- 833 Okunma
- 3 Yorum
- 1 Beğeni
Sana ne arkadaş, size ne arkadaş?
Soğuk havalarda, yağmurlu havalarda ya da kar yağarken evden dışarıya çıkmışsak bizi görenlerden aklı evvel birileri çıkar “Engelli dediğin evinde oturur ne işin var çıktın?”, “Bu soğuk havada neden çıktın?”, “Bu havada dışarıda ne işin var?”, “Senin sahibin yok mu, sen çıktın?” vb gibi ipe sapa gelmez sözlerle hesap sormaya çalışırlar.
Sadece soğuk havalarda mı soruyorlar sanıyorsunuz?
Normal günlerde de, sıcak havalarda da bu soruyu soranlarla karşılaşırsınız!
Tepki gösterdiğinizde ise verdikleri cevaplarda tıpkı soruları gibi “Hasta olursun diye söyledim”, “Seni düşündüğüm için söyledim”, “Ben senin iyiliğini düşünüyorum diye söyledim” vb gibi ipe sapa gelmez sözlerden oluşur…
Sanırsınız ki yeryüzünde tek akıl onlarda var, tek fikir kendilerinde var!
Sana ne arkadaş, size neeee arkadaş?
Yağmurlu ya da karlı havalarda! Kavurucu sıcak havalar ile dondurucu soğuk havalarda!
Dışarıya çıkmamdan sana ne, size ne?
Devlet memuru olmanız… Belediye personeli olmanız… Bilmem nerenin, bilmem neyin nesi olmanız… Size bu soruyu ya da benzer soruları sorma hakkı mı veriyor?
Sorgu memuru musunuz? Başımıza savcı mı kesildiniz? Hâkim mi oldunuz? Nesiniz sahi siz söyler misiniz?
Memur değil isterse vali ol, belediye personeli değil isterse belediye başkanı ol, ister milletvekili, isterse de bilmem neyin nesi ol! Ne olursan ol, bu sizlere soru sorma hakkı vermez! Vermez arkadaş vermez!
Kim olursan ol, ister engelli olsun isterse engelli olmasın bir başka kişiye soru sorma hakkı vermez!
Bizler sizlere bu sorular gibi abuk subuk şeyler soruyor muyuz?
Bu havalarda sizler neden çıktınız diye soruyor muyuz?
Sizler neden çıkıyorsanız bizlerde o nedenle çıkıyoruz! Sizlerin işleri var diye çıkıyorsanız, bizlerinde işi var! Sizler bir yerde çalışıyorsanız, bizlerde çalışıyoruz!
Sizler hayatınızı idame ettirebilmek ve yaşamınızı sürdürebilmek amacıyla zaruri ihtiyaçlarınızı karşılayabilmek ve alışveriş yapabilmek için markete, manava, kasaba, fırına, mağazalara ya da herhangi bir yere gidiyorsanız, bizlerde gidiyoruz!
Sizler cenazelere, düğünlere, bayramlara gidiyorsanız bizlerde gidiyoruz!
Sizler hasta olduğunuzda nasıl doktora gidiyorsanız, ilaç almak için eczaneye nasıl gidiyorsanız bizlerde gidiyoruz!
Spor yapmaya da giderim, eğlenmeye de giderim, birahaneye ya da pavyona da giderim! Dışarıya çıktığımdan, nereye gittiğimden sizlere ne?
Engelliyiz diye evden dışarıya çıkmayacak mıyız? Engelliyiz diye işimiz, gücümüz olmayacak mı?
Bu arada “Yanında sahibin yok mu?”, “Sen neden yalnızsın, yanında sahibin yok mu?” vb. gibi sorularda neyin nesi oluyor?
Boynunda tasması ile gezdirilen süs hayvanı mı sanıyorsunuz bizleri? Yanımızda birilerinin olup olmaması sizleri ne ilgilendiriyor?
Anlatmaya çalıştığım bu olaylarla ilgili yüz yüze gelmeyen, yaşamayan bir tane dahi engelli bulamazsınız? Bu sorularla karşılaştığımızda psikolojimiz yerle bir olur… Tüm günümüz öldüğü gibi günlerce kendimize gelemeyiz…
Bu anlattığım olayla sık sık karşılaşanlardan birisi de arkadaşım, dostum Yücel Doğanşahin’dir. 24 Ocak’ta yaşadığımız depremde evinde oluşan hasardan dolayı yetkililerin gelip inceleme yapması amacıyla iki hafta kadar beklediğinden bunalır ve 11 Şubat’ta birazda olsa hava alabilmek amacıyla dışarıya çıkar.
Kurs gördüğü Malatya Büyükşehir Belediyesi Kültür ve Sanat Merkezine (MABESEM) gitmek amacıyla otobüse binmek ister. O esnada durakta bulunan Özel Halk Otobüsü sürücüsüne araca binmek istediğini söylediğinde “Bu soğuk havada niye çıktın?” sorusuyla karşılaşır.
“Sen niye çıktıysan ben de o yüzden çıktım” diye cevap verince bu defa sürücü “Ben çalışıyorum.” der. Yücel Hanımın “Ben de evde sıkıldım diye çıktım” demesi üzerine dengesiz mi dengesiz olduğu sözlerinden anlaşılan sürücü “Bak bak, birde sıkıldım diye cevap veriyor.” der. Bu sözler karşısında Yücel Hanım “Araban başına çalınsın, binmiyorum.” dedikten sonra oradan ayrılır. Tam bir hafta kadar psikolojisi altüst olmuş bir halde yaşar.
“Bak bak, birde sıkıldım diye cevap veriyor.” diyen kendini bilmez sürücüde kabahat yok, onu ve onun gibi düşüncede olanları, insan ilişkilerini bilmeyen, eğitimsiz, kültürsüz kişileri toplumla iç içe olan görevlerde istihdam ederek oralarda oturtanlardadır…
Sözün özü olarak; Malatya Valisi Aydın Baruş ile Malatya Büyükşehir Belediyesi Başkanı Selahattin Gürkan başta olmak üzere tüm yetkililer ile seçilmiş siyasetçilere sormak istiyorum: Personellerinizi, engellilere nasıl yaklaşılması gerektiğini, onlarla iletişim kurarken nelere dikkat etmeleri gerektiği vb. gibi konularda ne zaman bilgilendirip, bilinçlendireceksiniz? Sizler için sorun gibi görülmeyen bu tür olayların bizlerin ruhunda derin yaralar açtığını bilmez misiniz? Psikolojik olarak bunalıma girmemize ve hayata küsmemize neden olan bu tür olaylar PASİF ÖTENAZİ sayılmaz da ne sayılır! Unutmayın ki, personellerinize zaman zaman psikolojik ve davranış eğitimi verilmesiyle, biz engellilere daha kaliteli ve sağlıklı kamu hizmeti sunulmuş olunacaktır…
Ali Haydar Koyun
Yazar/Engelli Aktivist
YORUMLAR
Hayata karışmak ve ben de varım diyebilmek ne kadar güzel içinde güçlü duygular beslemek, mücadelesini edebilmek. Her türlü noksanlıklardan münezzeh olan sadece Allah'tır... Selam ve saygılarımla
alihaydarkoyun
Akıl vermek bir tür irade kısıtlaması; daha karamsar olmak gerekirse bütünüyle irade gasbıdır. Türkçesi şudur bunun: "Sen düşünememişsin/düşünemiyorsun/düşünemezsin. Bak ben sana iyilik yapıyor, senin iyiliğini senin yerine düşünüyorum. İradeni bana teslim et. Aaaa çok ayıp! Benim gibi düşünceli ve ileri görüşlü (üşüyeceğinizi önceden görürler mesela) birine direnemezsin. Ben senin düşünemediklerini de düşünebilen, üstün bir akıl sahibiyim."
Öfkeye neden olur bu. Ki zaten haklı olarak sizi de öfkelendirmiş. Sizin yerinize sizi düşünerek iradenizi gasp ettikleri için öfkelenmiş ve bu yazıyı kaleme almışsınız. Engelli, engelsiz her Türk aşağı yukarı yaşar bunu. Yaşar, şikayet eder, sonra aynısı da kendisi başkalarına yapar. (Sizi tenzih ederim)
Bana kalırsa bu durum etraflı düşünememek ve empati kuramamaktan kaynaklanıyor. Kendini; düşünce, duygu, inanç, söylem ve eylemlerini sorgulayıp hatalı olanları tespit edememe hali. "Ben çalışıyorum" diyerek kendini savunan şahıs, bir başkasının da başka bir gerekçeyle dışarda olabileceği gerçeğini göremiyor. Görmek de istemiyor aslında. Birazda işine öyle geliyor çünkü. Uğraşmak istemiyor bir kere. Rutinini bozarak bir engelliye zaman ve enerji ayırmak zoruna gidiyor.
Tabii bu durum sadece engellilere has bir durum değil. Engellilerin maruz kaldığı bu negatif alışkanlığın sebebi de aşağı da yazdıklarımdır:
Bu ülkede çocuklarımız kendisinin yerine onu düşünen ebeveynler elinde yetişir genellikle. Bizim ebeveynlerimiz çocuğunun yerine; onun acıkıp acıkmadığına, üşüyüp üşmediğine, yeterince çalışıp çalışmadığına, birşeyi yapıp yapamayacağına karar vermeyi severler. Çocuğun bir fert olduğu gerçeğini kabullenmeyip, onu herhangi bir eşya, bir hayvan, bir cansız varlık gibi sahiplenme halidir bu. Çocuk yemek yemek istemiyordur; zorla kaşığı ağzına sokarlar. Üşümüyorum dedikçe zorla giydirmeye çalışırlar. Çocuk birşey yapmak istiyordur, peşinen ; hayır sen yapamazsın, derler. Ve daha yığınla şey. Karşı çıkıldığında cevap size de söylendiği gibi "Ben seni düşüyorum" olur.
Sürekli olarak bu şekilde iradesi gaspedilen çocuk, ikinci parağrafta da değindiğim üzere, gün gün agresifleşmeye, öfke nöbetleri yaşamaya başlar. Erkek çocukları fıtratları gereği kendi kararlarını kendileri vermeye daha yatkın olduklarından, iradelerinin kısıtlanmasını ve gasp edilmesini kadınlar kadar kolay kabullenemezler. Öfkelenir, bağırır, hatta fiziksel şiddete başvurmaya başlarlar. Çocukluklarında maruz kaldıkları bu kısıtlama ve gasp yüzünden sinir uçları hassaslaşır. Pireye kızıp yorgan yakar hale gelirler. Yetişkinliklerinde iyice katmerlenir sorun. Bu defa anne-babanın rolünü eş üstlenir. Aynı agresiflik ve öfkeyi eşlerine sergilemeye başlarlar. Bir noktadan sonra sözel şiddet, fiziksel şiddete evrilir ve sonraki aşama kuvvetli ihtimalle kadın cinayetidir. Hadi cinayete varmadı diyelim; bu sefer de bir sonraki nesle geçer ve dün ebeveynlerinin bu kısıtlama ve gasbından rahatsız olan erişkin çocuğumuz, aynı muameleyi kendi çocuklarına yapar. Zincir nesiller boyu uzar. Bir nesil işi cinayet boyutuna vardırmasa, sonraki nesillerde er geç kan dökülür.
Bu bir toplumsal yaradır. Kültürel alışkanlık yapısının bireye yansımasıdır. Gerçekçi konuşayım; vali ya da belediye başkanının müdahelesi ile de kolay kolay düzelmez. En azından kısa vadede... Düzelse bile yapmacık olur ve siz o yapmacıklığı her halükarda hissedersiniz.
Peki çözüm ne? Yine gerçekçi olacağım: Bilmiyorum. 33 yaşıma kadar ancak sorunu tanımlayabildim. Ömrüm yeterse amacım çözümü de bulmak olacaktır.
Tebrik ederim. Saygılarımla.
Demircioğlu tarafından 3/8/2020 2:34:25 AM zamanında düzenlenmiştir.
alihaydarkoyun
Bir şekilde insanlar gereksiz yere birilerine musallat olmayı işten sayıyor.
Engelli olmak ya da engelin kimin gözünde neye denk düştüğü.
Akılları sıra yol gösteriyorlar oysaki bir dönseler de kendilerine baksalar.
Değerli yazarım, düşünce ve zihniyet engelli o kadar çok insan var ki hatta nerede ise gözünüzün üstünden neden kaşınız var diye saçma sorgulardan kendini alamayan.
Kocaman yüreğiniz dert görmesin dost yazarım.
İnsanları adeta kendine vazife edinmiş.
Nerede sessiz sedasız kendi halinde insanlar görseler bir şekilde müdahil olmaktalar.
Herkes kendinden mesul.
Dileyen dilediğini yapar mademki özgürüz ve demokratik b,r toplumuz.
Cehalet işte belimizi büken.
Sağ duyulu insanlar çoktan firarda.
Sonsuz selam ve saygılarımla duyarlı ve asil yüreğinize.
Başarılarınızı ve kaleminizi takdir eden sayısız insandan biri olmak adına mutluyum da her yazınızda verdiğiniz özgüven ve yürek mücadelenizi sonuna kadar destekliyorum