? Diye sordu.
Soru dehşet kapılarını aramış gibiydi ve ’ OKU ’ dediğinde alt üst olan aklım, nedir sorusuyla yerine oturdu yeniden. Şöyle dermiş Yunus Emre’ye Hazret . ""soru aklın zekatıdır, zekat ise yoksula verilir. (R.Aleyh) O geldi aklıma. Zekat almış olmanın sevinciyle gözlerine baktım. Sonra kendimi yüzündeki aydınlığa bıraktım.
Okumak dedim. Ve başladım.
Kişinin kendini terk etmeyi becere bildiği nadir anların neticesidir. Ve kainatta olan her şey, O noksansız olanın kelimeleridir. Muhatabı olduğu eşya, insan, olay ve durumları ne kendisi ne de bir başkası olmadan içinde kavramlaştırma yetisidir okumak ki, neticesi bilgi olur.
- Nasıl yani. Diye sordu.
- Mesela Şu kıt’ayı al ve oku. Dedim. Yanı başımdaki masanın üzerinden aldığım kitabın, hasbel kader bir sayfasını açarak kendisine uzattım.
Ben,yaşayan biriyim, ne ölüyüm ne diri
Çöküvermiş zamanın gırtlağıma elleri
Yemek yeyip su içip ben sanırken semiren
Hem semiren o imiş hemde beni kemiren
Okudu, iki saniye sürmeden. Okuması bitince
- şiir sana ne dedi ? Diye sordum.
- Zamanın insanları yediğini. Tespit doğru ama şiir sana ne diyor. Bir daha baktı. Tavana doğru kaldırdığı kaşları garip şekiller aldıktan ve biraz dalgalandıktan sonra tekrar yerine oturmuş, öylece gözlerime bakıyordu. Cevaptan memnun olmadığımı anlamış olmalı ki
-Peki tamam dedi ve ekledi.
Şair yaşayan biriyim dedikten sonra, kendisi ile çelişmiş ve demiş ki ben ne yaşıyorum ne de ölüyüm. Dolayısı ile şiir sadece estetik kaygılarla yazılmış alelade bir şiir. Ondan sonracımaaaa. Zamanın bana edeceği şeylerden kendimi kurtaramıyorum. Demiş olmalı ikinci mısrada.
- Hımmmm !
- Üç üncü mısrada.Yemek yiyip su içerek büyüdüğümü zannediyordum dediği. Gayet açık. Dedi ve iki elini yukarı açarak kaldırırken.
- Aslında beni yiyerek büyüyen zamanmıııışş ! Diye indirdi kollarını. Sevgi dolu bakışlarındaki "bildim" gururuna "değil mi" nin gölgesi vurmuştu.
- Evet. Dedim. Ama sen şiiri okumadın. okuduğun şairdi.
- Sence şair bu şiiri hangi ruh haliyle yazmıştır desem ne cevap verirdin ?
- karamsar bir ruh haliyle yazmış olmalı çünkü kıt’aya ölüm korkusu hakim.
- Hayır. Dediğimde fal taşı gibi açılan gözlerinde "sana da hiç bir şeyi beğendirmek mümkün değil zaten " İtirazı punto harflerle yazılmış bir yazı gibi akıyor, adeta gözleri, sözlerinin üzerini kapatmaya çalışıyordu.
Şimdi de okumadın bu senin yorumun diye ilave ettim. Ve Eşya tabiatı itibarı ile İnsana köle kılınmış olmasına rağmen. İnsan okurken kendisini terk edemediğinde; Kendi zan ve hayatından eşyaya kefen biçer. Sende onu yaptın. Biliyorum zannın sebebiyle gereği gibi okumadın şiiri. Ve ne okuduğun sana bir şey kattı ne sen okuduğuna.
Kızdı sanırım.Hiddetle kalktı yerinden.Savrulan saçlarının araladığı duvardan süzülüp çıktı odadan. Işığı sönmüş odanın, neşesi de gitmişti. Yarın yine gelir mi bilmiyorum.
Ümitle bekliyorum. Gelirse devamı da gelecektir İnşallah.