- 565 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
AY TUTULMASI
‘’Ehemmiyetlice dinlenmek üzere dikkatlerin üzerimde olduğunu anladığımda söyleyeceklerimin yine kifayetsiz şeylerden olduğunu utanarak içime akıtmaya başlamıştım. Ben masada solda oturuyordum. Sağımda bir, karşımda iki saygılı bakışın anlamı bununla sınırlı değildi. Anlatıcıya güvenmiyordum’’, diye hızlıca düşündü.
Bir yerlere bakındı, oralarda arandı. Sonra kendisini pür dikkat kesilmiş olarak dinleyenlere yine bilindik eski palavralardan, ciddiyetini takınarak söylenmeye başladı. ‘’Ben mutsuz biriyim. Neden mutsuz olmayayım ki? Bunu her söyleyişinde, karşısında kim olursa olsun üç dört saniye-daha fazla değil-bekler, bu sorunun kafa bulandırıcı lığına sığınarak mühlet kazanırdı. Yine böyle olmuştu. Bu vakitten sonra ne söylerse söylesin hep anlamlı bir intiba verirdi sözcülükler. Özgürlüğü işte tam bu sırada başlardı.
‘’Köpekler’’ dedi. ‘’ Nerde bir köpek görsem -ki ben kürenin birçok yerinde bulundum- hiç birini birinden ayıracak bir sadakatsizlik göremedim.’’ İlgili bakışların devamından gayet doğru yolda olduğuna emin olunca daha da cesaretlendi. ‘’ Öyle değil mi sevgili dostlarım? Şu köpekler her daim hep aynı bakmıyorlar mı yüzünüze acınarak? Boyunlarını öyle bir uzatıyorlar ki zavallılar, aman tanrım o kadder olur…’’
Bu ’O kadder’ lafı Can Yücel’in ağzından bir vakit takılıp kalmıştı dudaklarına. Öyle ulu orta sarf edilecek lakırdılardan sayılmazdı hani. Bayramlarda giyilecek kıyafetler kadar müstesnaydı bu söz. Sanatsal bir sözdü belli ki . Dinleyenlerin hiç biri bunu alaya alacak bakışı hiçbir daim göstermemişlerdi. Oysaki ortada trajikomik bir durum vardı. Palavra bir; ülkeden dışarı burnunu bile çıkarmamıştı. Palavra iki; köpekler hakkında bir şey bildiği yoktu, onlardan ödü kopardı. Sigarasından bir yudum çekip burnundan dumanı sal verdi. ‘’Ne kadar da seksi bir kadın, dudakları öpülesi, seni etkiliyor muyum? Şimdi söz, bir kadına nasıl köpek olacak bir erkek olduğuma getirilecek kıvama geliyor. Bu mıymıntı at kuyruklu koca müsveddesi elbette ki bu art niyetimi seziyordur. İtiraf edecek değilim. Zaten o da bunu iddia edecek cesareti kendinde bulamaz. En nihayetinde karısı buna fenasından bozulur ve de aralarında kuruduğu bariz görünen aşklarına bunun bir faydası dokunmaz. Samimi bakışlarda at kuyruklu koca şimdi bir eksiliyordu masadan. Kıvıracak, kaçacak bir delik her zaman vardır. Hayvanlar dünyasına dair iyi bir gözlemci olmak kadar romantik bir şey olamaz kadın gözünde. Bunu öyle göze sokar gibi bariz yapmayacaksın. Hafif hafif, dokundura dokundura, mümkünse tasavvufi bir dinginlikle ve de sesine katacağın buğunun yardımında pembeleşinceye kadar kısık ateşte tavlayacaksın. Gerisi sabırla beklemek… Diye anlatıcının olduğunu sandığı yere doğru bu düşüncelerinden oluşan saldırganlığını boş bakışlarını karanlık bir noktada sabitledi.
Kimse onu alaya almadı. Fakat ben ona acıyordum. Gidecek bir yeri olmayan zavallının biriydi. O gece diğer gecelerin aksine Zeki Müren’in şarkılarındaki gibi akustik bir atmosfer vardı. Ay tutulması da o geceydi. Liseden iki arkadaşı ile -bunlardan biri at kuyruklu olandı- at kuyruklu olanın güzel karısıyla midyecide oturmuşlardı bu vakte kadar. Arabalarıyla onu evine kadar bırakma teklifini, aracının olduğunu söyleyerek reddetmişti. Bir rüzgâr esiyordu ılık mı ılık caddelerde. Hani gündüz olsaydı belki bir tepenin ardından uçurtma çekilebilirdi göklere. Çocukluğunda beş kargının bir araya gelmesinden teşekkül uçurtmasını -babasıyla birlikte inşa ettikleri uçurtması- aklına düşürdü. Renkli poşetlerden kesilme kuyruk rüzgârda nasıl da hışırdamıştı.
Kepengini kapatmaya hazırlanan bir bakkal çırağının, içeri alması gereken bisküvi kutularını dert edindi. Hani bir el atmayı teklif etse de bir an evvel evine yollansa bakkalcı ve çırağı, bundan mutluluk duyacaktı. Bir haftadır bekliyordu bu günü. Olduğundan daha dinç ve sağlıklı görünüp-kariyerli bir iş sahibi olarak- kendisine acındırmayı değil, bunu şüpheye düşürmeyi bile alabildiğine uzaklarda tutmaktı emeli.
Ama ben biliyordum onun zavallı, acınası hallerini. İşte yine aynını yaptı. Kararsız ürkek adımları önce yavaşladı, sonra da durdu. Ceketinin bir yakasından tutup koltuk altına doğru burnunu uzattı. Ter kokuyordu. Sokaklarda aylakça dolaştığı, güneşin acımasızca gölgelerde bile onu bulup var gücünü üzerindeki sınamaları ile vücut bulmuş ağır bir ter kokusu yükseldi koltuk altından. ‘’Masadayken de bu koku…’’diye yine bir saat evvelinin muhasebesine girişecek oldu ki çarçabuk bundan vazgeçti. Köşe başındaki elektrik direğine dayanarak gökyüzüne baktı. Ay tutulması başlamıştı. Özgür kalmış bir poşet asfaltın ortasından tören korteji ritminde önünden salınarak geçti. Caddeden her geçen otomobilden sakındı. Elektrik direğine var gücüyle kafa atıp beyin kanaması sonucunda hayatına son vermeyi düşündü.
Devamı gelecek:)
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.