- 427 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Sağduyu
Değerli Dostlar; sizlerle "sağduyu" konusunu paylaşalım istedim.
Sağduyu: Doğru, gerçekçi, akla uygun ve yerinde hüküm verme yeteneğidir.
Felsefe terimi olarak ise; doğruyla yanlışı birbirinden ayırma ve doğru yargılama yetisidir.
Günlük hayatın belirlediği görüş, düşünüş ve davranış şekillerinin bütününe sağduyu adı
verilir. İnsanlar günlük hayatlarında bir takım tecrübeler ve kanaatler elde
ederler ve bu günlük tecrübe ve kanaatlerine göre düşünüp değerlendirmelerde
bulunurlar. Bu anlamda sağduyu, bilimsel olana aykırı ve karşıttır.
Sağduyu, ortalama ölçülere uygun, sağlam düşünme, duyu yeteneği veya doğuştan açık
gözlülük, belli bir pratiklik duygusu veya işlenmiş zekâ anlamına gelir. Bu
manada sağduyu (Akl-ı Selîm), iyi ile kötüyü, doğru ile yanlışı ayırarak doğru
yargıda bulunmayı ifade eder. Böyle bir duygu bütün insanlarda ortak olarak
vardır. Akl-ı Selîm, Hakk’a inanmanın, doğru sözün, iyi işler yapmanın
güzelliğini bilir. Doğruluk ve adaleti yerinde kullanmanın, kötü şeylerden
sakınıp iffetli yaşamanın vb, iyi durumların güzelliklerini bilir ve kavrar.
Çünkü akıl; içten gelen bir din olarak vasıflandırılmıştır. Ragib el-İsfahanî,
akıl ile dini birleşmiş bir hakikat olarak kabul etmekte ve dini dıştan gelen
bir akıl, aklı da içten gelen bir din olarak vasıflandırmaktadır. Ona göre
Allah, akl-ı selimi vasfederken şöyle buyurmaktadır: “İşte bu, Allah’ın dinidir
ki, insanları bu fıtrat üzerine yaratmıştır. Allah’ın yaratılışında değişme
yoktur, dosdoğru olan işte bu dindir; fakat insanların çoğu bilmezler”
(Rum, 30). Bu ayette Allah akla din adını vermiş ve din ile akl-ı selimi
birleştirmiştir. Din İle akl-ı selimin nuruna işaret etmek için de “Nur
üstüne nur” tabirini kullanmıştır.
Fransız filozofu
Descartes da sağduyu (bon sense)’yu aynı manada kullanmış ve akıl (raison)’ın
eşanlamı olarak almıştır. Akl-ı selîm, zihnin verdiği hükümlerde sadece
dayandığı ilkelerin ve esasların toplamından ibaret değildir; o, aynı zamanda,
bu ilkeleri en iyi şekilde uygulama kabiliyetini de içine alır.
Akl-ı selîm, eğitilmiş, geliştirilmiş ve denetim altında bulundurulan akıl karşılığı olarak
da kullanılmıştır. Bu anlamda selîm, doğru ve sağlam bir şekilde hüküm vermeye
tabiî bir eğilim içinde olmak demek olur; fıtrî veya tabiî akıl (sens commun) ile birleşir. Fıtrî akıl ise bütün insanlarda ortak olan akıl, muhakeme kabiliyetidir ki, bütün insanlar bile böyle bir akla sahiptir. Fakat bu akıl, terbiye edilmediği takdirde, her zaman yeterli olmayabilir. Yine de bu akıl sayesinde insan ister en büyük bilgin olsun, isterse en bilgisiz ve hayal gücünden yoksun olsun, kırmızı şeyleri “kırmızı”, sıcak şeyleri “sıcak”, güneşli günleri “güneşli” olarak nitelendirir.
Niye uzun uzadıya "sağduyu" konusunu ele aldım? Bu günlerde sağduyuya çok fazla ihtiyacımız var da ondan. Bütün Dünyada olduğu gibi biz de Ülke ve Türk Milleti olarak çok zor bir sürecin içindeyiz. Bunun için sağduyuya çok ihtiyacımız var.
İçinde bulunduğumuz zorlu süreçte, en çok görev sağlık çalışanlarına düşmektedir. Fakat bu pencereden bakarak diğer meslek çalışanlarına yönelik sarf edilen sözler ya da davranışlar bu günlerde çok fazla ihtiyacımız olan birliğimize gölge düşürebilir. Biz buradan ibret almalı, nerede hata yapmışız onu bulmalı ve düzeltmek için gayret etmeliyiz. Hocam yanlış olanı dile getirmeyelim mi? Getirelim fakat yapmak için, yıkmak için değil.
Şayet birbirimize kızmak için bahane ararsak çok fazla buluruz. Birbirimizi sevmek için sebep arayalım lütfen!
YORUMLAR
Merhaba
Bir bünyede sağduyunun hakim olabilmesi için, aklın olumlu/olumsuz tüm duygular üzerinde baskınlık kurmuş olması gerekir. Neden olumlu/olumsuz tüm duygular? Olumlu duyguların insana zararı var mı? Evet, var. Zira öfke, nefret, korku, üzüntü ve kaygı gibi olumsuz duyguların oluşumunu; mutluluk, sevinç ve heyecan gibi olumlu duygulardaki doz aşımı hazırlar. Peki nasıl olacak? Hiç duygulanmayacak mıyız? Duygular olmadan akıl yarımdır. Akıl nasıl insan içinse duygular da öyle. Mühim olan duyguların nerde, nasıl, kime karşı, ne zaman ve hangi dozda kullanılacağını akla öğretebilmek ve duyguları onun komutasına verebilmek.
Biz doğu toplumları, genellenememekle birlikte, duyguları ile hareket etmeyi alışkanlık haline getirmiş milletleriz. Dinler, mezhepler, etnik farklılıklar ve ideolojiler araç olmaktan çıkıp amaç haline geldiklerinden, birleştirici olmak şöyle dursun, özellikle ayrıştırıcı bir vazife üstlenirler. Din sadece dindir, ideoloji sadece ideoloji. Fakat duygusal beyinde din de, ideoloji de aslını terkeder ve adeta bir kör inanca dönüşür. Dolayısı ile kör inançları olan bir beyinden ihtiyaç duyulan sağduyuyu beklemek sonu hüsranla bitecek bir işe kalkışmaktır.
Bizim sağduyulu bir toplum olabilmemiz için öncelikle; düşüncelerimizi ortaya çıkaran şeyin aklımız mı yoksa duygularımız mı olduğunu iyi tespit etmemiz gerekir. Dini, siyasi, ideolojik ve etnik düşüncelerimiz; duygularımızın etkisinde mi ortaya çıkıyor yoksa aklımızın ürünü mü? Cevaplaması zor. Bunun tespiti ancak çok derin ve tefekkür süreçleri neticesinde yapılabilir.
Kendi açımdan katkı yapmak istedim. Saygılarımla.