- 571 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
SALGIN
İkinci Dünya Savaşının öncesi ve sonrası ülkemizde yokluk yıllarıdır. Bin dokuz yüz kırk yedi yılında Durağan, Boyabat şehrine bağlı küçük bir yerleşim yeriymiş. Şimdi olduğu gibi o yıllarda da küçücük bir beldeymiş. İşte o zalim yıllarda Gülizar adında bir teyzem varmış. Henüz on yedi yaşında bir genç kızmış. Ablası olan annem ise babamla evliymiş. Teyzem tekne kazıntısı olduğu için, anneannem onu bi farklı severmiş. Tıpkı adı gibi gül bahçesiymiş. Anneannem, güzelliği dillere destan olan teyzemin elini aktan karaya sürdürtmez, bir dediğini iki etmezmiş.
Boylu poslu olan teyzem, hanım ağalar gibi gezermiş köy meydanlarında. Kırmızı fesinin üzerine çalındığı Aybütünü çemberi ona çok yakışırmış. Eteği nakışlı göynek giyer, kırmızı acem şalını ince beline dolarmış. O yıllarda salgın hastalıklar çok yaygınmış. Durağan ve köyleri pirinç tarımı yaptığı için sıtma hastalığı da o yıllarda revaçtaymış. İşte bu uğursuz yıllarda biricik teyzem annemle birlikte çiçek hastalığına yakalamış. Sulu kabarcıklarla ve kaşıntılı yaralarla boğuşan annem, bu amansız hastalığı kısa sürede atlatmış. Fakat zavallı teyzem, günlerce yara bere içinde ateşler içinde yanmış kavrulmuş. Üstüne üstlük doktor yok, ilaç yok, aşı yok! ...
Hastalığın acımasızca seyrettiği bir yaz akşamı herkes ocakta yanan ateşin başında toplanmış, sessizce alevleri seyrediyormuş. Odanın bir köşesinde çaresiz yatan teyzem inleyerek tuvalete gitmek istediğini işaret etmiş. Anneannem ve yengem kollarından sıkıca tutarak kaldırmaya çalışmışlar, fakat teyzem bir türlü ayağa dikelememiş. Bütün bunlar yaşanırken, odanın hemen altında bulunan ahırdaki hayvanların tepinmeleri ve huzursuz böğürtüleri odada bulunan herkesi tedirgin etmiş. Anneannem, ahıra yabani bir hayvanın gireceğini düşünerek yengeme ahır bakmasını söylemiş. O zamanki şartlarda idare lambasını yakan yengem, çocuklarla birlikte ahıra inmiş. Kapısını usulca açmış. Ahırın kütükten bozma eşiğine basarak içeriyi iyice kontrol etmiş. Hayvanların ürkmüş gözleri dikkatini çekmiş. Yine de olana bitene bir anlam verememiş. Tam kapıyı çekerken anneannemin çığlığı yeri göğü inletmiş. Meğer tam o esnada zavallı teyzem can teslim etmiş. Bu olaydan sonra yengem, hayvanların ölümü hissettiğini herkese anlatmış durmuş…
Anneannem günlerce ağlamış, döve döve dizlerini morartmış… Köyün orta yerindeki y küçük dağın eteğine oturmuş ve Aybütünü çemberi tabuta örtülü teyzem, omuzlarda köy mezarlığına taşınırken:
__ A benim yerlere göklere koyamadığım, yüzüne bakmalara doyamadığım yavrum! Beni dipsiz kuyulara attın, elleri koynunda bıraktın! diyerek kendini yerden yere atmış…
Anneannem acısını hep içinde sakladı. Kim bilir belki de bağrına taş bastı… Bazen avlu çıkışındaki taş fırına bakarak:
“Fırın üstünde kürek, yandı tutuştu yürek. Her dertlere dayandın, buna da dayan yürek” der sessizce ağlardı…
Yazan: MEHPARE GÖKÇE
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.