- 850 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
SÖZCÜK KATLİAMI “nur-ışık”
Yaşayan sözcükleri yok saymakla sözcüğü ortadan kaldıramazsınız. Kalıplaşmış ve mâneviyatı üst düzeydeki sözcükleri basitleştirmenin nedenini anlamak çok zor. Son zamanlarda “NUR” sözcüğü yerine “IŞIK” sözcüğünün kullanılması gibi.
Sözlük anlamı olarak baktığımızda “nur” sözcüğünün karşılığını şu şekilde görüyoruz:
1. Aydınlık, ışık, parıltı, ziya.
2. İlahî bir güç tarafından gönderildiğine inanılan parlaklık.
Görüldüğü gibi hiçbir tartışma gerektirmeyecek şekilde karşılıkları vardır. Birinci şıkta yer alan sadece “ışık” karşılığını ön plana çıkararak anlam daraltmanın nasıl bir gerekçesi olabilir? Eğer amaç dilde sadeleşme ise kesinlikle yanlış bir yol izlenmektedir. Var olan, yaşayan ve tam anlamıyla duyguları yansıtamadığı halde "nur" sözcüğü yerine "ışık" sözcüğünün ısrarla kullanılarak "Işıklar içinde yatsın!" örneğindeki gibi söylemler dilde sadeleşme değil, var olan -ve dahi farklı kavramlar taşıyan- sözcüklerin katli demektir. Sevdiğimiz birini kaybettiğimizde yaşanan acılar, duygular, dualar "Işıklar içinde yatsın, ışıklar yoldaşın olsun!" gibi söylemlerle, bu kadar basit ve sıradan bir ifadeye sığdırılabilir mi? Elbette hayır. Yüreğimizdeki o acıya teselliyi, sıradan bir “ışık” ile değil, ikinci şıkta da açıklandığı gibi Tanrı’nın manevî katından yansıması beklenen “nur” ile buluruz. Dolayısıyla “Nur içinde yatsın, mekânı cennet olsun, Allah rahmetini esirgemesin!” deriz. “Işıklar içinde yatsın!” dedikten sonra arkasından “Mekânı cennet olsun, Allah rahmetini esirgemesin!” dermeyiz? Dersek de kendimizle çelişkiye düşmüş olmaz mıyız? Adama “Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu?” demezler mi? Eğer “nur” yerine “ışık” kullanmayı tercih ediyorsak o zaman en basitiyle “rahmet, mekân, cennet” sözcüklerini de dışlamak, değiştirmek gerekmez mi? Bu işin sonu nereye varır dersiniz?
Yukarıda da açıklamaya çalıştığımız gibi elbette bu sözcüğün fizikî açıdan “ışık” karşılığı vardır ve kimse bunu dışlayamaz, görmezden gelemez. Oysa nur sözcüğü sıradan bir ışık mıdır? Hayır. Daha çok mecazî bir kavram yansıtmaktadır. İster inançlı, ister inançsız olun fark etmez. Buradaki tanım basit bir ışıktan ziyade çok daha derin ve ilahî bir kavram içermektedir. Eğer bunu anlayamıyorsak, iki sözcüğü de eş anlamlı olarak değerlendiriyorsak büyük bir yanılgı içindeyiz demektir. Bu sözcüğün Arapça kökenli olması neyi değiştirir, bize ne kaybettirir ki? Diller her zaman başka dillerden sözcük almış, vermiştir. Bu alış-veriş özellikle kültürel ilişkiler başta olmak üzere çeşitli etkileşimlerden kaynaklanmaktadır. Bunu kimse önleyemez. Türkçe de bu şekilde hem almış hem vermiş, sonuç olarak da sözcük dağarcığını genişletmiştir. Burada önemli olan nokta alınan sözcüklerin -ki eğer dilde tam karşılığı yoksa, türetilemiyorsa- dilin yapısına, kurallarına ve söylemine uygun bir şekilde değerlendirilmesidir. Örneğin, “ceket, pantolon, sinema, tiyatro” gibi. Eğer biz yaşayan bir dilin bu özelliklerini önemsemez, göz ardı edersek dilin zenginliğini dumura uğratmış oluruz. Yukarıda verilen örneklerdeki gibi Batı kökenli sözcüklerle ilgili bir kaygı güdülmezken, “nur” sözcüğüne Arapça kökenli olduğu için düşmanlık edeceksek, öncelikle kimliklerimizde yer alan kendi adlarımızla başlamamız gerekmez mi? Örneğin ben kendi adımı “Arapça kökenli olduğu için kullanmak istemiyorum.” diyerek kaldırıp yerine "Benim adım BEĞENİLEN’dir" demem, ne derece mantıklı olur dersiniz? Bırakın mantık tarafını, komik oldu değil mi? Hadi göreyim sizi Eminler, Sevdalar, Hasanlar, Mesutlar, Fikriyeler, Muzafferler… vb ısrarcılar. Madem bu tür Arapça kökenli sözcüklere karşısınız, kullanmak istemiyorsunuz o zaman kendi adınızı da bir değerlendirin lütfen! Olmaz, yapamazsınız. Öyleyse bu güzelim sözcüğü de yabancı kökenli diyerek dışlamayın lütfen. O artık bizimdir. Hem söylemi hem yazım biçimiyle bizim dilimizin kurallarına uyum sağlamıştır. Biz Arap sevdası güden yobazlardan değiliz. Böyle bir düşünce söz konusu olmaz. Bilimde ırkçılık olmaz. Bizim derdimiz dilimizde yaşayan, önemli kültürel değer yargılarımızı yansıtan bu tür sözcüklere sahip çıkmaktır. Kaldı ki dilimizden, kültürümüzden bunu atmaya kalkışmak, pek çok deyim, terim ve ataların sözlerini de yok saymak, kaldırıp atmak demektir. Bu tür uygulamalar ve zorlamalar, kaş yapayım derken göz çıkarmanın ta kendisi olup -iyi niyetli dahi olsa- dilde zenginliği, sadeleşmeyi savunurken yanılgı içerisinde dili, anlatımı fakirleştirmeye neden olur. Yazık günah değil mi bu dile? Nedir bu sözcük düşmalığı? Yeri geldiğinde her türlü İngilizce veya o taraf dillerinden yapılan alıntıları entelimsi havalarla dilimize yuvalandırıp satmayı biliyoruz. O sözcükler babamızın malı mı? Biz mi ürettik? Oysa o tür dile yeni girecek olan sözcüklere rahatlıkla karşılıklar bulunabilir. Türk dilinin yapısı ve zengin kelime haznesi kesinlikle tüm gereksinimleri karşılayacak düzeydedir. Yeter ki değerlendirmesini bilelim ve kullanımına özen gösterelim. İşte mesele buradadır. Amaç var olanı dışlamak değil, yeni girecek olan el dili sözcüklerinin önüne sur çekebilmektir. Bir dil ancak bu şekilde kendini korur, sağlam ve güçlü kalabilir. Diller, kullananların tercihi doğrultusunda sözcükleri yaşatır ve yüceltir. Fakat bu asla zorlamayla, siyasetle olacak iş değildir.
Konuyu bir de madalyonun diğer tarafından ele aldığımızda ise karşımıza çok ilginç bir düşünce yapısı ortaya çıkmaktadır. Bu tür kullanımların, bazı inançsız kesimlerce -ki kendi yorumlarından alıntıdır- kasıtlı olarak mâneviyatı zayıflatmak adına gündeme getirildiklerinin de bilinmesinde yarar vardır. Haliyle kimsenin inancını sorgulamak gibi bir niyetimiz söz konusu olamaz. Fakat inançlı kişilerin, “modaya uymak, entel olmak(!)” gibi bilinçsizce ve yapay kaygılara kapılarak, kültür ve inanç geleneklerimiz çerçevesinde bu tür girişim ve söylemlere meyl etmemesi gerekir.
Her şeyi bir taraf bırakalım. Gelin şimdi şu sözlerde yer alan “nur” sözcüğünü kaldırıp yerine “ışık” sözcüğünü koyalım. Kararı kendiniz verin.
- Nur topu gibi çocuk. > Işık topu gibi çocuk.
- Nur yüzlü ihtiyar. > Işık yüzlü ihtiyar.
- Göz nuru > Göz ışığı
- Gülnur, İlknur, Öznur > Gülışık, İlkışık, Özışık
Ya aşağıdaki ifadelerde yer aln “nur” sözcüğünü değiştirmeye ne dersiniz?
- Nur ol! (var ol, çok yaşa, bravo)
- Nur inmek. (Kutsal bir yere gökten Tanrısal ışık yağmak.)
- Nur Suresi (64. âyet)
- Çocuktaki utanma hâli, ondaki akıl nurunun alâmetidir.
- Ehlinin kalbî nurları sözlerinden önde gider. Böylece nurlandırdıkları yere sözlerinin tesiri de ulaşmış olur.
- Namaz kılan, secde eden, iyi niyetli, temiz yüzlü, sevimli kişilerin alnındaki parlaklığı gördüğümüzde “Şu adamın (kadının) yüzünde nur parlıyor.” demez miyiz?
- “Nurlarla doldu cihan” denildiğinde acaba sadece ışıktan mı söz ediliyor dersiniz?
Yaşayan sözcüklerimiz kökeni ne olursa olsun bizimdir. Yapmayın ne olur sözcüklerimize düşman olmayın. Dilimiz sadece bizim değil, gelecek nesillerindir. Onlara sağlıklı bir dil bırakabilmek umuduyla.
Tahsin MELAN
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.