- 1101 Okunma
- 8 Yorum
- 6 Beğeni
Bileylenmiş Harfler
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Işıltılı bir hediye kağıdıyla sarılmış üzerine siyah bir kurdeleyle fiyonk yapılmıştı...biricik eşi, evinin direği bu paketi ellerine bıraktığında, yüreğine de bir kor parçası koymuştu...bütün ısrarlarına rağmen içinde ne olduğunu öğrenememiş en sonunda şiddetli bir azarla sormaktan vazgeçmişti...kocasının çalışma odasındaki heybetli kitaplığın en üst rafına konmuş asla el sürülmemesi için kati suretle uyarılmıştı...
Zavallı Saniye hanım temizlik yaparken bu sır dolu küçük kutuyu yerinden oynatmadan etrafındaki kitapların, rafların tozunu alır korkak, meraklı, biraz da kızgın gözleriyle kutuyu süzer, maşukuna uzaktan bakan aşık gibi iç geçirirdi...
Kendi halinde ufak tefek, beyaz tenli , hafif kilolu bir kadın olan saniye hanım o günden sonra daha bir içine kapanmıştı...o kutuda ne vardı...kocası neden " ben öldükten sonra açacaksın bu kutuyu" demişti...hem de neden siyah kurdeleyle fiyonk yapılmıştı...aklına hiç bir şey gelmiyor aklına gelen tek ihtimali de sıkışan yüreğinin baskısıyla bastırıyor, hafif bir rüzgar gibi dimağını yalayan bu düşünceden kendisini sıyırmayı iyi beceriyordu...
Kocası Naci bey, çocuk esirgeme yurdunda büyümüş, sessiz sakin, az konuşan, az gülen memur emeklisi bir adamdı...yıllardır işinden evine, evinden işine gider, ara sıra iş arkadaşlarıyla ava çıkar, iki kızının annesi saniye hanımı oldukça özgür bırakır, bir dediğini iki etmez, maaşını olduğu gibi karısının avuçlarına sayardı...
Saniye hanım hayatından memnundu mennun olmasına da Naci bey biraz konuşkan olsaydı hiç de fena olmazdı...tıpkı kendisine emanet ettiği kutu gibi kapalı bir şeydi kocası...onun bu suskunluğunu kendisine bir tavır gibi algıladığı anlar azımsanmayacak kadar çoktu ama Saniye hanım bu durumu kabul etmiş sabırdan başka yapacak bir şey olmadığına inanarak bana lazım olan huzur deyip iki çocuğuyla günleri aylara ayları yıllara devirmişti...
Şimdi bu kutu neyin nesiydi...bir itiraf mı vardı içinde, bir suçun özrü, bir af dileme...zaten kocası tarafından sevildiğinden hiç emin olmamıştı evliliği boyunca...yoksa, yoksa, yoksa...bu yoksalar altmışlarının başındaki kadını huzursuzluğun içinde tüketmeye başlamıştı...
Bu olayın üzerinden bir yıl geçmişti ki Naci bey amansız bir hastalığın pençesine düşüverdi...Saniye hanım evinin direğine iki kızı da biricik babalarına bu dönemde gül gibi baktılar...ve takdiri ilahi tecelli etti bir gece bir hastane odasında son nefesini verdi Naci bey...
Cenazeydi, yedisiydi, kırkıydı günler hızla geçti...taziye ziyaretleri bitti, kızlar kendi hayatlarına döndüler ve saniye hanım her köşesinde kocasının hatırası sinmiş evinde yalnız kaldı...Naci beyin çalışma odasına dokunmadılar...kitapları, masası olduğu gibi kaldı...ve o kitaplığın üst rafında küçük bir kutu sakince sahibesinin kendisini açmasını bekledi...
Saniye hanım o kadar merak etmesine rağmen mümkün mertebe bu kutuyu açmayı erteledi taaki bir gece gördüğü rüyanın etkisiyle yatağından fırlayıp çalışma odasına dalana kadar...
Rüyasında Naci bey bir ateş çemberinde kendisine sesleniyor " Saniye su ver " diye inliyordu...
ve Saniye hanım bu küçük kutuyu açıyor , kutunun içinden serin sular Naci beye doğru akıyordu...
Titreyen elleriyle kutunun kapağını açtığında kalbinin sesi kulaklarında çınlıyordu sanki ...içinden bir kağıt çıktı, katlanmış bir saman kağıdı...yavaşça açtı kağıdı, Naci beyin el yazısıyla işlenmiş cümleleri okumaya başladı...
Saniyem...biricik eşim...bu mektubu açtığında seninle beraberliğimizin sonuna gelmişiz demektir...benim garip eşim, fedakar hayat arkadaşım bunca yıllık hayat arkadaşlığımızda iyi kötü günlerimiz küçük büyük kavgalarımız oldu, ben sana hakkımı helal ediyorum sen de bana et...
biliyorsun ben konuşmayı pek sevmem ve sen hep üzülürdün bu duruma...ben de üzülürdüm ama yapamazdım işte...birde sen bana " seni seviyorum " derdin de ben hiç karşılık veremezdim, isterdim ama yapamazdım, yüreğime soğuk duvarlar örülmüştü çünkü...
Saniyem ben sevgisiz bir evde çok baskıcı eli sopalı bir babanın elinde büyüdüm...bu sopa da en çok zavallı anneciğime çevrilirdi...annem benim, gözündeki yaşlar içime kor olur yağardı...o gözyaşlarını gördükçe ben çocuklarımın annesini hiç ağlatmayacağım diye yemin ederdim...seni ağlatmadım ama çok da güldürmedim yüzünü...
babam pek konuşmazdı bizimle ama annemle kavga ettiği günlerde beni kucağına oturtur
" bak oğlum kadın milletine çok yüz vermeyeceksin, öyle süslü püslü kelimelerle şımartmayacaksın, hele hele seviyorum falan zinhar ağzından çıkmayacak" derdi...
Büyüdüm ama babamın içime ektiği bu saçma sapan telkinlerden kurtulamadım maalesef...bazen dilimin ucuna gelir seni seviyorum Saniye demek isterdim ama babamın sesi ağzımdan harfleri tek tek alır, sivri diliyle bileyler ve boğazıma dizerdi...
seni hakkın olan sevgiden yoksun bıraktığım için özür diliyorum, beni affet, hakkını helal et ...
seni çok seviyorum.
Saniye hanımın yanaklarından süzülen yaşlar Naci beyin kelimelerini ıslattığında bu gözyaşlarının acıdan mı mutluluktan mı aktığını Naci bey bilemeyecekti...
frezya
YORUMLAR
* " Kocası Naci bey, çocuk esirgeme yurdunda büyümüş, sessiz sakin, az konuşan, az gülen memur emeklisi bir adamdı..."
* " Saniyem ben sevgisiz bir evde çok baskıcı eli sopalı bir babanın elinde büyüdüm..."
Güzel hikayenizde bu iki yerde takıldığımı söylemeden edemedim. Ya örtüşmeyen bi şeyler var ya da bi bağlantı eksikliği var gibi geldi.
Tebrik ve saygılarımla..