- 484 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Dini Hikayeler
TOPKAPI SAATİ
Payitaht Güllerine ithafen…
I. Avlu
yağlı kementler
zağlı Cellat Çeşmesi
şifreli usturayla kazınmış suçlu kelle
Saltanat Kapısında adaletin sergisi
bazen semiz günahın
işte Saray-ı Cedid
bir cin mezarı gibi ürkünç Aya İrini
çevresinde nazenin saray atölyeleri
Bâbüsselâma durur
iki büklüm cevherim
Fâtih’in yadigarı günler yâdıma gelir
yalnız Hünkar yontları
sığar bu mert kapıya
arşivlerdeki kadar civan
heybetin vücut
buluşuydu Bâb-ı Hümâyun
yüreği açıktır zulme uğrayan herkese
mazinin fettan
günün pişman
mazlumu olsa bile
II. Avlu
işte Divan Meydanı
ulûfeler yağdırtan kadim cömertlik
galebe divanlarında
başlar zarafet gazâsı
parıldardı avluda Sadrazam kavukları
Adalet Kulesi tavlı
Divanhane yoluna
konmuş öter selam taşları
lâyihalar sunulu arz odalarında
sallanır adaletin kılıcı
Adalet Kasrından mahcup boyunlara
salınır zülüflü baltacılar koğuşunda
saray mutfaklarında
Akike kokuları
Sancak-ı Şerifler serdarlara
yeni teslimleri bekleşmekte
Saadet Kapısında
III. Avlu
dört burmalı sütunlar
Baldaken tahtlar aşkına
Enderun avlusunda Has Oda nağmeleri
Mukaddes Emanetler
sığmayacak kadar görklü engin yapılara
işte hazine köşkleri
kale içinde kale
gönül dibinde gönül
Arz Odası önünde lezzetli şırıltılar
fenerli tercümanlar üstünde
çevik Saltanat Tahtı
sedeften, fildişinden
işte Enderun kütüphanesi
nakış nakış külliyatlar dizili masum
dolaşır Fatih Köşkünde cesur yankılar
terütazedir henüz
Yavuz Sultan Selim mührü
firuze mücevherler
mücevherden vitrinler
gürül gürül şamdanlar hazine koğuşunda
Harem-i Şerif puşideleri
aydınlık bir karanlığa boğar ipekleri
şadırvanlı sofalarnasıl da bebek yüzlü
ey kapalı kapılar açan
bize hayırlı kapılar aç
Kuşhâneler ambale
aynalı tonozlar ihtiyar şimdi
hükümdar sediriyse
dipdiri Sultan Murad’ın
gümüşler üzerine altın yaldızlı
Kilerli koğuşunun
iç çeken kaşlarında
emek kokan çehreler belirir durur
padişah portreleri hazan
payitahtın özüne
kıvrılmagünüdür
toprağın sözünden çıkmayan gülün
toprağın sözünden çıkma günüdür
duyabilen ruhlara
haykırıyor Peygamber kılınçları
çöken yıldızları çeken kara deliklerin
gama ışınlarında
tarihi bükme vaktidir
IV. Avlu
çift sıra sütunların
engin revaklara dizildiği antik bahçe
dile gelir Mermer Sofa
güzü güzideliği güzelliğiyle
Erivan bergüzarı
Revan köşkünde tinler
yâr sekizgen köşeli
salınır Bağdat köşkü
aşkın topraklarında
çinilerin döşünde
nabzı atar tevhidin
eyvanlardan pencereler
fırlatır ateşten oklarını
narin sevgililerin masum bakışlarınca
nişler elpençe durur
ceylan derisinde ince nakışlar
ve aniden uçacak
gibi kuş figürleri
tombak kafesli top askı
gümüş yürekli mangal
İftariye Kameriyesinde
hazin besmeleydin
için dört mevsim
mahzun mehtaplık
bense Sofa köşkünde
Osmanlı rokokosu
mücadele yıllarının
hüzünlü payitaht sokaklarını
birdenbire hatırlatan
Mecidiye Kasrında
tütünler sardım tüttürdüm
ufuklara bakıp maziye daldıkça tüttüm
kuruyup çöle dönen bir göl gibi
kalbim nasıl da Aral
nasıl da hasret güne
omzumda damgalı neslin aşı izleri
ruhum sığmaz ruhuna
Haremi canhıraş bir gazelseli basar
aralanır Cümle Kapısı
matemli nefesler yüzer
Veliaht odalarında
pencereler içinde nezih çeşmeler
oluk oluk kan kusar
HÜMA MEVSİMİ
mermilerden bir tesbih
çeker yorgun yüreğin
alınteri karışmış fağfurlarda
atar ecdadın nabzı
bizi böyle derbeder bırakıp gitme Hüma
bizi uçurumlarda
böyle sarkıtılmalık
sen ki zayıf kuşları yutan yırtıcıların
korkulu rüyasıydın
kadim amazonlarda
tiranozorlar gezer antik kayıplığında
bizi böyle fersude
bırakıp bitme Hüma
sen ki cennetin kuşu
kuşların melikesi
berrak kanatlarında ehvenlerin ahseni
boya gökkuşağına
uçuştuğun gökleri
körelmesin rengarenk ıssız umularımız
vaktin ihtiyarında
yetim ve garibanız
vaha içinde sahra içinde vaha içre
kısraklar bünyemizde
koşturur yarım kalmış şanlı tarih timsali
bizi böyle umarsız
bırakıp ötme Hüma
tozu dumana katan yıldırım toynaklarla
kalkan gibi bilekler
kopan tekbir sesleri
vadilerden akın akın çağlayıp da coşan
muvahhid nefesleri
tevhid türküleriyle
dalgalanan depremler
akışan fırtınalar tamudan kanyonlarda
gidişin kıyametim
bizi böyle kabristan
bırakıp gitme Hüma
ÜÇ VAV
içten içe çürüyen hınçlar
karaya vuran deniz kabukları
evini can yoldaşı edinen
yoldaşlarına göre şekillenen
vefalı keşiş yengeçleri kalbin
içim nasıl da kazaziye
üç vav gibi birbirine kenetli
bir gezegen olsaydık seninle
aksaydık kendi yörüngemizde
sevdamızın meyvesiyle
daireler aynalar birbirine
yuvarlaktaki kadim sır
semahların cezbedeki esrarı
vurur rıhtımlar denizlere
dönüşler geçer durur kendinden
tekrar da bir varıştır bilenlere
duruşlar da gidiştir bil
gidişler de duruştur bu dergahta
akışlar da yüzüştür gökte
yüzüşler de akıştır suda
susuşlar da susayıştır çeşmede
susayışlar da susuş çöl gölünde
kenetleniş ne büyük yolculuk
benlerin eriyişi adeta
biz labirentinin karanlığında
bir karanlık ki baştan ayağa nur
aklın şimdi dönen bir topaç
çıldırışların arenasında
şimdi en emin liman vicdanındır
ve sığın dur sığmayana
bir an saati durur şimdilerin
toplanır çemberlerin sofrası
SİYER MEVSİMİ
asıl şimdi ıssız
Tihâme çölleri
âlemi bağrı yanık
bırakıp gittiğinden beri
sadıklara şahid
Akabe körfezi
şahid peygamberlere Usfân vadisi
acı Tifle kuyusu
tattığından beri mübarek yudumu
yüzyıllardır nasıl da tatlı
bir de göklerden bak Mescid-i Haram
nasıl da atan beyaz bir yürek
kalbim Şuayb mağaraları
fışkırır içimde on iki pınar
çağıldar sesinde
mazlum on iki imam
ham taşlardan bir Musa mahareti
vadideki sunak
dağlara yontulmuş heybetli evler
şimdi bir mezar gibi miras ibret-i aleme
kurudu tapılan Eyke ağacı
kahroldu yedi fal okları
yerinde yeller esiyor putların
şimdi bir mezartaşı Petra
yeşil demirli cami pencereleri
zıvanadan çıkarmaz aşk kendini
Busra serinliğinde
hacılardan gelen esans kokuları
çağın erdemliler sözleşmesi
saraylar sarayı Nur Dağı
tahtların tahtı Hira
bizim kahramanlarımız
pelerinli değil sarıklıydı
zırhlı değil cübbeli
sonuna kadar Rabbine güvenen
Ahbeşeyn Dağının
Ninova Cinleri
alır Resulullah duası
Mirac kokar rüzgar
vadiler, koylar, semalar
sırlar sırrının beşiğinde
aşkın son sedirinde
gönül gördüğünü yalanlamadı
gönül gördüğünü yalanlamadı
gönül gördüğünü yalanlamadı
Biat Mescidindeki kadim tablet
kadar yetim şimdi yorgun yüreğim
girdiği evi mabed kılan adamlarca
yükselen çadırlar aşkına
çalkalanır Kudeyd vadisi
sevilmekler boy atar
böylece kazandılar
alemlere rahmet güle
dost akşamlayanlar
selam Uhud dağına
selam Fuad Dağına
selam Bedir kuyularına
yetim bir hüzündür Ebvâ
serilmiş soframızın göğünde
dokunaklı Ayneyn tepesi
umudun yorganına
sarılan yüreklerde
Takva Mescidinin sarsılmaz ilkliği
yetimlerin en güzeli
satın almış arsayı iki yetimden
Mescid-i Nebi için
Hakk hükümranlığına
ne muhteşem bir bürhan
Kıbleteyn Mescidi
gazveler ve keşif seriyyeleri
sadakatin başkenti
gazâ meydanlarıydı
aşkın kâbesi
komutanlar komutanı Resulullah
toprağa düşen
bir kozalaktan
kocaman bir âlem yaradan Allah
tarifleri aciz bırakacak kadar
sonsuz büyüktür
akın akın melek ordularının
indiği görklü zirve
dile gelsin de sarsılsın göğümüz
Rabbini zikreden rüzgar sesleri
görsel bir ziyafet kum taneleri
Arafat kokan
Üveys hırkası
şahlandırır gurbetlerde hasreti
abdullahların kökten doğruluşu
haccac-ı zalimlerin elim sonu
kadim bir sancaktır Ariş Mescidi
vakarlı minareleriyle
hatırlatır mübarek şehadet parmağını
heybetli hünkarımızın
Uhud dağı sever bizi
biz de Uhud dağını
insan bir dağla kardeş olur mu hiç
kardeş dağlarımız var bizim
kardeş ırmaklarımız
kardeş yıldızlarımız göklerde
dosttur cümle âlemler
daim Hakk dostlarına
haykırıyor çağın abdullahları
okçular tepesini terk etmeyin
kanmayın o deccal saatine
işte aslanlar gibi Hamza Mescidi
üfler durur sırlar sırrını
hurmalıklarda şehadet kokusu
kırılır Fadîh beytinde
bütün şarap testileri
düşer Marid kalesi
Ahzab gazvelerinde
bir yokuştur yaşamak
hendeklerde akan cennet rüzgarı
korkudan ağza gelmiş kalpler
düşmanın kalbine kazınmış panik
Safrâ ile Bettâr en önde
bir anıt gibi yükselir Hudeybiye
mazinin mübarek sesleri
uğuldar sımsıcak atmosferinde
selam olsun biat sıddıklarına
Necaşi ve Haris ve Münzir
Umman krallarına
boyun eğen hükümdarlara selam
ve başkaldıran
firavunlara lanet
efendimin rahmet mektuplarında
oysa felah reçetesi cihanın
mübarek mancınıklar
ne sanatsal deşmişti
siyonist Hayber surlarını
bir nefhada sevinen hurma bahçeleri
göklere yükselen sancak
yankılanır Mûte zaferi
Zeyd ve Cafer ve Revaha
rahmet eylesin Rahman
ve işte Seyfullah orada
ellerinde dokuz kılınç kırılan
hüzünlü Uhud gününde
hakikatin safında olmak ister gibi
vuruyor hakkın hasmına
Diyarbekir’in Süleyman mabedinde
yüzyıllardır akan bereketli sular
Halid’in şehadete olan
cezbedar sevdası sanki
dönüp dönüp vuruşanlara
tozu dumana katanlara
selam hak için durmayanlara
Kureyşliler sana verdikleri
sözde durmadılar
seninle yaptıkları sağlam
anlaşmadan caydılar
kınından sıyrılmış dolunay
gibi şakıyan zağlı kılınçlar
uzaya uzanan bir sancak sanki
mübarek fetihle Mekke
serden geçmiş beş birlik beş koldan
akıyor cihad nehri
mükerrem sokaklarında
işte aşkın asâsı
işte devrilen yüzlerce sanem
çünkü bir kez geldi mi hak
bâtıllar yokluğa
mahkum daima
cahiliye adetleri
şerli kan davaları
saptıran cümle bidatler
şimdi kutlu ayağın altında
şimdi aşka her yatsı Kadir Gecesi
bir çığlıktır Huneyn vadisi
civarında bir avuç ashab kalmışken
bineğini gavurun üstüne süren Resulullah
O ki alemlerin en cesur Abdullahı
bir ay mesafedeki
düşmana korku salan
kalbini tam kaplamış Allah sevdası
aşkın evine dönmüş cihad meydanı
mübarek avucunda
gülleye dönüşen çakıl taşları
yağarken üzerine düşmanların
savaşın seyrini
değiştiren mucize
aşıklarını yalnız bırakmaz Hakk
iniyor görülmemiş melek orduları
zaferler zaferleri kovaladı
kınından sıyrıldı Huneyn Günü
ne güzel bir şahid Hüda Yolu
ne şanlı bir fetih Taif Fethi
cesaretin nişanesi Tebûk Gazvesi
esaretin hengamesi bitmekteydi
putları patlatma seriyyeleri
bir öğüttür şu çağdan bu çağlara
bir peygamber bir sıddık ve üç şehid
Salih’in kentlerinden geçer iken
konuştu Rabbini en çok seven
Yürek hazretleri
“nefsine zulmedenlerin yurduna
ancak ağlayarak girin ki
onlara isabet eden musibet
sizlere isabet etmesin”
kaybedecek neyin var
zincirlerinden başka
ey çağın müslümanı
işte Saadet Asrı
işte zekat memurları
işte adil yasaların yargıçları
kılınçların gölgesinde gör orjinali
gör olman gerekeni
Sevr mağarasında
örülen ankebut ağlarının
üstünden henüz on yıl geçmemişken
kadim İslamiyeti
koca Arab yarımadasına
hakim kılanı tesbih et
Sevgililer Sevgilisi ki
unutma vefat vaktini
maziden son anlarına değin
damarlarında dolaşan zehri
yine bir yahudi etlere zerk etmişti
suya dalan mübarek eller
kademli vechine sürülen
ölümün sekeratı vardır ölümün
mukaddes yolculuk nereye
Er-refîki’l-a’lâ!
kim Rahmân’a tapıyorsa
bilsin ki Rahîm ölümsüzdür
evet Hû gitti
ama sünnetiyle yanında gibi
hicrî 1440 yerinden
Hakikat Medeniyetinin
emin yiğitlerinin
ölmeden ölmeyenler
dirilmeden dirilemezler
BEHRAMPAŞA
muhteşem Selimiye benzeri mimari
Mimar Sinan üstadın ustalık eseri
sekiz sütun gövdesine taşlardan
birer kördüğüm atılmıştır sanki
kimsesiz Suriçi’nin dilsiz sokaklarını
bir şölen yerine dönüştüren incelik
eksik olmaz rahmetli avlusundan
çocuklar, kediler, kuşlar, böcekler
gelin bir de buradan izleyin gelin
haşmetli İslam medeniyetimizi
karnaslarda Süleymaniye ihtişamı
kitabelerinden belli Sahabe şehri
minberinin külahı çiniyle kaplı
kapısında bir şaheser su mermeri
satranç kufiyle yazılmış dört koldan
semah eden Habib-i Kibriya isimleri
kuvarsı cezbede kendinden geçmiş
İznik çinileriyle kaplı kadim duvarlar
mihraplarında saflığın ülküleri
kara bazalt taşlarından bir şiir sanki
saçı örgülü yıldızlar iç mukarnaslarda
döşü geniş kubbesiyle muntazam estetik
metafizik gerilimler tozan ışıklarında
vakardan metaforlar dimdik sütunlarında
sekizgen yapısıyla; hazin yalnızlığıyla
âlî devletimizin bir türbesi gibi şimdi
diktörtgen boşluklara dolan yaşamak azmi
ecdadın ervahını hissettiren külliye
geçmişle geleceği buluşturan bir meclis
Mimar Sinan’ı Şeyh Galib kılan taş üstünde
kalbi Dicle diye çarpan bahtın rüzgarında
bir çizgiydi bulutlardan Behrampaşa Cami
ÜLKÜMÜZ DEVRİM
genzimde bir sergüzeşt
koynumun merkezine kadar kıvrılan
kanırtan hınzır hevesleri
sisleri tırmalayan haylaz açelyalar
sensizliğin biz kokan kıyametiyle
aşka hadım edilmiştir
içimde açılmayan mühürlenmiş mektuplar
yağar tırmalarcası sandukamın kürküne
gençtim kısrakların
toprağa hazla saplanan toynakları kadar
gençlikten burağanlar biriktirdim
yatağanlarla doğrarcası
kara kutusuna kadar ciğerlerimin
vurulmak neymiş bildim
mahralarda sahralar uzanıyor
dünya kıyameti sonuna kadar hak ediyor
çırılçıplak armakçılar
kirletirken oğuzluğun hisse senetlerini
dosyalar artık yırtılmak içindir
yargılarından habersiz yargıçlar
şimdi haksızlığın ayetleri
akıyor budunlar sokaklarında evrenin
kurganlar artık çöküşlere mahkumdur
kutaylar kervanlarda
yeni bir cihanın rüyasını çığırmakta
bilge taşralardan
çaylak şehirlere ihtar
orada bengi yaşamaklar
burada tadımlık yalnızca
çocuk sevinçlerinin koşturduğu evlerde
ölümlerin o yetişkin ağır
kulak zarlarını sağır eden
şimdi suskun çığlıkları dolaşıyor
öyleyse acısını dindirmeli vahşetin
bir yağız hünkar korkusuzca
herkes beklenenlerin
peşinde aynalara bakamadan
imgeler alışıktır kırılmaya farlarda
pusumda aşiret bozkırları
güneşin yerini tutar
kozmosunda fantasmalar
bir gökçe hicret kadar mevzi tutar
sarıklara havlıyor kanişler
yağlı köy sabunu kokmuyor yaşayan leşler
kentlerde ceset nehirleri
yıkılan köprülerden
örülen duvarlara üzülme sakın
körpe labirent olur
buldurur birbirimizi
kavganın gümrah memelerinden
yaralar emzirdik hep yoldaşlarla
kaslarımızı gırtlağına değin sıkıyor
kol muskası pazıbentler
can evlerinde tamudan yuvalar kuran aşk
palazlanıyor çıngarın
kanla sulanmış tarlalarında
ülkümüz devrim
insanlığı hunharlığa neşter kılan
huylanan döl döşekleri
doğumun görklü kuzey ışıkları altında
yepyeni bir doğruluşa gebeydi
çapa yapan kadınlarıngölgesinde
ter bezinde kundaklar benim yerim
ülkümde devrim
yıldızlı geceye dönüşür sevgilim
ipiltiler esintilerin
kanına karışıyor ıpıslak ıslıklarda
tezgahlarda işveli ciddiyetler
ne denli serpilebilirse som kapanlarda
o raddeye kadar kuşmar
dağılan nazenin saçların
tellerinde yürüyen cambazlar cudam
betondan putlara tapan
çinko patronlarla haşrolan
pazen entariler yağar militan ruhlara
dindirmek için hoyrat hırslarını cevherin
işte küstah yürekler
mutantan recimlerini kör emperyalizmin
boğazlamaklar için birikiyor
ülkümüz devrime kıvrılıyor
devrimlerimiz ülkülere
türkülere birleşen düşlerimiz
lügatlerde sevmekler
yeniden tanımlanıyor
durun ve hayatla yüzleştirin çehrenizi
oysa haylamaz dibine açan hiçbir domur
huysuz langustlar
pavkırışlara boğuyor yeröteyi
tıpırtılar tıkırtılarla sevişiyor
tenha kaldırımların damsız yalpılarında
fısıltılar boranlarla
can kırıkları karıştırıyor damarlara
kalın bıçaklar kesemiyor ince tülleri
karıncalanıyor ergen yerlerin
yaşlanmayan gözlere küflenmek yasak
işte hipnoz edilmiş metropol köleleri
tiryaki egzoz dumanlarına
özenti vitrinlerde hep janti sömürgeler
bir fiyasko gibi geçenlerdir
sokaklardan caddelerden bulvarlardan
onlar asıl kazananlardı
panjurların satır arasında oksitten
mısraları sökebilen şairler
besteleyecek tutunamayan galipleri
kapitalist yaşayıp komünist küfredenler
rezaletsel rüsvaylığa mahkumsu
sustum susulacak ne kadar kağnı varsa
mecnunlar yüreğini tükürüyor sahraya
düşlüyorsun eriyene dek beynin
kaynayan bir kazana dönüyor kelle tası
ışığa yumruklar attıran sendin
zarfında güzbatımı fırtınası
taraçadan süzülen matruş papatya dansı
kardan çocuğa döner cıvıldayan nefesin
aynaları sırlayan cıva gözlerin kokar
çakılır vidalar derisine şehvetin
gün gelir ülkün de devrilir
türkü çığırmaya başlar devrimin
değişmez sandıklarından doğar ilk değişim
alaturkalar alafrangalaştıkça
dumura uğrayacaktır çağdaşça
şen olası raconlar gereğidir
kan damlaları birikiyor kum saatinde
tütüyor fişek tarzı miğferler
dünya kıyameti sonuna dek hak ediyor
bileniyor delişmen pençeler
bilal yavuz
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.