T U T K U
Öyle tutkular var ki, karşıdaki insanları müthiş şaşırtır. Bazen bu tutkular onların felaketi olur. Ama yine de vazgeçmezler. Tutkulu insanların çoğuna rastladım. At yarışçısı, av tutkunu, motosiklet tutkunu, içki, kumar, vs...
Bu anlatacağım bunlardan hiç biri değil. Ben balık severim. O balık tutmayı. O dediğim arkadaşım Sadık. Kendisini her zaman yorgun hissettiğini söylerdi. Balık tutmanın kendisini dinlendirdiğini söylerdi. İyi kazancı olan bir muhasebeci idi. Evli ve bir de üç yaşında bir oğlu vardı. Evi, arabası ve hobisi, tutkusu balık avlamak vardı. Birçok çeşit balık malzemesine para harcamaktan çekinmezdi. İlerde bir tekne alıp, emeklilik hayali kuruyordu... O böyle anlatınca ben yaptığı işin onu yorduğunu düşünürdüm.
Gerçekten de anlattığında ona hak vermek elde değildi. Yaptığı işte vicdani bir boyut vardı. Muhasebesini yaptığı kurumların vergi kaçakçılığı gibi pis işlerini kendine yediremiyordu. Bu da onu çok yoruyordu. İç çatışmaları onu deniz kenarına, balık avına atıyordu. Bazen de göllere gider. Avladığı balıkların bir pişirim kendine ayırır, kalanı dağıtırdı. Takılırdım kendisine, "kurban kesenlerden iyisin" nasıl diye yüzüme bakardı. Bense devam ederdim. "Onlar kestiği kurbanın küçük ve değersiz bir kısmını göstermelik dağıtırlar kalan büyük bölümü kendilerine ayırırlar" güler geçerdi.
Bir gün sözleştik balığa birlikte çıkamaya. Bir pazar günü atladık arabaya. Yoldan yiyecek, içecek, mangal için et ve tavuk aldık. Ben ihtiraz ettim. Balığa gidiyorduk ve ızgara balık yiyecektik. Dostum dedi. "Her balık avında eli dolu dönemezsin" demişti. Çıktık yola göl yolu üzerinde küçük köyler pınarlarından suyumuzu aldık. Gölün kenarında konaklayacak bir yer beğendik. Sabahın çok erken saati gelmiştik. Hemen olta takımlarını çıkardı. Göle attı. Sekiz on tane olta attı, onların her birine de zil takti. "Kulağınızız bu zillerde olacak" dedi.
Etraf çöplük gibi idi. Günümüz insanı ne kadar pis ve çevre duyarlılığından yoksun. Eldivenleri takip mıntıka temizliği yaptık. Koca bir plastik poşeti doldurduk. "Balıkları toplamadan çöpleri topladık dedim" Bu işin zor yani ve sebebi de burası sahipsiz, kendi haline bırakılmış bir yer yani: Bakir kalmış bir yer ama kendini bilmezler kirletip, ırzına geçiyor." Dedi. Topladığımız çöp poşetini büyük bir kova haline getirip, bizim kullanacağımız çöp sepeti yaptık. Gel çadır kurmama yardım et. Çok zevklidir. Gerçekten de zevkli idi. Yalnız geldiğinde nasıl kurduğu sordum. Yalnız kurmak böyle çabuk olmuyor. Yani “bir elin nesi iki elin sesi” gibi... Bir köşeye taşlardan "U" şekilde mandal köşesi yaptık. Sadık bu işlerin ustası olmuş. Bir meyve kasasına mangal için odun koymuş. Meyve kasasını ocağın yanına boşaltarak, boşalan kafayı ters çevirip ocağın yanına masa yaptı. İki tane de portatif tabure yerleştirdi. Çadırın yanına bir portatif masa, iki de son yıllara moda haline gelen yönetmen koltuğu dedikleri iki koltuk. Masaya vazo gibi bir kabın içine çevreden topladığı kır çiçeklerini yerleştirdi. "Bugünlük evimiz burası " dedi. Bir yandan hazırlık yapıyoruz, bir sohbet ediyoruz. "Yenge ile geliyor musun böyle balık, piknik gibi." "Yok" dedi. Bir süre sessiz kaldı. Sonra sorulan bir soruya yanıt olmadığını hissettiğinde, açılım yaptı. "O bir cins böyle ottan, böcekten hoşlanmaz, gelse bile insanın burnundan getirir" ve devam etti. "Kadın milleti gün yapacak, hamur işleri yiyip kilolaşacak" Güldük.
Hadi sen doğayı seversin biraz çalı çırpı topla ocağa lazım olacak. Getirdiğimiz odun yetmez. Sakın kaybolma diye de espri yaptı. Etrafı hem geziyorum hem keşif yapıyorum hem de çalı çırpı topluyorum. Bir saate yakın gezdim dolaştım ve fotoğraf çektim. Geldiğimde Sadık bir sürpriz yapmıştı. Ocağı yakıp çayı demlemiş, kahvaltıyı da hazırlamıştı. Hemen kamp yerimizin fotoğrafını da çektim. Güzel bir kahvaltı oldu. Bu açık havada demliği kuruttuk. Arkasından keyif çayı demledik. Ziller hiç ötmüyor.
Ben sofrayı topluyorum. Sadık olayları kontrol ediyor. Aslında Sadık’ın aklı fikri zillerde yani oltalarda…
Bütün bu gayreti, beni getirmişken, bir balık yedirmek idi. Üstelik bu gibi durumlarda evdekiler de balık bekler oluyor. Balık tutamadığında, balıkçıdan balık alıp gittiğini söyleyen Sadık’a şaşkın şaşkın bakmıştım. Farkına varıp, kendimi toparladım. Ben çevreye alışmaya başladım. Kahvaltıdan sonra çay keyfinde gazete kitap okumuyorum. O oltalarda, oltalar arası volta da. Bir ara kulağın zillerde olsun diyerek. Diğer balık tutanları ziyaret gitti. Bir süre sonra geldi. Üzgün bir şekilde "gölü kurutmuşlar dostum." Sonra devam etti. "Şimdi anladın mı? Niçin eti, tavuğu aldığımızı" Bense keyfim yerinde idi. Doğa ile baş başa kitap okumak, hiç bir şeyi aratmıyordu.
Öğleye, öğle dediysem siz ikindi anlayın. Mangalı tekrar yakıp eti ve tavuğu ızgara yaptık. Küçük bir tencere de pilav yaptık. Her şeyi ayarlayan Sadık arkadaşım çatal ve kaşığı unutmuş. Son balıktan sonra evde yıkamış ve bu nedenden unutmuş. Alışveriş yaparken de farkında olmamıştık. Ama olmayan bir şeyin yerine yaratıcı olarak bir şeyler bulmakta da usta. Çok fonksiyonlu İsveç çakısı ile ağaç dallarından çatal yaptı. Pilavı kuru soğanın her bir katını kaşık gibi yaparak soğanla birlikte yemenin zevki hiçbir kasıkta yoktu. Bunu bir köyden kaptığını söyledi. Çoban salata ve yoğurt yiyeceklerin yanına iyi yakışmıştı.
Arada sırada rüzgârın etkisi ile olta zili çalar gibi oluyor. Heyecanla yerinden fırlayıp koşuyor. "Nafile dostum" diyerek bir sigara yakıyordu. Karnımız doydu. Bu kez "Haydi Abbas" diyerek bir çilingir sofrası hazırladık. Akşama kadar ufak ufak demlimdik. Vokmen’den müzikte kampımıza güneş gibi bir etki yapıyordu. Yani balık olmazsa da iyi bir piknik yapmış oluyorduk. Artık çakır keyif olmuş, zaman zaman vokmen’e eşlik etmeye başlamıştık. Kimi zaman vokmeni kapatıp ikili koro ve düet yapıyorduk.
Sadık bir ara fırladı. Yerinden "eyvah unutuyoruz" dedi. Arabaya koştu. Baktım, arabadan iki tane saksı içinde çam ağacı fidesi getiriyor. Her kamp yaptığı yere kişi başı fidan dikiyormuş. Evin balkonunda tohumlardan yetiştirdiği bu fidanları kamp yerine dikiyormuş. Ama bu saatte dikemeyiz, yarın sabah dikeceğiz. Sadık’a her hareketinde hayran kalıyordum. Fidan’ın için yer seç nereye yakıştırırsan oraya dikeceğiz" dedi. Bir ara baktım yerinden yine fırladı. Acaba zil mi çaldı diye düşündüm. Baktım farklı bir yöne gitti. Elinde bir kalas gibi odunla geldi. Onu kampın uygun yerine dikti. Çatalına denizci fenerini aştı. Ay ışığı yanında bir de fenerimizle kampımıza akşam güzelliği yansımıştı. Ama bizi sevindiren bir zil sesi yoktu. Zaten göl çevresinin pek kalabalık olmadığından belli, Sadık’ın dediği gibi gölü kurutmuşlar. Sadık’a “hiç önemli değil güzel vakit geçiriyoruz" dediysem de neşesi yerine gelmedi. Sigara üstüne sigara içti.
Akşam epeyi ilerledi ve karnınız acıktı. İkindi de yediğimizle duruyorduk. Bu kez, köyden aldığımız domates, biberle ve yumurta ile güzel bir menemen yaptık. “Sadık çatal kaşık yok”. Sadık çok rahattı. “Benim İsveç çakımda kasığım var. Ama beraber Anadolu’daki insanlarımız gibi ekmekle yiyeceğiz. Böyle daha lezzetli oluyor" Yaptığımız menemeni büyük bir iştahla yedik. Arkasından bir çay Faslı yaptık. Gecenin sessizliğinde bir zil sesi bile yok. Ateşin başında Sadık’ın balık maceralarını dinliyorum. Şurada şu oldu burada bu oldu. Yok, şurada şu kadar balık yakaladım. Burada bu büyüklükte balık yakaladım. Falan filan, derken ufaktan ufaktan ağır oluyor diye gece biraya başladık…
Gece saat bir hayli ilerledi. Çadır da matın üzerinde uyku tulumu giyip yatmaya hazırlandık. Birden kocaman bir kamyon gürültü ile karşımıza geldi. Sadık daha önce bu gibi durumlarla karşılaştığı için şaşırtmadı. Bastı kalayı. "Gölü kurutan bu pezevenkler" dedi ve yaktı bir sigara. Gecenin karanlığında kamyon iyice devleşti. Ön farları gölün ortasına doğrulttular. Bir botu Göle indirdiler, arkasından ikinci botu indirdiler. Gölün ortasına serpmeleri attılar. Uykumuz kaçtı. Onları izliyoruz. Sadık dayanamadı bağırdı. "Ulan vicdansızlar gölü kuruttunuz" Birden bir silah atıldı. Adamlar bize gözdağı veriyorlar. Sadık “bunlar hem kalabalık hem de silahlı. İlerdeki adamlar balık tutamadıkları için erken gittiler. Gitmeselerdi bir şeyler yapabilirdik. Beş altı kişi idiler tüh" dedi. Yaktı bir sigara daha. Bende bozulmuştum. Sabaha karşı serpmeleri topladılar. Balıklar kasa kasa kamyona götürdüler. Uzaktan seçebildiğimiz kadar beş altı kasa balık çıkardılar. Farları söndürdüler.
Derken ikinci bir araç geldi. Gelen jandarma idi. Galiba birisi haber verdi. Ya da silah sesine geldiler. Ama silah sesinden çok sonra geldiler. Gidip bakalım dedim. Sadık “bizim ihbar ettiğimizi sanıp, bize düşman olurlar. Zaten varlığımızdan rahatsız oldular.” Dedi. Ve beni engelledi. Birde baktık jandarmalar el sallayıp, uzaklaştı. Doğrusu biraz sevinmiştik, sevincimiz kursağınızda kaldı. Sadık yine okkalı bir küfür savurdu. “Jandarmayı da gördüler pezevenkler” dedi. Jandarma başka yöne giderken, kamyonda geldiği yoldan çekti gitti. Oysa biz de jandarmanın bizim yanımızda geleceğini sandık. Uğramadılar bile. Sadık yine bir küfür savurdu. "Ulan şerefsizler el koyup da, askere bir günde olsa balık yedirseydiniz ölür müydünüz?"
Bizim zillerde ses seda yok. Sabah olmuştu. Çam fidan fidanlarını diktik. Yaşam suyu verdik. Bizden sonraki suyunu yağmurlardan ve karlardan alacakmış. Bu gün pazar ve akşama doğru toparlanıp gideceğiz. Kahvaltımızı yaptık. Uykusuz, balıksız ve gece göl kurutan canavarlardan sonra neşemiz kalmadı. "Fidan dikerken yağmurdan söz ettik ya. Dostum çok iyi bir yağmur geliyor. Bugün pazar olmasına rağmen gelen giden yok. Belli ki, metrolojiyi takipteler. Ben oltaları toplayayım. Sen kampı topla" dedi. İşe koyulduk toparlanıyoruz...
Toparlanmak ikindiyi buldu. Bütün eşyalarımızı arabaya yerleştirdik. Bir sağanak başladı ki, bardaktan boşanırcasına. Sadık "bu durumları hisseden, erken önlem buna derler" dedi. Ama yine de bir endişesi vardı. Yağmurda arabaya sığındık. Bir saat kadar arabada yağmuru seyrettik. Sadık "iyi ki arabayı göle fazla yaklaştırılmadık, batar çıkamayız. Gerçi buradan da çıkmamız zor gözüküyor" diyip endişesini dile getirdi. Arabada yağmur yağarken kısa da olsa bir iki yağmura yakalanış öyküsü anlattı. Galiba bir yenisini yaşamacağızın habercisi gibi… Bir süre gittik yol çamurlaştı. Asfalt yola iki üç kilometre var. Ama araç patinaj yapıyor, olduğu yerde sayıyor. Sadık daha fazla zorlamadı. “Dostum bize bir çekici lazım. Köylere gidip, traktörü olanlardan yardım isteyeceğiz" Çıktı yola çamurlara bata çıka. Ellerimizde sopalar, hem baston gibi kullanıyoruz. Hem de köpeklere karşı savunma. Sadık’ın üzerinde köpek savar bir alet varmış, buna rağmen önemli olmak iyidir diye düşündük. Bir köye gittik. Köylüye balık için geldiğimizi ve çamura saplandığımızı söyledik. Köylü muhtar karar aldı, balıkçılara böyle bir havada bile bir bardak su yok. Gölü kuruttunuz diyerek, bizi kovmaktan beter etti. Ne diyeceğimiz bilemedik. Muhtara gitsek, böyle bir kararı alan bir muhtar yardım etmez. Mecburen başka köye gittik.
Bu kez balık için değil de, satılık tarla için geldiğimizi söyleyecektik. Köpekler havlıyor, biz sopaları havada savurup vın vın gibi sesler çıkarıyoruz. Köyden birileri çıkıp köpekler susturmaları bizi rahatlatıyor. Köylüye satılık tarla için geldiğimizi söyledik. Söylemez olsaydık. Meraklı çıktı. “Tarla kimin, ne istiyor, niye satıyor, burada baraj söylentisi var onun için mi? Satılıyor” bir sürü soru. Köy kahvesindeyiz, herkes üşüştü çevremize. Sadık “satan kişinin ricası üzerine bilgi veremiyoruz” dedi. Çaktırmadan bana “bunlar bizi devlet memuru sandı" Dedi. Sadık böylesi durumda bir kurnazlık yapmak istedi. “Bakın beyler şimdilik size bir bilgi veremiyorum. Çünkü net bir bilgi yok. Biz teftişe, keşfe geldik. Acele dönmemiz lazım, yine geleceğiz lütfen bize yardım edin de asfalt yola kadar gidelim.” Etkili oldu. Üstelik bu yardıma karşın teklif ettiğimiz ücreti de kabul etmediler. Sadık ve ben kan ter içinde kalmıştık. Sadık “bir daha balığa gelirsem iki olsun” dedi. Kendi dediğine kendisi de güldü. Niye güldüğünü sordum. “Bu kaçıncı demem aklıma geldi. Ama çıkmadan yapamıyorum, ne yapayım dostum. Öyle herkes gibi boş vaktimi kahvede harcamak istemiyorum.
Döndük. Ertesi gün iş var. Erken dönüşümüz iyi oldu ve dinlenme fırsatı oldu. Yoksa yorgun yorgun pazartesi sendromu da çekilmez. Daha sonraları Sadık’a çok rastladım. Hala balık tutmaya gittiğini ve benimle yine gitmek istediğini, bana yerinde balık yedirmek istediğini söyledi. Zaman zaman kapımı çalıp, balık bıraktığı da oldu...
Arada bir kahveye takılır. Tavla oynarız. Uygun bir dörtlü oluşturursak okey oynarız. Balık avı üzerine sohbet ederiz.
Aradan bir iki ay gibi bir zaman geçti. Göremedim. Özlemiştim. Çay yanı bir şeyler alıp yanına, yani sahibi olduğu muhasebe ofisine. Biraz kötü buldum. Biraz değil bayağı kötü idi. Hayrola hastamızın dedim. Keşke hasta olsaydım. Bu kadar kederli olmazdım deyince, iyice meraklandım. Ne yani, sen şimdi bir şey duymadın mı? Dedi. O günlerde bende pek yorgundum. Kahveye uğramadığım gibi, karşılaştığım insanlarda bir şey söylemedi. Bizim hanım da bir şey söylemedi. Besbelli ki, o da habersizdi. Sonra anladım. İnsanlar Sadık’a üzüldüğü için ağzını bıçak açmıyor. Ne dedikodusunu yapıyorlar, ne de bir çift söz ediyorlar...
Her şeyi Sadık’ın kendi ağzından dinledim. Şok oldum. Çay içip Sadık’ı dinliyordum. Çay yanı bir şey yerine, bir 150’lik Rakı getirsem az gelir gibiydi.
Her şey bir kalemle başlamış. Sadık yatak odasında bir kalem bulmuş. Bu kalem kendi kalemi olmadığı gibi, ona çok tanıdık gelmiş. Mahalle kahvesine takılan zibidi bir tıp vardı. Adı İrfan, bu İrfan mahallede, Sadık’a yakın bir marketin yardımcısı idi. Market, Resul kendine zaman ayırmak için bu herifi yardımcı almıştı. Evlere de servis gibi uygulaması vardı. Beş altı yılda çıraklıktan yardımcı olup çıktı. İşte bu herifi kahvede elinde gördüğü kalem İrfan’ın kalemiydi. Bir muhasebeci olarak kalemlere olan tutkusu ile kalemin unutmamış. Yatak odası bulur bulmaz saklamış. Eşine de hiç söz etmemiş. İçini kemiren bir şüphe ile takibe başlamış. İrfan elinde market poşeti ile Sadık’ın eve gelmiş. Sadık bir balık avcısı özellikle büyük balıklar için bulundurduğu kasatura ile ikisini de öldürmeyi düşünmüş. Bunun çocukta yaratacağı tıramayi göze almamış. Gidip karakola kendi arabası ile iki polis getirip, eşini basmış. Kapı anahtarı olduğu için hemen açıp, polislerle yatak odasında ikisini de basmışlar.
Çırılçıplak yakaladığı eşi ve İrfan’ı korkunç şekilde dövmüş. Polisler de hiç müdahale etmemiş. Çıplak olduklarından kendilerini hem koruyor, hem de çıplaklıklarını kapatıyorlarmış. Polisler bakmış ki, Sadık’ta bir yorgunluk yok. Nerede ise ikisinde öldürecek araya girmişler. Üstelik yan odada uyuyan çocuk gürültüye uyanmış. Diğer polis tarafından uzaklaştırılmış. Polisler zabıt tutup, ambulans çağırmışlar. İkisini de hastaneye götürmüşler. Sadık’ı bir süreliğine gözaltına alıp sonra bırakmışlar.
Sonra bir başka ayrıntıya geçti. Olayın ortaya çıkmasıyla, karşı komşu olayın farkında olduğunu anlatmış. Adam kapı vizöründen izlemiş. Adamın anlattığına göre, bir gün tam benim geldiğimi, galiba pencereden görmüş. Hemen merdivende karşılaşmamak için üst katlara çıkmış. Ben de kim diye merak ettim. Sordum “kimi arıyorsun” dedim. “45 numaraya baktım” dedi. “Oğlum bu binada 45 numara yok, numaralar 40’ta bitiyor" dedim. Kızardı bozardı, “yanlış apartmana girmişim” diyerek, koşarcasına inmiş. Bende eve girdiğimde karşılaşmadık. Karşılaşacak bile ne bilebilirdim.
Boşanma davası açtım. Vedat’ı anneme gönderdim. Evi de satışa çıkardım. Adeta bana rapor verir gibi anlatıyordu. Yani dostum ben balığa gidince bu soysuz kadın, beni boynuzluyormuş lanet olsun. Büyük geçmiş olsun demekten başka yapacak bir şeyim yoktu. Vedalaştık ve ayrıldım. Yol boyu Sadık gibi bir insana bu nasıl yapılırdı, anlamaya çalıştım. Hala da anlamış değilim. Sadık yakışıklı, becerikli, insancıl ve iyi bir kazancı olan birisi idi. Acaba onu bilmediğim bir tarafımı var. Yoksa ten uyuşmaması gibi durumlar mı var. Eşini fazla ihmal eden biri de değildi. Çoğu zaman sinemadan, tiyatrodan, eş dost ziyaretinden gelirken gördüğüm olurdu...
Aradan beş altı ay geçti. Sadık iyice toparlandı. Yine balığa çıkmaya devam etti. Söz verdiği gibi yine beraber çıkacağız. Ama benim işlerin yoğunluğundan, sürekli erteliyoruz…
Bir sene sonra yine evlendi. Şimdi ikinci baharını yaşıyor ve eşi ile birlikte balığa çıkıyorlar. Oldukça da mutlu görünüyorlar. Ailece ziyarete gittik. Sözleştik, iki aile çocuklarda birlikte güzel bir yere balığa gideceğiz.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.