- 896 Okunma
- 6 Yorum
- 1 Beğeni
İKİ KIZGIN ADAM
Yaklaşık olarak beş senedir şahsen olmasa da bir edebiyat sitesindeki yazıları dolayısıyla tanışıyorlardı. Son bir kaç aya kadar da aralarında oldukça güzel bir muhabbet vardı. Lakin son bir iki ayda kara kediler girmişti aralarına. Aslında her ikisi de bu kara kedilere ‘’ Pist ‘’ Deyip yine eski muhabbetlerini devam ettirebilirlerdi lakin kara kedilerin yanında karikatürlerde hep kırmızı renkli ve boynuzlu olarak çizilen şeytan ve resmi henüz çizilmemiş olan nefs de kara kedilere ‘’ Pist’’ demek yerine birbirlerine karşı daha saldırgan olmaya zorluyordu onları.
Onlar biri yetmiş, diğeri altmış altı yaşında iki kızgın ihtiyardı.
Bu iki kızgın ihtiyardan her ikisi de emekli ve ordu mensubuydu. Altmış altı yaşında olan irfan ordusunun bir komutanı olarak yıllarca görev yaptıktan sonra, yetmiş yaşındaki ise doğrudan doğru doğruya Türk Silahlı kuvvetlerinde yıllarca görev yaptıktan sonra emekli olmuştu. Her ikisi de uzun zamandır aynı edebiyat sitesinde yazılar, şiirler paylaşıyordu.
Kara kedilere ‘’ Pist’’ demek yerine her ikisi de gerdikçe gerdiler. Hem kendilerini, ham de içinde bulundukları ortamı... Sonunda iş ‘’ Geliyorum, seninle hesaplaşacağız’’ Noktasına kadar geldi.
Evet aslında sorunu yüz yüze konuşarak halletmek gerekirdi bir başka arkadaşın yaptığı gibi. Lakin dedim ya bu iki ihtiyarın her ikisi de oldukça kızgındı, her ikisinin de burnundan kıl aldırmaya niyeti yoktu. Yani böyle bir buluşma hiç de hayırlara vesile olmayacaktı.
Ama yine de farz edelim böyle bir buluşma olsaydı ne olurdu?
Evet bundan sonrasını tamamen senaryo olarak yazacağım. Senaryo olacak ama inanın bana eğer o buluşma gerçekleşse çok da farklı olmayacak durum.
Şahıs ismi kullanmadan birine Hoca, diğerine Komutan diyelim ve Bismillah deyip başlayalım.
Hoca, ısrarlı mesajlardan artık illallah demişti. ‘’ Ulan ne olacaksa olsun gayrı’’ Diyerek ‘’ Tamam madem. İstanbul’a geldiğinde buluşup konuşalım. Hesaplaşacaksak da hesaplaşalım’’ Dedi.
Aradan bir kaç gün geçti. Komutan nihayet İstanbul’a gelmişti. Kısaca mesaj yazdı Hocaya: ‘’ Geldim.’’ Daha sonra bir buluşma yeri belirlediler.
Hoca, bastonunu aldı ve ıhlaya tıhlaya evinin merdivenlerden inip sokağa çıktı. Şimdi önünde iki yüz metre kadar bir yokuş vardı. Bel fıtığından inleye inleye ve dahi kireçlenme sebebiyle hareket kaabiliyeti neredeyse olmayan felçli sol bacağını sürükleye sürükleye, ensesinden topuklarına kadar inen terle birlikte yokuşu tırmanıp otobüs durağına geldi.
Otobüs her zamanki gibi yaklaşık bir saat bekletti durakta. Bu süre içinde hoca, kurum bağlamış soba borusu gibi olan akciğerlerine aldırmadan aksıra öksüre en az yarım paket sigara tüketti otobüsün geç kalmasına salladığı bin bir küfür eşliğinde. Ha, söylemeyi unuttum. Hoca, dindar ( Bazılarına göre dinci ) taifesinden olduğu halde oldukça küfürbaz bir adamdı.
Bir saat sonra belediye otobüsü geldi. Hoca beleş kartını okuttuktan sonra milletin yüzüne bakmaya başladı. Acaba bir hayırsever vatandaş kendisine yer verir miydi? Ancak 15- 16 yaşlarında olan erkek çocukların hepsi hamile olduklarından ( Çünkü yaşlı, sakat ve hamilelerin oturması gereken koltuklarda oturuyorlardı. Hiç biri yaşlı ve sakat olmadığına göre demek ki hamileydiler. ) kimse yer vermek gibi bir enayilik(!) yapmadı doğal olarak. Hoca bir saatlik yolu ayakta gitmek zorundaydı bastonuna dayanarak.
Bu arada komutan da yola çıkarken şeker, tansiyon ve kalp ilaçlarını yanına almayı ihmal etmemişti. Hele de tansiyon hapına çok ihtiyacı olabilirdi zira bu hoca son zamanlarda sürekli tansiyonunu yükseltiyordu.
Uzatmayalım efendim, nihayet bir kafeteryada buluştular. Buluşmasına buluştular ama her ikisi de birbirine o kadar kızgındı ki aynen şehit cenazesinde tokalaşmayan siyasi liderler gibi tokalaşmadılar. Zira aralarında halledecekleri mevzu çok derindi.
-Merhaba hoca
-Merhaba komutan. Ne konuşacaksak konuşalım artık ama benim aç karnına kafam pek çalışmaz. Şuradan biraz yaş pasta, limonata alacağım. Sen de ister misin?
-Valla ben de uzun yoldan geldim malum. Ben de bir şeyler atıştırayım. Ama biliyorsun şeker var bende. Yaş pasta filan yiyemem. Hem senin ısmarlayacağın bir şeyi yemem ben. Ben sana ısmarlıyayım. Mesela fındık-fıstık var şurada. İster misin?
-Tam da buldun fındık fıstık yiyecek adamı. Ağız da diş mi var? Hem aksi gibi protezleri de evde unutmuşum bardağın içinde.
-Ulan geberip gidiyorsun hâlâ sanal ortamda ona buna cart curt yapıyorsun. Şimdi sana iki tane aşketsem millet beni ayıplar ‘’Sakat bir insana vurulur mu?’’ Diye.
-Hıhhh. Bana diyene de bak sen. Sen sanki çok mu sağlamsın? Kalp var, tansiyon var, şeker var. Yanlış hatırlamıyorsam daha yeni ameliyat olmuştun değil mi? Hem niye vuracaksın ki. Bak ne güzel konuşuyoruz. Hakket biz ne konuşacaktık? Ben unuttum gitti. Sen hatırlıyor musun?
-Ya hakket bak ben de unuttum biz ne konuşacaktık?
-Amaaan boş ver. Hatırlayınca konuşuruz. Şimdi siparişlerimizi verelim de... Neticede arkamızdan atlı koşturmuyor. Hatırladığında konuşuruz.
Her ikisi de az sonra garsonun getirdiği siparişlere yumuldular. Hoca, karşısında kıtır kıtır fındık yiyen komutana imrenip ‘’ Ah ulan, erken kaybettik dişleri adam yetmiş yaşında bak ne güzel fındık yiyor’’ Diye düşünürken komutan da ‘’ Şekerim olduğunu ve tatlıyı çok sevdiğimi bildiği için kasıtlı olarak karşımda pasta yiyor.’’ Diye düşünmekteydi.
Komutan nevalesini bitirdikten sonra birden sıçradı.
-Tamam, hatırladım. Ben sana bir hesap soracaktım.
-Buyur sor madem.
-Dur bakayım nasıldı? Hah hatırladım. Cebimizde 100 lira paramız var. Bu para ile 100 çeşit şey alacağız. Alacağımız şeylerin bir kısmı 50 Kuruş, bir kısmı 3 lira, bir kısmı da 10 lira. Şimdi 50 kuruşluktan kaç tane, 3 liralıktan kaç tane, 10 liralıktan kaç tane almalıyız ki harcadığımız para tam 100 lira, aldığımız şey de 100 çeşit olsun.
-Ohoooo uzun hesap. Ben nereden bileyim. Benim Lisedeyken matematiğim sıfırdı. Üç senelik okulu sırf matematik yüzünden beş senede ancak bitirmiştim.
-Ha bak bir şey daha soracaktım.
-Buyur sor.
-Sen neden hep Tarih yazıyorsun?
-Tarihçiyim de ondan. Herkes bildiği şeyi yazmalı değil midir?
-Dur dur durrr. Asıl soracağım şey şimdi aklıma geldi. Sen niçin Atatürk düşmanısın?
-Hooop. İşte orada dur komutan! Ben 2015 yılınının 28 Şubat günü Atatürk’e resmen genelev çocuğu diyen bir şerefsizle kapıştığım, o şerefsizin beni ‘’fikir dersen fikir,yumruk dersen yumruk,silah dersen silah!’’ Diyerek resmen ve açık açık tehdit ettiği, o şerefsizi şikayet edip siteden kovdurduğum günlerde hepiniz uyuyordunuz. Hiç biriniz ( Hiç biriniz derken kastettiğim diğer kişileri de iyi bilirsin.) Yanımda olmadınız. Tek satır kelamınız olmadı o şerefsize. Ben yine aynı sitede 2011 yılında ‘’Atatürk Kimdir’’ Başlıklı yazıyı yayınladığımda sitedeydiniz ama aşağı yukarı Güntürkün Kalıpçı adlı ak ciğerlerine kadar Atatürkçü olan bir profesörün yazdıklarından alıntı olan o yazıma da hiç biriniz uğramadınız tebrik etmediniz. Atatürk’ün Anzaklar için ‘’ Kahraman Coniler, Mehmetlerle Coniler birdir.’’ Demediğini, diyememeyeceğini belgeleriyle ortaya koydum, yine yoktunuz. Atatürk’ün bir Amerikalı besteciye ‘’ İstanbul- Konstantinopolis değil’’ Diye marş besteletmesini iddia etmenin Atatürk’ü hiç anlamamış olmak olduğunu söyledim, bana ‘’Atatürk düşmanı’’ yaftasını yapıştırdınız.
-Peki sen Atatürk’ü seviyor musun?
-Seviyorum ama sizler gibi değil.
-Nasıl bizler gibi değil?
-Bunu yazılarımda o kadar çok dile getirdim ki şimdi temcit pilavı olur anlatsam.
-Ama sen az palazlanınca başladın Atatürk aleyhine yazmaya
-Yok komutan. Ben tarih ne diyorsa onu yazıyorum.
-Biz senin öğrencilerin miyiz arkadaş! Yazma.
-Komutan ! Sen de her şeyi okumak ve yorum yazmak mecburiyetinde değilsin. Okuma. Zaten aykırı bir şey yazmış olsam site yönetimi siliyor. Demek ki aykırı değil yazdıklarım.
Bir müddet sessizlik oldu.
-Ama sen bana ‘ s.tit et dedin hoca. Bunu bana şimdiye kadar hiç kimse dememişti.
-Komutan! O yazıda senin adın var mı?
-Hayır yok.
-Ben o yazıyı beni tehdit edenlere yazdım. Sen beni tehdit ettin mi?
-.........
-Tarihten bir kıssayla noktalayayım komutan. Sonra sen eğer tatmin olmadıysan ne yapmayı düşünüyorsan yap.
Kanunî döneminin büyük şairi Bâkî neşeli, zarif, hoş-sohbet, nükteci, şakacı, bir şahsiyete sahipti. Nerede olursa olsun doğruyu söylemekten çekinmez biriydi. Bu itibarla bazen kırıcı olabiliyordu. Nitekim bir defasında Kanunî Sultan Süleyman da kendisine kırılmış ve onu Bursa’ya sürmüştü. Padişah bu kıymetli şaire haber gönderirken maksadını da şairce bildirmişti.
Bâkî bed
Bursa’ya red
Nefy-i ebed
Azm-i bülend
Açıklaması: Huyu kötü olan Bâkî’yi Bursa’ya sürdüm. Orada devamlı kalsın. Yüksek kararım budur.
Fakat padişahın bu hükümdarca ifadeleri şiirin sultanına çarpmıştı. Bâkî bu ağır ifadelere karşı derhal şu dörtlükle mukâbelede bulundu:
N’ola kim nefy-i ebed azm-i bülend oldunsa ey Bâkî
Bilesin ki cihân mülkü değil Süleymân’a bâkî
Şahâ! Azminde isbât-ı tehevvür eyledin ammâ
Buna çarh-ı felek derler, ne sen bâkî ne ben bâkî
Açıklaması:
“Şâir öncelikle kendine hitâben nasîhat ve tesellî makâmında şöyle demektedir: Üzme kendini ey Bâkî! Padişahın yüksek kararı senin Âsitâne’den, Cihan hakanının yanından uzaklaştırılman yönünde olsa ne olur ki…
Zira açıkca biliyorsun ki bu dünya Hazret-i Süleyman aleyhisselama bile kalmadı. (Bu Süleymân’a mı kalacak? Bu isim benzerliği hatırlanmasa da muhatabın doğrudan padişah olacağı açıktır).
Ey Padişahım! Kararınızda -sıklıkla vâkî olduğu üzere- celâliniz, gazabınız pek sarih biçimde görülüyor amma! Unutmayın ki bu dünya geçicidir, bana kalmadığı gibi, size de kalmaz.”
Evet komutan. Birimiz yetmiş, diğerimiz altmış altı yaşındayız. Yani her ikimizin de bir ayağı çukurda. Bu yaşta düşüncelerimize hakim olan celallenme (öfke) açıkça ortadadır ama unutmayalım ki bu dünya geçicidir.Ne sana kalır ne de bana...
Sonrası mı? Hepsi bu kadar.
YORUMLAR
''Öfke baldan tatlıdır.'' derler de çok da iyi etmezler. Bir de ''Öfke ile kalkan zarar ile oturur.'' deler... Ha bir de şunu söylerler ''Tatlı dil yılanı deliğinden çıkartır.'' derler. Sami Hocam da Bedri Komutan da Edebiyat Defterinde değer verdiğim şahsiyetler, umarım ki bir anlık kızgınlıklar tatlılık ile bir şekilde bağlanır... Sanki bu karşılaşmanın sonunda sağlam bir dostluk kurulur gibime geliyor iki büyüğüm arasında...
sami biberoğulları
Kıymetli Hocam.
Muhatabı ya da muhatapları belli olan bir yazıda muhatapları engellemek, düşüncelerini aktaracakları bir yorum yapmalarına mani olmak hiç şık, adil ve mantıklı değil. Üstelik hoşgörüsüne öz güvenine inandığım biri olarak bu size hiç uymaz gibi geliyor bana. Kaldı ki,madem böyle bir yazı yayımladınız, o zaman da insanlara özgürce fikrini söyleyebilecekleri fırsatı da vermelisiniz. Velev ki söylemlerinde tehdit ve hakaret de olsa düşüncelerini açıklıkla ifade edebilmeliler.
Özetle ve başka bir ifadeyle muhatapları belli bir yazı yayınlamamış olsaydınız o kişilerle muhatap olmamak gibi bir hakkınız olurdu ve bu kararınıza saygı da duyardım ama yayınlamış sanız gereğini de yapmak durumundasınız diye düşünüyorum.
Sürç i lisan ettiysem af ola...Ancak düşüncem bu.
Saygı ve sevgilerimle.
Serhat BİNGÖL tarafından 3/3/2020 11:18:54 PM zamanında düzenlenmiştir.
sami biberoğulları
Bu yazının muhatabı belli. Dolayısıyla sadece onun için engeli kaldıracağım.
Zaten yazarken ve yayınlarken de amacım buydu lakin engeli nasıl kaldıracağımı unutmuşum. Şimdi şu dakikadan itibaren uğraşacağım engeli kaldırmak için. Bunu yaptığım anda sana bildiririm. Sen de yazının muhatabına bildirirsin.
Selam ve sevgilerimle.