- 886 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Tek kişilik Aşk (Öykü)
Kalabalık yalnızlıklar caddesi sakini olduğu her halinden belli, tembel hareketlerle dolanıp duran bir kediyi dikkatlice izliyordu. Uyuşuk Kedi; arada bir etrafı süzüp, rıhtım yakınındaki Cafe ve Restoranların masa ve sandalyelerinin arasından hiç tanımadığı yabancı insanların bacaklarına mırıldanarak sürtünüyor, bir parça yiyecek uğruna geçici olarak nankörlüğünü bir kenara bırakıp, en doğal ve en sevimli haliyle acıklı acıklı miyavlıyordu. Zavallı hayvanın derdi sadece karnını doyurmak ve kuytu sıcak ve güvenli bir köşe bulup tembellik uykusuna yatmaktı. Bankta oturan delikanlının beklentisi ise daha birkaç gün önce gördüğü ve hayatını alt üst eden genç ve güzel kızın duygularına karşılık verip vermeyeceğiydi. Kızı ilk gördüğü o gün gece mesaisinden çıkmış uykulu gözlerle yolunun üstünde daha önce hiç gitmediği bir pastaneye girmiş sıcak peynirli bir poğaça’yla çayını yudumlarken tezgâhtar kızı görmüştü. O anda nedenini bilmediği yoğun duygular yaşamış, vücut ısısı artmış kalp atışlarının birden bire hızlandığını hissetmişti. İlk görüşte aşk dedikleri böyle bir şey miydi? Hızla atan kalbinin sesini duyuyor, vücudundaki ısınan kanının sıcaklığını hissediyordu.
Yirmili yaşların ortasında, kadınlara ve kızlara karşı utangaç biriydi. Genellikle duygularını içinde yaşıyordu. Bu ani ve yoğun duygu değişiminin anlamı neydi? Kalbi neden bu kadar hızlı çarpmaya başlamıştı? Uzaktan dikkatlice ve hissettirmeden onu bu güne kadar hiç kimsenin etkileyemediği kadar etkileyen kıza bakıyordu. Kızdan gözlerini bir türlü alamıyor ama çevredeki insanların da dikkatini çekmek istemiyordu. Gece vardiyasından yeni çıktığı ve o tatlı sabah uykusunu alamadığı halde; uykusu birden açılmış, yorgunluğu bir anda üzerinden gitmiş ve kendini müthiş güçlü ve zinde hissetmişti. Saatlerce bu masada oturup kızı gözlemleyebilir, inceleyebilirdi. Bu onda derin bir tutku haline gelmişti. Henüz kızla tanışma cesaretini kendinde bulamamıştı. Bir an önce kızla tanışıp sesini duymak, tatlı tatlı bakan, ela gözlerinin içine girmek istiyordu. Kız delikanlının kendisine baktığından habersizmiş gibi; hızlı ve çevik hareketlerle satın alınan pastaları, tatlıları, simitleri dikkatlice paketliyor ve gayet sıcak, samimi bir dille “Afiyet olsun, yine bekleriz, hoşça kalın “diyerek müşterileri uğurluyordu.
Delikanlı; dikkatli gözlerle kızı izliyor kızın bir anda olsa ona bakmasını ve göz göze gelmesini bekliyordu. Kızın her hareketi onda derin bir etki bırakıyordu. O’nu Sanki yıllardır tanıyormuş gibi hissediyordu. Oysa daha önce hiç karşılaşmamıştı. Acaba burada kaç zamandır çalışıyordu? Nereliydi? Nereden gelmişti? Yüzünde garip bir doğallık vardı. Ve sanki çok uzak bir yerden gelmiş izlenimi bırakıyordu. Kızın gözleri sanki çok uzaklardan birisini bekliyormuşçasına arada bir dalıyordu. Delikanlı oturduğu masadan kalkmadan, kızla göz göze gelmek ve konuşmak istiyordu. Birkaç defa yüksek sesle sipariş vermek istedi ama kız her defasında ona garsonları yönlendiriyor onunla ilgilenmiyordu. Çabaların nafileydi. Kızın onunla ilgilenmeye niyeti yoktu.
O gün öylece geçti. Delikanlı evine gidip yatağına uzanıp gözlerini yumduğunda onun simasını görüyor, Kızın düz ve uzun kumral saçları altın gibi parlıyor. Ela Gözleri tıpkı geceyi ısıtan sabah güneşi gibi içini ısıtıyordu. İnce parlak dudakları içini eritiyor, içinde o dudakları saatlerce öpmek duygusu kabarıyor; küçük ama yüzünde ayrı bir etki bırakan ince sivri burnu bile delikanlıda garip heyecanlar uyandırıyordu. İçinde bu tuhaf duygularla uykuya daldı.
İki odalı küçük bir evde yalnız kalıyordu. Gece işe gitmek için uyanınca yine onu hatırladı. Bu kadar kısa zamanda gördüğü birinin nasıl olur da aklından çıkmamasına bir anlam veremiyordu.
Ertesi sabah yine gece vardiyasından çıkıp yine aynı pastaneye gitti. Aynı masaya oturdu. Bir kahve istedi. Gözleri pasta reyonunda dün gördüğü kız’ı aradı. Ama göremedi. Yaklaşık yarım saat sonra; kız Kucağında çeşit çeşit fırından yeni çıkmış, tepside simit, poğaça, açma çeşitleriyle çıkageldi. Ürünleri dikkatlice tezgâha yerleştirdikten sonra birden dönüp delikanlıya baktı. Güzel gözlerinde sanki ateş fışkırıyor, bakışlarında kızgınlıkla karışık tutku okunuyordu. O bembeyaz, yumuşak, tatlı yüzü adeta pancar gibi kıpkırmızı olmuştu. Kızın bir anlık bakışı ve göz göze gelişleri delikanlının içinde derin bir etki bırakmıştı. Delikanlı bu derin ve kızgın bakışların etkisiyle biraz utanmıştı. Normalde bu durumlarda hemen kalkıp gider ve bu anları acı tatlı bir hatıra olarak yanında götürürdü. Ama bu defa kalkıp gidemiyordu. Gururuna yenilmek istemiyordu. Bu sefer gururunu bastırıp sonuna kadar gidecekti. Artık eskisi gibi kız gözlerini kaçırmıyor delikanlıya inat o da gözlerine kızgın bir şekilde bakıyordu. Bu bakışlar bir meydan okuma gibiydi. Tatlı bir tehdidi anımsatıyordu. Ne olacaksa olacaktı. Delikanlı cesaretini toplayıp; Konuşmalıyım. Hislerimi ne olursa olsun anlatmalıyım diye düşündü. Kadınlara karşı biraz utangaçtı. İlkokulda kendisinden dört yaş büyük Arzu’ya ortaokulda gurbetçi kızı Derya’yla Lise’de Fransızca öğretmenine ve her daim kan dolaşımını hızlandıran ev sahiplerinin tombul kızına aşkını itiraf edememişti. Aşkları hep platonikti. Ama bu defa öyle olmayacak aşkını, coşkusunu içinde yaşamayacaktı. Aşk tek kişilik değildi. İnsan sevmeli, sevilmeliydi.
Bütün cesaretini toplayıp kızın bulunduğu tezgâha yaklaştı.
-Merhaba!
-Merhaba.
-Şu muzlu pasta kaç lira acaba?
-Yirmi lira beyefendi
-Yirmi liramı? Kaç kişilik bu?
-Altı kişilik.
-Şuradaki kakaolu kaç kişilik?
-Dört.
-Çilekli olanı?
-Dört.
-Şuradaki küçük olan?
-Beyefendi hangisini alacaksınız?
-Alacağım. Ama karar veremedim.
- Acele edin lütfen. Bütün gün sizi bekleyemem.
-Tamam. Karamelliyi alayım.
Delikanlı dakikalarca pazarlık yapmış. Bir sürü soru sormuş. Ama kızın adını soramamıştı. Elinde aslında pek sevmediği karamelli pastayla, evine doğru yürürken, aklına bir fikir geldi. İki gün sonra yılbaşıydı. Bunu tanışmak için bir fırsat olarak kullanabilirdi.
Ertesi gün pastaneye girdiğinde her yer rengârenk konfetilerle, yılbaşı ağaçlarıyla, minik Noel baba bebekli pastalarla süslenmişti. Kızın başında parlak gümüş renkli, filmlerde cücelerin başına taktığı uzun sivri bir şapka vardı. Bu gün çok neşeli görünüyordu. İçeri girdiğinde kendisine samimi bir sesle “Hoş geldiniz” demişti. Delikanlı kendinde huzur veren bir güven hissetti. Bu fırsatı ona kız vermişti. Bu defa tezgâha yakın bir masaya oturdu. Kızla konuşmaya karar verdi.
-Mutlu yıllar. Şapka size çok yakışmış.
-Teşekkürler size de mutlu yıllar.
-Benim pek yılbaşıyla, bayramla aram yoktur. Sıradan bir gün işte.
-Olur, mu canım, yarın yılbaşı. Bir dilek tutun
-Dilek mi? Nasıl yani?
-Büyük annem; Yılbaşında dilek tutanların dilekleri kabul olurmuş derdi.
-Ne dilesem acaba?
-Bilmem, belki sevdiğiniz vardır. Kavuşmayı dileyebilirsiniz.
Delikanlı şaşırmış, utanmıştı. Acaba kız ondan etkilendiğini anlamış mıydı? Birden kendini çok mutlu hissetti.
-Şu anda sevgilim yok. Ama yeni yılda sevgilim olmasını çok isterdim.
-Sevgiliniz olur umarım bir gün.
-Teşekkür ederim. İnşallah. Daha adınızı bile bilmiyorum?
-Hilal sizin?
-Talat.
-Memnun oldum.
-Sizin sevdiğiniz var mı?
Kız bu zamansız gelen soru karşısında biraz şaşırmıştı.
-Neden sordunuz?
- Bilmem. Belki yılbaşını birlikte geçiririz diye düşünmüştüm.
-Biraz acele olmadı mı? Her tanıştığınız kızı tavlamaya mı çalışırsınız? Çapkın birine de benziyorsunuz.
-Yok, düşündüğünüz gibi biri değilim. Demek istediğim, Dürüst olmak gerekirse sizden hoşlandım. Sizde farkına varmışsınızdır belki. Kaç gündür buraya geliyorum ve size elimde olmadan bakıyorum.
-Bilmem. Farkına varmış mıyım sizce?
-Bence evet. Varmadıysanız bile ben şimdi teklifimi yapıyorum. Yeni yılı benimle birlikte geçirmek ister misin?
-Bu hafta bize izin yok. Ama yarın erken kapatacağız.
-Yarın buluşabilir miyiz?
-Olabilir de, olmayabilir de.
-Siz nerede arzu ederseniz oraya gelmeye hazırım. Kordonda buluşabiliriz mesela.
-Yarın orası çok kalabalık olur eğlenceli olabilir. Tamam. Saat dört gibi gelebilirim.
-Tamam. Bekleyeceğim. Hoşça kal. Yarın görüşürüz.
İçinde tarifi mümkün olmayan bir coşkuyla hızlı ve neşeli adımlarla evine gitti. O gece vardiyası çok uzun geçti. Mesai bitimi sabah evine geldi. Uyumak için yatağa uzandı. Uyku tutmadı. Çok heyecanlıydı. Saatler geçmek bilmiyordu.
Tatlı tatlı hayaller kurdu.
Öğleden sonra yıkanıp, traş olup, en sevdiği gömleğini ve pantolonunu giyip, denize bakan bir bankta oturup, âşık olduğu kızın gelmesini beklemeye başladı. Bu gün yılbaşıydı. Milenyuma giriyordu. Doksanlar bitmiş iki binli yıllar gelmişti. Her şey güzel olacaktı. Âşık olmuştu. Daha hayattan ne isteyebilirdi. Çok mutluydu. Hediye paketini açan küçük çocuklar gibi içi kıpır kıpırdı. Arada sırada buraya gelir, kaldırımdan gelen geçen insanları dikkatlice süzer ve zihninde her birinin kendince hayat hikâyesini çıkarırdı. Onlara yaşamın içinden olur olmaz roller yükler; hayalinde canlandırdığı sanal kahramanlar gibi, kendince görüntülerini çıkarırdı. Bu onda zamanla çok zevkli bir alışkanlık haline gelmişti. Muhteşem bir o kadar’da iç huzuru veren egenin mavisine bakıp; kim bilir bu limanda, ne sultanlar, padişahlar, krallar, komutanlar inmiştir. Diye düşünürdü.
Rıhtımda Balıkçı teknelerinin üstünde uçuşan ve bir küçük balık veya olta atanların misinalarından kopan bir parça sübye bacağı, solucan veya kalabalık yalnızlıklar sakinlerinin atacağı bir parça ekmek kırıntısını bekleyen martıları seyrederdi. Ne güzel şeydi karın tokluğuna yaşamak. Oysa ne garip şeydi sevmek, âşık olmak. O kızı gördüğünden beri her şeyi unutmuştu. Saatine baktı, dördü geçiyordu. Beş, altı, yedi, dokuz…
Anlaşılan kız gelmeyecekti. Usulca yerinden kalktı. Bir sigara yaktı. Bütün hüzünlerin inadına Derin bir nefes çekti ve ağır adımlarla evin yolunu tuttu. Bu gece sarhoş olmak, bir gece de olsa umutsuzluğu, vefasızlığı, her şeyi unutmak istiyordu. Bu gün yılbaşıydı. Ve yine kalabalık yalnızlıkları içinde yaşayacak, yine yeni yıla yalnız girecekti.
Bir hafta kadar pastanenin önünden bile geçmedi. Kıza gelmemesinin nedenini sormak istiyordu. Çok kırılmıştı. Belki geçerli bir nedeni vardır. Belki önemli bir şey olmuştur diye düşündü. Ve kızın çalıştığı yere gitti. Kız oradaydı ve delikanlıyı fark etmemiş gibi davrandı. Konuşmak istedi ama kız cevap bile vermedi. Kelimeleri boğazında düğümlendi. Kız tamamen değişmiş sanki birkaç gün önce konuştuğu kız başka biri olmuştu. Çok şaşırdı. Kızın hareketleri delikanlıya gayet tutarsız geldi. Yine de kafasındaki düşünceleri netleştirmesi gerekiyordu. Kıza yaklaştı.
-Merhaba.
-Merhaba.
-Yılbaşı günü bekledim neden gelmediniz.
-Gelmem mi gerekiyordu? Gelebilirim Demiştim.
-Ama söz vermiştiniz. Çok bekledim.
-Söz vermedim. İşim çıktı.
-Geleceğim demiştiniz.
-Söz vermedim. Olabilir dedim.
-Ama…
- İşin aslı eski sevgilimle küsmüştük, Barıştık. Yılbaşını onunla geçirdim tamam mı?
-Ama bana sevgilim var dememiştiniz.
-Of, yeter. Sana hesap mı vereceğim? Lütfen ama çok işim var artık gider misin?
-Anladım. Sizi rahatsız ettiysem özür dilerim.
Delikanlının dünyası sanki başına yıkılmıştı. Kıza karşı bir anda garip bir tiksinti duymuştu. Bu kadar güzel bir kız nasıl olur da bu kadar acımasız olabilirdi. Duygularıyla nasıl bu kadar kolay oynayabilirdi. Melek yüzlü şeytan diye mırıldandı. Sevgi bu kadar basit miydi? Duygular bu kadar vefasız mıydı? Hayat bu kadar acımasız mıydı? Yürüyüp Rıhtım kenarında bir banka oturdu. Gelip geçen insanları seyretti. Bir anda tüm dünyadan, tüm insanlardan nefret etti. Bu kadar saf ve duygusal olduğu için kendine kızdı. Bu acımasız dünyada duygusallığa yer yoktu. Hayat acımasızdı. Dünya acımasızdı. İnsanlar vefasızdı. Ama o hayatta tutunamayanlardan olmak istemiyordu. Daha Güçlü olacaktı. Acılar onu daha da güçlendirecekti. Acılarını içinde bastıracaktı. Ama asla insanların duygularıyla oynayamayacağını biliyordu. Ona göre duygular kutsaldı. İnsanların hisleriyle oynamanın ne acı şey olduğunu öğrenmişti. Her insan Âşık olabilirdi ama onun aşkı tek kişilikti.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.