- 475 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Yasak Elma Yasak Sokaklar
Daha önce hiç duymadığımız, duysak da havsalamıza sığmayacak bir illet, tsunami misali çekti bizi içine. Şaşkınız, suskunuz, çaresiziz...
Ve
“İşi gücü bırakıp bir sahil kasabasına yerleşeceğim, Şöyle sessiz sakin kafa dinleyeceğim!”
“Bıktım valla her akşam bizdeler, ne pişireceğimi şaşırdım artık!”
“Kahveye gitmeyip de ne yapalım hanım, şöyle kafa dengi iki arkadaş yok ki konuşup da sohbet edesin, okey ile oyalanıyoruz işte!”
“Bu trafik, bu kalabalık artık boğuyor beni!”
Diyen biz; kabul edemiyoruz bu sessizliği. Korku, endişe, telaş kapladı içimizi. Bu duygularla evde kapalı kalmak da ayrı bir dert.
Evlerin iç işlerinden ve hijyeninden sorumlu hanımefendiler ailenin moralini yüksek tutmaya çalışsa da nereye kadar? "Okuldan, işten yırttım!" sevinçleri, "Of" "Puf" durumuna geçerken bir iç savaşın habercisi. Şimdilik tezgahlara sert sert düşen tencere, tava sesleri kim bilir kimin başında patlayacak? Çocuklar ise bambaşka bir olay. Onları zapt etmektense; al topunu, tüfeğini çık meydan savaşına daha az tehlikeli, daha çok kolay.
Önümüzdeki günler neye gebe bilmiyoruz. Bir çocuk doğacak ama eli ayağı düzgün mü yoksa hilkat garibesi mi aylar, yıllar sonra anlaşılacak. Ancak şu bir gerçek ki; bu illet başımızdan gitse bile Rehabilitasyon ve Psikolojik Destek Merkezleri dolup taşacak. Dünya ekonomisinin çöküşünden bize de kocaman bir aslan payı var muhakkak. Zaten yama yırtık olan ceplerimizin yırtıkları yama tutmayacak. Şahtık, şahbaz olacağız.
Her acı bir tecrübe, sabır her acıya ilaç. Şu an sabretmekten başka yapacağımız bir şey yok. Bozkır ruhlarımızı sakinleştirmeliyiz. Hala hiç sorun yokmuş gibi hareket eden insanlar ya da 65 yaş üstüne kurgulanmış gibi görünen bu oyuna isyan eden yaşlılar var sokakta. Oysa;
"Sokaklar yasak!"
"Yasak elma"nın tadı hala kanımızda dolaşıyor olmalı ki yasağın cazibesi çekiyor bizleri. Tıpkı dindar şehirlerimizde daha fazla içki tüketilmesi, kaçak avlanmak, kaçak ticaret, yaşadığımız yasak aşklar gibi...
Bu sefer şansımıza "yasak sokaklar" düştü.
Muhtarlar hoparlörden, imamlar camilerden, belediyeler anonslardan, gençler sanaldan bas bas bağırıyor: "Girin içeri !”
Biz gerçekten anlamıyor muyuz? Bu kadar cahil miyiz? Yoksa Bozkırların doğayla iç içe, özgür, üretken yaşantısını bırakıp duvarların arasındaki monoton hayata doğduğumuzdan beri mi iyice kaybettik hasletlerimizi? Don Kişot’un yel değirmenine saldırması gibi hareket yoksa; şaka, kavga, niza ile ortamı hareketlendiren bizler; kumandalar elimizde hayatı yönetmekle yatıştıramıyoruz coşkumuzu, atılganlığımızı, cesaretimizi. Bize anlımızdan şıpır şıpır terler akıtacak çalışma imkanları verilmeliydi. Üretmeliydik, icat etmeliydik, yorulmalıydık ki şimdi bu illetin açtığı zorunlu tatili bir kaçış addedip dinlenelim.
Söz dinleyip evde oturanlar ise (gün = 24 saat) whatsaap mesajları, dizilere bağladı kendilerini. Bu kendini bırakmış, uyuşuk, tembellerden biri de benim. Ben-dim!
Dün torunum telefonda dedi ki:
"Anneaanne! Sakın boş boş oturuyorum deme bana! Senin o yaratıcı düşüncelerin nerede? Onları çıkar gün yüzüne. İnsan kendi içinde mutlu olmazsa dışarıya mutluluk yansıtamaz, unutma!"
Önce, gençlerin bizden daha sabırlı, daha algılı ve sorunlara bizden daha duyarlı yaklaşıp çözüm aradıklarını gördüm, mutlu oldum. Sonra da aldım elime ipi, tığı; şimdi çorap örüyorum koronanın başına…
Koronasız günlere ulaşmak duasıyla...
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.