BOCO BU YAŞTA DA ÇIKTI KARŞIMA
BOCO KORKUSU BU YAŞTA DA ÇIKTI KARŞIMA
Bugün yine gün aydınlandı. Yaşam, devinimsel uğraşlarla günü karartma moduna girdi. Anın durdurulamayacağını biliyorum. O zaman anın akışını verimli kılmak gerekiyor. Verimlilik için elimden gelen; dünkü gazeteyi bitirmek, eski gazete kesiklerini yinelerken aralarına yeni kesikler yerleştirmek ya da masamdaki kitapları okumaktır. Dışarıya çıkana dek.
Dışarıda da boco geziyormuş. Kendini göstermeden.
TV. kanalları, bocoya yakalanmamak için şunu yap, bunu yap, onu yapma! Orda şu kadarını ham etmiş. Bu kadarını yutmuş ile oyalama moyalama uğraşında. Ondan bundan derlenen bilgiler olduğu apaçık sırıtıyor. Haber toplama kılcal damarları, sahibinin sesi ile iş başında. Görçek (selfi) bilgileri yayılınca güvenilirlik kazanıyor. Bu karmaşada bir tek söz birliğini algıladım.
Yaşdaşlarımla ağabey ve amcalarımın ardından koşuyormuş boco!...
Korktum mu? Korku aklımın ucuna gelmedi ek olarak.
Canlı yaratık canlılığını yaşadığı "korku" ile sürdürüyordur.
Bana göre korku duyumcu, yaşamın güvencesidir. Korkudur ki yaşamı devam ettirecek önlemleri öne çıkartır. Karşılaşılacak hoşa gitmeyen durumlarla yüz yüze kalmaya olanak vermemek için.
TV’lerden neler yansıtıyorlar: Bir birinize fazla yaklaşmayın, dokunma duyunuzu köreltin. Tokalaşmayın, sarılıp, öpüşmekten uzak durun. Ellerinizi sık sık yıkayın. Şöyle yıkayın, böyle yıkayın. Bu demektir ki el yıkamasını bilmiyoruz. Kalabalıklardan uzak durun. Ama camiye gidin. Ne olur ne olmaz Tanrı’ya borçlu kalır, sorguda cezalandırılırsınız, diye.
Sonuncu seçenek dışındakilerin çoğunu yerine getiriyorum. Sağlık dilemek insani olduğu için sağlık dileyerek dinden uzaklaşmama neden olan "din satıcılarına", teşekkür ediyorum. Bugün işime yararları oldu da...
Bu uzaklaşışımın başlangıcı 1969’un Haziran sonu ya da Temmuz başlarında kasabamdayım. Yeni yeni gölgesine insanları çağıran çınarların altında parklaşmaktaki alanda toplanmışız. Hangi dükkâna dönüktük adlandıramıyorum. Dükkândan yayılan radyo sesine pür dikkattik.
"Aydayız. Aya ayak bastı Armstrong. İnsan ayağı ayda" sesi üzerine sanki aya ayak basan bizlermişiz gibi coşku içindeydik. Ertesi gün söylenti başladı."İmam söyledi. Kur-an’da yazıyormuş, ....ayet onu anlatıyormuş, - mış, -muşlar"
Fırsatı güncelleyip, değerlendirme girişim kuşkusu başladı. Devam etti. Bunun gibi olayları kullanır oluşlar dinden uzaklaştıra uzaklaştıra yirmi birinci yüz yılda doruğa çıktı.
Bu düşünüşler karmaşasında "şişinme insanoğlu, bir virüs seni haşat etti" başlıklı yazıya sıra geldi, gazetede.
Başlık güncel konu. Yat kalk bu günlerde duyduğumuz sözcük "virüs". Ama kendine çeken yanı insanı nasıl "haşat" ettiğidir.
Öncelikle "haşat etmek" kavramını tam anlar olmalıyım. Bunun için sözlüğe koştum. Baktım ki; bir çok açıklamanın birinde, "haşat olmasına yol açmak " diyor. Devamında da "haşat olmayı" şöyle açıklıyor. "Gücü tükenmek, kımıldayamaz duruma gelmek." Doğru anlam. Çünkü; sağlık bakanımızın "korona virüsunun" bizim kapımızdan içeri girdiği muştusunu verdi vereli Cumhurbaşkanı RTE görünürde beş gündür yok. Ses soluk da yok. Oysa ki, tek yöneticimiz, istesek de istemesek de, gönüllü ya da gönülsüz olsak da odur. Yurt dışından yeni geldi. Karantinada olsa da bu iletişim çağında yurttaşlarına görünerek moral verebilir.
Acaba toplumu ya da milleti -ümmeti daha doğru. Yandaşları dışındakileri var saymıyor da- Tanrıya mı havale etti de çekildi. Göz arıyor. Çözüm umuyor. Bizim için olmasa da ümmeti mutlaka arar sanıyorum. Partisi aleyhine olabilecek olgulardan hep kaçtıkları gibi, bu kez de aynı taktik mi? Zihin bu ya... Kuşku duyup, sorguluyor.
A!... Oda ne? Işıl Özgentürk, "... Çok bir kısa zamanda öğrendik ki, milyonlarca doların yatırıldığı savunma sistemleri, insansız hava araçları hiç bir işe yaramıyor. ......dünyayı yöneten kapitalist sistem, hiç beklemediği bir yerden vuruldu. ...Depoları nükleer silahla doluymuş ama bunlar virüs karşısında bir hiçmiş." Al Gözüm Seyreyle de...
Doğaldır ki geçmişte yaşanmış benzer olaylar belleği zorlayıp, ışıyor. Örneğin, Afrikalı Maymunların günahı alınarak AIDS virüsünü yaydıkları suçlamasını anımsıyor. Gerçek, geçen zaman içinde ortaya çıkıyor.Gerçeği ortaya çıkaran Fransız Pasteur Enstitüsü. AİDS virüsünü laboratuvarda ABD üretiyor. İdam mahkumlarının istekleri durumunda şırınga edilmesi için. Bu kişiler serbest bırakılınca onlardan yayıldığı anlaşılıyor.
Daha unutmadık. ABD Irak’a "biyolojik silahı var" yalanı ile girdi. Bir milyon insanın ölümüne ve Irak’ın parçalanmasının ortamını yarattı. Biyolojik silah üreten başkasına suçu da atar. Dünyayı etkisi altında tutanların karnesi iyi olmayınca akıl sorgulamadan geri durmuyor. Acaba yine mi?
Vatandaş bu tür olaylarla karşılaşınca devletini yanında arar. Devlet, sıkı düzenle (disiplinli) olaylara el atar. Çözüm yolları üretir. Korona virüs saldırısından iki buçuk ay sonra
güvenlik girişimlerine başlandı. Sanki virüs gelsin diye okuntu (davetiye) dağıttık. Uçak gidiş gelişlerinde özgürlük. Arabistan turistik gezileri (umre) özgürlüğü. Uzak ülkelerden bize gelmez rahatlığında iken komşu ülkede görüldüğü duyum alınınca da paçalar tutuştu. Kapılar kapandı. Uçak girişleri kontrol altına alındı. İlk testlerden negatif olanlara "git on dört gün evde kendini karantinaya al" dendi de karantinaya alıp vatandaşa güven yayılamadı.
Devlet vatandaşına çok güvenli. Niye güvenmesin ki. Ahlak, paçalardan akıyor. Yalan yok. Hile hiç yok. Namus, onur dersen her gün dilimizde kulakları duymaz ediyor. Vatandaşın birini korumaya alırken bir başkasını gözden çıkarmada becerikliyiz. Örneğin: Arabistan’dan gelen turistleri toplum dan uzak tutmak için; devlet, öğrenci yurtlarına göz koyuyor. Gecenin 03.00’de gençler palas pandıras yurttan çıkarılıp, karantina gösterişi yapılıyor. Gençler de sokağa salınıyor. Veli çocuğunu "devlete teslim etmiş ki, güven altında" eğitimini yapsın. Gerçi iki gün önce okullarda üç hafta eğitime ara verildi. Okul yoksa. Yurtta mı yok?
Yaşanılan olay "evet" dedirtiyor.
Yurtta barınanları sokağa atmak yetmiyor. Basında canlı canlı görülen ve duyulan "bura ahıra benziyor" sözü. Toplumu acaba ne değin ve nasıl etkiledi? Etkilendiyse!....
16.03.2020