- 605 Okunma
- 2 Yorum
- 2 Beğeni
Aşk Sözleri
HOLOKOST
seni sarf ayinlerinde nahiv mağaralarında
seni bağbozumunda iksir aydınlığının ayrı yerlerde aynı şiire gebe iki şair
gibi dehrimde yuya yuya içime ilikledim ey! ey diye diye bitiremediğim
avazı çıktığı kadar susan yokluğuna beni leyla çağlarımda dumrul ağartan yokluğuna
Diyarbekir kalesinin kendi ıssızlığına ücra kalan son yalnızlık abidesi burcundan tüten yokluğuna
yokluğuna bir şeyler demelisin yoksa bu eşk cinneti
bu peykan dilli hüzün bu kırk
ikindi serinliğiyle kavuran nemrud odlara bir şeyler bir şeyler çiselenmeli
kavgam! közümün nuru göğnüm çavreşamın! kaderamın! birinamın hislerimi paymal eden izzet tahtım kalbimin aklı! aklımın kalbi
cism-u cânunla yâd-u bilişten beri
ey kendime getirip kendimden geçiren bendimi bendene çeviren sevi
tu yamîni ez yê teme tu yamîni ez yê teme susma bağır çağır
şerhet cüzler! gibi dağılan ümmeti şerhet dağlanan dirliği hey
bir hamlede kaybolan milyar gülüşü en verimli çağında veremli nazarlar asırlaşan
şeddeden yılları şerhet
ﭺ
altından ırmaklar akıyor hüznün su sesinden divanlarda ferferah bir uyku benzeri uyanışımız
kulak zarlarımızda çınlayan aynı nârâ
"tutmayın insanı insana şeytan doldurur sonra
görün güneşteki gökkuşağını
saçın Pakdil’in ’And anıtları’ndan ki sarıp sarmalasın ara kesitlerini arzımızın ’Hamîd çizgisi’
Kudüs’ü bileğinde zaman diye taşıyan ulu gönlünü saat yapsın odalarımıza
ittihad sağılınca
göndere çekince medeni yetimizi
metafiziği zonklayan bir bayrak gibi hazır olacak Yunus’u üstad Sezai
parmaklarını şimdiden emziren çocuklar çocuklarından Kudüs inşa eden anneler yürüyor ayaklarında Aksâ gücü
yumruklarında şehadetten K minareleri çanı cehenneme haçların
kan prizmalarının! göz üçgeninin biz ancak umuttan ağıtlar yakarız ’geleceğin kara gözlü zalimleri’ne ey bengisu pınarımız devam
çağıldamaya Rahman aşkına"
ﮊ
itinayla beklenir
göz göze gelirken hayatımla
şimdi hangi dil tefsir eder bu dilsizliği vah bendi o baygın
vah bendi bentlerden geçirerek sıkılaştıran safların sahralarında buhran
vahalarında hafakan mevsimi şimdi o o şimdi sipahi
Allaha kitaba elçiye davaya
selam sana deccal boğan Türkistan gülleri senden haber
Tanzanya albinoları Somali bülbülleri siyahın en özel tonları senden haber
şanlı Şam görklü Bağdat senden haber doğmamış Yasin’ler senden haber Gazze’ye kurşun döktüren İsrail evrensel mazlum birliği cihanın senden haber senden haber
senden haber bekler
uğrat zulmü soykırıma radyasyonlarında boğ
’Vav ocağı’nda pişen süvari kentlerinle boylamdan kabartmalar ağacımızı yeniden dik söküldüğü bahtsız tarihe
saba makamında nihavend bir hüzzamla kürdî hicazkar edasıyla Selahaddîn’in peşrevlere teşne dinç hüzünlerin taksimi avlayarak arabesk sahtelikleri
tek adımız müslüman kalıncaya içini haykırmadan alçak zirvelere öylece durulamam
ﮒ
havasını aldım kalorifer peteklerinin
perdeler geçirdim korneşlere
bir bardak su gibi çalkandı dünyam içtim kana kana dudaklarından gülen kederler acı mutluluklar ıraklara dalgın mazgal kenarımda
sensizlik sensizlik aşındım
susuzluğu terliyor avuçlarım
sululuğu terkederek laf lordlarına Allah’ın laneti üzerine olsun
şiir yarışmalarının
kopan virgüllerin sayhasını duyan
satırların sadırlara dönüştüğü noktada başlangıç dönencesini evirdim
çevirdim devirdim çoğaltılmış öksüzlüğüne devşirilmiş yaradan yarasızlıkların
işte bunlar hep amin
içi içini yiyor cehennemin kanserlerin mevti bekleyişi kadar zor mu dirilişi beklemesi bir erin sabrede sabrede sabra dönen
bir güzel adamın dinmeyen öyküsünden ilham olan bu soru işareti
kancasını takıyor ömrüme göğe yükselen mesih timsali
çekiyor kimliğimi belirsizliğine
ruhum eşit yaşta mı ruhuyla Âdem’in dışardan yüzyıl dayanamazken
ne asırlar devriliyor içerden
âh hangi enerji hangi sinerjiye alamet bu yorgun yılkı
bağırmak isteyip de bağıramamak son nefesinde körpe bir vaşak gibi
ﯓ
şiir şuur şiar
selam olsun ulu önder Mustafa hazretlerine aleyhissalatüvesselam
Yusuf olanların çoktur Yakub’u Yakub olanların birdir Yusuf’u
iltihaptan sürünerek vefat eden âlim dedemin ıslak takunyaları abdest ibriği kokuyor çocukluğum biraz Karajdağ biraz Zarifoğlu
bir tutam Eşref Ziya kasetleri
asıl holokost bize
inlet evrenleri savunurken hakkını asıl holokost bize
hakkını savunurken şehid
hakkını savunurken ancak kendinsin asıl holokost bize
be hey hilali sadrına kül diye takan heyhat çağının palmiyesi be hey
be hey şantiyeleri put put putlatan İbrahim ateşi İsmail kılıcı be hey
öğret nasıl inşa edilir ins+an
metropoller diken deve çobanlarına Hızır değnekli be hey
Musa İsa soluklu hey
ahlaklandır küreyi Mahmud ahlakıyla dönder küreseli Ahmed sedasıyla
cilala insanlığı Muhammed imanıyla selam olsun ulu önder
Mustafa hazretlerine âline ashâbına
komünist emperyalist
siyonist firavunist faşist diktatörler kahrolsun
SULTA MEVSİMİ
uzaklara dalarken doğan katrilyon düşünce uydularından nefes bahşederken her gün evrene bir saklambaçtır ölüm mahşerde herkes sobe
isimsiz mezarlar hürmetine ayakta şık kabristanlar çarpıyor çekirgeler lambayla avunan pencerelere flaş! flaş! flaş! kadardı ünü finiş çizgilerinin
çağrışımlar trendi peşpeşesizliğin disipliniyle topladıkça darmadağın çocuk odalarımız kâh! büyüdükçe yaşlanıyor çocukluğumuz
Hamza’yı şehid eden mızrağın eninde sonunda Kezzab’a saplanması kadar kaçınılmaz sonunuz
yabancı parçalar çalan cadde esnafının görmezden gelmesi gibi içten bedduaları
öksüz ilahiler fısıldanıyor şuuraltından bilincime bir eksik, çoğaldıkça tamamlanmayan turdan uzakların asıl vatanı hatırlatmasındaki rahmet hızlandır semâsını cihanın şems etrafında hızlandır ki bilinsin kıymeti müddetin Rabbî hasretiyle yaşayarak batının hayatı boyunca vuslata erdiği an gelen o hayal kırıklığı var ya
o zevki yaşatmak istemesiydim şairin aşiretine tütmeyen bir babadan ocak mı olurmuş oğula
fışkırarak benî tenha sahraların sadrından ey âlemleri kuşattıkça kuşatan hû kutsal umman ey bestselleri dürten dağ yanığı hakıyk ürperti
içiçe geçişleri geçirerek içiçe yeni bir ihya bağışla ey erdiğine hâl bahşeden kün şöleni, söyle
siren sesleri neden hep bir göç töreni aksimizde kalmaklar etten ibaret! neden, nasıl vel ne içün karanın insanoğlunu ürpertmesindeki fıtrat sır
dedenin bebeden yetimin nineden sakladığı kibir nasıl döner sıcak para akışı gibi dinçlikte sür’atle
gün ışığının vuruluşunda raks eden toz mineleri ve sarıkların sarılırken ki çağlayan anıt sessizliği konun güvercinler avlularından balkonlarımıza her akşam bir makberin içine dönerken dönya yıkılan köprülerden örülen duvarlar iktidarda keramet sırdaşullahın hakkı, haddim, bildim esirge lüks tahtlarda himmet palavralardan yolun deyu yolsuzluktan ya erhamerrahimin
KOKTEYL SAATİ
gözlerin
dünyamın en özlü sözü gözlerin girift
gözlerin el-Hamra direnen
bilbedâhe zamana
Allahtan başka gâlib yoktur gözlerin
uzun cümlelere değmiyor dünya kendine biçilenin modası herkes tarihi tarih eden
gözlerin de olmasa
kördük şu sağır aynasızlıkta optiğin en fazla
geliştiği bu çağda
seccadeler dipdiri
secdeler paramparça yaradan şerefeler kendine gelmeden geçilmez kendinden gözlerin
Kurtuba’da sonbahar gözlerim
yurttan sesler korosu
çarpışsa gözlerimiz çinilerde bir taç kadar lâl
bir petek kadar yetim kaideler kadar çökük kümbetler kadar fukara sarsılıyor yer kubbe bağlanıyor el-Arus
sevinince ağlayan hüzünlenince gülen biz dirildik haşyetle
siz korkudan ölürken
ummanda zerre olan zerreye umman iken
ehramdan bir vapurduk toprakta yüzen bir nefhada fırlattın içleri göğe
gözlerin: barışların savaşı ya sin! ah med!
gözlerin de olmasa can verir gözlerimiz
kem nazarlar yurdunda
KAV
la
düşman bir olmadan
ne vicdan ortak ne müslüman la
usanmayacağız
usanıncaya dek şeytan günahtan la
ey evrenin bütün ezilenleri daha kalabalığız ezenden kenetlen kenetlen kenetlen la
her hücrede binler hüzün
her hüznün yüreğinde milyar hüzün kalb yumrukluyor kafesini
kalb sepesensiz cennetin cehennemi oysa cihad meydanı aşkın evi
ve israf olmaz hiçbir gözyaşı la
ey günün saflığı ikbalin katli
deşsen de tuzak nesl-i cedidime cebimde duyduğun kefen evladını kurtarmak için senin de do re mi fa sol
ڪے
yanık et kokusu yüzler
kaslar kasılmaktan kısa devre nasıl öleceğim merakı her gün esed yezid suud karun ışid ebrehe inliyor zamanın ebtah vadileri ahsen! öyle bir geldin ki
ecdad yağmur olmuştu göklere şuurdan bir düşün çizgisiyle ahsen! öyle bir gittin ki boğulacakken alnımızın teriyle şimdi esirliğin en köklüsüyle bağlandık yehudi ipleriyle yeniden yeniden yeniden boşalsak zulm tepesinden
varsak kabeye yanında gibi ilan etsek dünya af gününü izinin tozunun izinde hey dirilse huneyn ortaklığı
Mâhî
pak soyuna ahd olsun ki
göz dikenler namusuna dinin
gerilecek çarmıhına ey merhametten mavzerlerimizin hamd kuşlarla rahmet yüzdürene ڪے
zubeyr ve talha ve huseyn
dağlıyor dağılmış dağlarımızı
oysa aşk dağıldıkça kuvvetlenir bağrımızda ağır kasırga
çarpıyor kulak zarlarımıza kanıyor nahrevan hançeri murteza murtezaa murtezaaa içimizdeki kufelilerden
ya arınmalıyız kardeşlerim ya arınmak arınmalı bizden fazla acının vediği tatlılık aşırı tadın verdiği acılık
kaynadıkça lezzetli ins aşkına şakaklara varan secde aşkına gazveler gazvesi bedirde
fahr-i kâinâtın huzuruna ata kellesi koyan ashâbın
mubarek kemiklerini kabrinde sızlatan faşist dindaşlara
gam olsun gam olsun gam hiranın sisli dalgadan sırtlarına akd olsun akd olsun akd
susuyor suskun mızraklar yaklaşıyor yaklaşmakta solan ڪے
la
israil her gün ölür Filistin bir kez
la
lavdan niagara şelaleleriyle la
sınırları kaldırır gibi ortadoğumdan la
yeryüzünden sileceğiz özçekimini la
şerlerin şerlilerin şerbetsizliğin la
ölünce bilinir sonsuzluğun kıymeti la
bildirecek bileyecek birleyeceğiz la
kerepakupai meru! lâ
ilâhe illa hû
ASAMBLAJ
Yedi İklim adamız, ıssız, bucaksız sonuz, sonsuzluğa iştahlanan
andımızın baş harfleri hû kokuyor gittikçe bizim için çalmıyor dünya edeb ebed diye çağlar nabzımız kesretin vahdete susatma güzelliği saçaklardır okşanan alnacımızda değiliz insanlık için unvanla fırlayan önlibero ihlâssız
îmânı aşktan azîz biliriz
çün atlamaz level estetizmle en en en, gelir içten, iç ten!
gidersin kurağını susuzluğumuz haflerden bir kerbelā dudağımız arzsızız aranan ârsızlıktansa ucuz |upucuz| ucuzluktansa küfre eğilmemek ulu secdemiz helaldir zulmün kanı kadehimize gözbebeğiyiz ümmetten vücûdun
çapsız kuyulara uçurum halkamız tutuşunca elele yangın yalgınlar
divit de hokka da kağıt da biz
dinmeyen rıhtımlarıyız ummânın elması elmas kılan yalnızlığımız
peçe! popi replikalara! ov ye! alamanyamız yurttur modasıza gavurları reddedilmiş kabilemiz sitemiz töremiz aşiretimiz İslâm
gökten kar gibi yağan hem yağılan birleştirendir en güzel birleyen
tesadüf değil çıkış Halid Meşal ve 44 yüz arama motorlarında kalbim orda atıyor aklım burda
toprağı kazarak dönmez gelenek ölü değil diri çıkar bu su yüzüne diss çök ey çokla gönenengiller yenilgimiz bile gâlib zaferinize
Biz ki, azaldıkça kalabalığız.
VETO
şiir demledim, ısınsın içimiz
bir ilham yak hard günlerin üstüne ruhundan habersiz ruh çağıran
cesedi yetmezmiş gibi kürk giyen anlamaz ferşi taca atan dervişten
neyin içine bak, ney içine baksın ney gibi büküldükçe çıkmazsın ey halkım, ihracatıyla artığının ne silahlar üretilirdi bilsen
ki şimdi geçirmezdik panik atak
ötürü moskoftan haçlıdan yahudiden
canı yumuşakça çekilen baharın başını taştan taşa vuran nehrinin uçurumdan atlarken ki nezaketi kıvranmayan açmaz esrârı güllerin neyin ifadesidir NATO için kimyasal yoksa çocuklar ölebilir!
NASR
toprağının içinde tohum mu ruh işgal altındayken çatlamayan
mevsim: sessiz kuşlar kokuyor vâh! nasıl da çağrıştırıyor!
poyrazda yüzlere çarpan ankebut evi hümeze! lümeze! ne ölü! ne diri!
tufandır şükür secdesi çiğdenin el hâkkatu! mel hâkkah!
yankısı çarpıyor Abdussamed’in turdan tura! hatıra getiren! tepeden tırnağa mushaf tüten
sayhaten! vâhıdeten!
çatla artık ey ruh! işgal bitsin iğne deliğinden geçen ezanlar gerdandan derûna insin
satırdan sadıra! dinginlik dinsin mümin mümine kalem versin elif versin! elif çekmesin!
KANAVİÇE
ipimi çek
yün gibi söküleyim
çocuklar bağlasın uçurtmaları bir ucum gökyüzünde
bir ucum serçe parmakları insanlığın küstüğü yerden kaderle barışsınlar diye hariçte kapışılan gürül hayat varsın tutmasın elimizden
ipler var
Hakk’ın ipiyle kördüğüm tağutun iğne deliğinden geçmeyecek kadar kalın mazlum boyunları
kırmayacak kadar ince
ipil ipil
yağıyor urganlar
sokaklarda koşturan tükendi masumluklar bir yuvarlakta paramparça gerdanlar çocuğu halat gibi
çözüp çözüp düğümleyen düğümlere üfleyen
deve çobanlarının idam kulelerinden süzülüyor kefen
masallarda kalan söz kenetlen
KALENDER
seni bütün dillerde anmalıydık adını hıçkırınca bir yetim gül ruhumuzun direği sızlamalıydı
ki kuşlar, bizi göç gibi duymalıydı
çiçeklerin cânını koklardın
sadrında evrenin kalbini dinlerdin kıyafetle biçilmezdi tevâzûn tevâzûna göreydi esvâbın
sâdeliğindeydi en azîm görkem unvanların mezartaşında dahi konuştuğu bir zaman potasında önümüzü göremezken ışıktan
seni, ey İbrahim duası, seni
doğal bir şeydi artık anlayamamak oysa sen varken yâ Sevgili
kardeş kardeşi soymaz giyerdi
seni bütün yaralarda hissetmeliydik hilmin, fetânetin dolmalıydık ismetin, risâletin kokmalıydık yâdına halel getirmemeliydik heyhat ki, emaneti koruyamadık
RAJON
suda yanan suyu öp
doy susuzluğun susuna ehramdan bir kaligrafi kapatsın örtünü
sonra birden o anons bekleme yapma
boşluğun işi başından aşkın yer kaplama ömrüm
tenha bir buhar gibi dönüşün muhteşem
dönüşün yağmur saati
nârda donan nârı sar ısınsın üstüne yağan dahi
Saymalıtaş’ta bir kaya resmi bulsun asırlardır aradığını tırnaklarının dibinde
dişlerim kınında pençe nasıl da zaman aşımı değerken birbirine
kalbim sığmıyor kalbine rüyalar gelirsin diye hülyalar, seversin belki
of, biliyorum, bu, esin çehren, âbın tebciline diker gibi içi içine
çokça çoksuz çokça yok silik baskılarca yarım gergef gergef üstüne
sabah erken doğar şaire günde solan günü emzir de dönüşsün çeşmelere köre batmış parmakların
doğmadan karayılan ellerin emzir de büyü cano
şeddeler kesilmeden lâl ha hayret gülüm
çağının bastırdığı zamana adanmış sözler ninni oldu mu yavrulara
gör nasıl cix! çıkıyor dünya
TWİLİGHT
gözkapakların düşer gözlerime öyledir çünkü her alarga
ütüsüz bir güncelik gözün sözce kandan mürekkep döktüğü
sessizliğin ince kalın nefesine çünkü göz kapakların düşünce kapital tenhalığına nefsin kokunla tanırım endeksini aşkın tanımlanmaz tüzüğünde bir kentin vefa vizesi
tarihin dizkapaklarında burkulan bir kentin Fatih’in
uykusuz gözlerinden boşalan tutkudur göğsünün öteye vurgun yıldızlarında tutulan
tutulan yıldızlarında
gözler böyledir tarihte zambak
gözlerin hilâlin fecridir surda gözkapakların indikçe gözlerime yarasalar dalar mabedime
dağların ruhuna gömdüğü güneşin milimetrik gözleri oy sinemde proton yüklü bir hançerin sıcak darbesidir
uzun hava gecelerinde dengbej çekilen halay bir çocuğun
bir çocuğun bin çocuğun hayalet odalarında panel yalnızlığa akıttığı toksindir
hislerine inen felç bölünürse elektronlara sanal çıngıraklar leş ayinindeyse
hançer kesemiyorsa kendi pasını demir iletkense kin atomuna
yıldızlar tavaftaysa stratosferde kesir susmak susmak kusmak niyedir
KIRIK MIZRAK
kırıldı mızrak su sesiyle
dağları okşayan rüzgarın tesiri içimde gül bahçesiyle yoğrulan kırıldı ses
hicri 1400 yerinden ellerinden ayrılmak ne kor!
özlüyorum
çocukluk ahengimi
gel özdeşleştir saflığımla beni
bir sen anlarsın
disipline bir adam olamadım hiç
omurgama yükledikleri sinir kendilerineydi aslında
hiç ata binmedim kentte hep araba farları bir yanıp üç sönen
orada
kuşlar ve çocuklar kardeş karbondioksit yok kadar az tertemiz hava akımı
şimdi şaşkınım
bir saat kadar tersine işliyorum kırılıyorum
beni bir sen anlarsın
TARİFSİZ
yaşamak ne garip sahi ne zarif üzerinden sular akması değirmenin kayalıklardan intihar eylemi şelalenin kainatın bütün vergilerinden muaf
ey yaşam ak
bütün kötü niyetleri cehennem taşlarında poker masalarında bırakarak
kirli banknotlar yakmak üstüne
yaşamak rüzgarla çevirisi sahifelerin ve sevişmesi bütün hücrelerinin tensiz erişimi yıldızlı yüreklerin
gök kadar mavi, gün gibi akça, kanca kırmızı rafyaların takılması morarmış yakamıza yaşamak çekicin çiviyle dansı ahşap evlerde bin kapı gıcırtısı bir ökçe sesi
gizemli hazneler yatak altlarında bileklerde büyüyen arterlerin gerilmiş tüylerin büyük keşfi
ilk çıkan sivilcenin sivil tahribi insanları adımlarından tanımak her adım kasvet her adım
bir önceki ıssızlığa onaylı külde tanıksal cinnet
her Kızıldeniz bir firavun boğar elbet bebeğe ilk sütten ücra gelen şahadet çocuk dediğin doğar aşka selamet
ve panzehriyle büyür her hıyanet aşksa alemlere sığmayan iffet
aşkı sokaklara sığdırmaksa cinayet gadab tufanla buluşunca seyret hüsran hüsran ne ağır kasvet
af cezir sürgündeyse nasıldır med yaşamak dediğin buysa ya ebed
SOSYOLOJİK TRAVMA
adımı tersten oku! anlayacaksın sokağım lâl işlek kaldırımına
avuçlarım göğüs kafesinde sürgün
uzak bir sinyal gibi düş kapsama alanıma mahşerden evvel toprağından fışkırsın
sularında susayan suskun cesedim
sıkışan moleküllerime sırılsıklam sıkılan bir merminin yarıçapında yolun başındasın uyuştum eklemlerinde esrâr gibi
geçen biz miyiz yol mu bizden geçiyor uzaklaştıkça yaşlanıyor çocukluk yaşlanan ellerin midir uzanırken suya şeritlerden kıvrım kıvrım kıvrılan karanbolde bendimi şutladım kaleye
direkten dönen bir ışın değil miyiz biraz da usanılmayan tekrar, bir paradigma
TİPSİZ TİPİ
kurşun bir kalem gibi kırılsana gülün boşluğu gibi kinayelisin elini uzat dünyamın öbür ucundan her insan bir uyduysa sen kimsin
öfkenin çevresinde anafor çember ateş böcekleri ve ateşten köpekler toroslar sahil ayini, Akdeniz kara! iklim tipi çok banal, bir tutam bayat göklerinse senin bile bilmediğin koleksiyonun en nadide parçası bakma bir elma gibi çürüdüğüme
öyle bir sonum ki sonum bile sonsuzluk amma kimse anlamıyor sahillerimi kalçalardan kustuğunu denizlerimin!
YASAK BÖLGE I
koşamıyorum çıkmaz sokak
aynalar sarıyor topraktan gövdemi verasetle uçamıyorum duvar örülü yedi gök
uçamıyorum yerçekimi kanunu
dünyadan uzaya bıraksam kendimi bir güvercin ahengiyle
düşünsem ve uçsam
koşamıyorum, uçamıyorum anlamıyorlar beni bağnazlar bağlayamazlar sesim sert ve gür
saniyede milyon kilometreyle kulak zarına haykırmak üzereyim
kırık imgelerimden toparlanıp gitmek üzereyim valizim yok yüküm ağır mı ağır
medyatik mermilere siper olan şiir nicedir kime parya
orada bir Çeçenya var ırakta
tutmak istiyor tutamıyorum kamçılanan nefreti eşelemek, irdelemek, bağırmak istiyorum
duymuyorlar içimi
fırtınalar içimde kopuyor benim
tükenmez kalemin mürekkebiyle pıhtılaşan tufanda kopan benim fırtınalar içinde kağıda
kalem de tükenir
belirli kaideler içinde bir zaman daha tükenmedim
koşamıyorum çıkmaz ayın son çarşambası susamıyorum tutamazlar nefretimi
riya sergisi, the magazine, cemiyet hayatı Akif’in cemiyeti
hayır, bu değil!
arıyorum insanlıktan kalmışsa bir meziyet eziyet
her çapta kulvarda ve boyda
vuramıyorum mavzerim kırık dökük duramıyorum ama yıkamıyorum balyozcuları kaşeleyecek
güneşten balyozlar lazım bana
II
vasiyetin
vesikalaştığı karanlıktan bu yana
sükunun çarmıhına geriliyor nice çığlık nice ins an
asıyor kalbini dilinin urganıyla asıyor ve işte canlı yayın
haber ajansları, propagandalar, teehhül izlencesi gönenen kalpazan kumpanyası
benim sevgilim Filistin
vatan toprağından büyük nebze benim sevgilim ölümsüz davadan derlenen her deste
her beste
sevgimin bir müzakeresi her defne
tökezleyen planların acizleştiği oylum enleminden boylamına sosyete
denkleminden savsaklanan düş güdümü koşamıyorum koşamıyorum yasak
kalbimin Afgan bölgesinde milyarlarca virgülle bağarıyorum!
Rabden lütuf nefesle
(şeytan
Darwin’in kucağındaydı kimi zaman kimi zaman Lenin’le aynı yastıkta
Marx’ın fırıl dişleri
kana bürünüyordu Mao’nun ağzında binlerce dünya savaşında Müslüman hâlâ Müslüman / hâlâ imtihan
bu süreç belki ele verecek belki koparacak elini zulmün
belki kıyamet belki mesih bir zaman
bir gölge başka gölgenin koynundayken bambaşka gölgeler yasta
duvardan gelen kademli mısra dinle ki burada)
ayraca alınca biter mi şiir biter mi hayat şiir bitince şiir biter mi hayat bitince
tarihin örseleyemediği duvardan inanıyorum sökeceğiz hiyerarşiyi tırnağı etinden koparan kesafetle benim hicvim
hödüklere dünyam döndüğünden beri egzotik egzoz boruları
bir gün iflas! inanıyorum
III
küresel ısınmadan krize atlatacak mıyız sahi atlatacağız ölümle
geride kalan her mesafeyi akort edilmiyor gibi birçok bağ
şımartılan çocukluğuyla bana bakan her şehvete bir ihtarım var
çocukluktan kalan her şarkı artık birer skandal
koşamıyorum muamma çelişkilerle dolu yaşam bir tarafta
mevzi yerine dönemeyen nice onurlu hayat diğer yanda yedi yıldızlı oteller ve barlar ve kervansız saraylarda yitirilen iffet
diyorum ki
harflerinden doğan su molekülüyle tahlili isabetli yüzlerin karartısına tükürmek güzeldir bazen
evet güzeldir tühler bazen Ârâf da güzeldir unutma
cehennemlik bir ucube olmaktansa koşamıyorum
ayağımda ne varsa!
DARBELER
sayılar arıyorum yollamak için sana alfabem yetmiyor biliyorum
altmışı deniyorum sonra sekseni
derken birçok sayının
acının ve katliamın ve bahtın lisanı olduğunu öğreniyorum bir demet huzur için
daha temiz sayılar!
bir kez daha anlıyorum
BEŞİNCİ MEVSİM
Kudüs’ün ürkek gözyaşları
Diyarbekir’in gözlerinden akar Tunus’un yanaklarından sızan Kahire’nin koyu kanıdır Şam’ın sonbahar saçları
dökülür derisinden Yemen’in
Medine tüter Mekke’nin burnunda düğümlenir boğazı İstanbul’un Vedâ tepesinden bir uyanış doğar
TIRPANLARIN DEHRİNDE
karanlığın karanlığı yuttuğu aydınlıktır gölgemin sis esi
kömürleri kemiren ruhçukların köpekdişlerinde kör koleksyonu hissi hissettiren hissizlik hissi
devrin ırzına geçen kansızlık pisti
öyle bir labirent ki kanyonlardan duvarlar bulduracak birbirimizi
ESRİK
küller güle döner güller gülleye kül gül bülbül ve ıslak duman erir birbirinde eşlik eden kar buz tutar kirpiklerinde leylimin yatsı ırkçı ülkelerde barınan
bir zencinin ferah vaktidir
esridik esir düşen bütün zamanlara esirdik esrik dönen dergâhlarda esirlik ne albeni özgür sen ucunda! güneşlerin ağzında payitaht dil
özgün bir repliktir damağında
esersek patlardı düşünce
soğurdu kül gül düşünce dikene soğurdu gül kül düşünce üstüne and olsun düşünceye
dikene ve üstüne
DEHLİZLER KÖRFEZİNDEN 3
uçmayı başaran her körpe kuşla kendin uçmuş gibi neşe kanatlanır hep benzer gören gözün benzersizi görmesiyle demeseydin ’var ettik’
inanmazdım varlığıma bile bilmezdim beni feyfâ yargılardan berkiten tılsımın iksirdikçe solduruşu ruhu amazonunda sadrımın
iç o ki dıştan seçik
iç ki deriyi su rengi kılan
çıtlatan şeffaf bir dürüstlüğü alkışın buğusuna it hevesleri odasız kulelere hapseden
ve yankı, uzadıkça yapışkan o yankı, akı aktan sıyıran kan
yeşermez sulanan ekinimizde haram teni şemsin tok koruklara fecir mevsimini tutuşan ırmak tabi ki kemerbeste duracak
çün! ki demeseydin ’inanın’ inanmazdım inanca bile
kâle kalbim kâle şerefine kâlin bu sırat geçilmez ip cambazına tez vurula boynu şu küstah tutarsız panayır imgelemlerin bu metakesik raks bu uçmağ
değil balerin bileğe göre
2
havar! ha var ha yoklar kibirliydi gururu kırılanlar bize qönlü incinenler gerektir
bir şey ki dokundukça tiz teline doğar ulu besteleri firdevsin
şemsler doğudan batar
ebûbitrullerin tatmadığı lezzeti küflü posalardan alan çelimsiz sendedir tüm ümidi âlemlerin sütten kesilmemiş bir geometri rakamlarla çözülmez teoremi arşivler kralı veri papalarına gün belletme vaktidir
bazıdır bazıyı çokça eskiten
uçurumlara uçurum pir musalla musallat nazarlar buketinden havlayışlar battal favlanışlar için boşluğa kof ürüyüş değil bizi!
duyuları patlatan dolu bir dilsizlikti sol el alim pandomim sol el alim
sağ elin döktüğünü hatimde paradigmalar panoramamıza şah damar! hoş gelme din!
fenalığını değil, faidelerin unutmalıydın veyl ins kökü
ücralaşan büyüyorsa bir gözde off ne soft dalıpta bellemeyen
dehlizlerden bir körfez içimizde fokur fokur çalkalanıp varanda kör kirine küfrün çitileyişler sağa
kabir taşlarında kadim serinlik rey kütüklerine köle alçak basınç çıkar dostluklarına post örten uhuvvet mesajları birlik kibri
son poza değin çekilen her pozda dağılırken biraz daha gösteri bitince hepsi yalnız irtifalar irtifası saf hakikat
yükselmeden bağlı pazulardan cesettir beraberlik dediğin Rahman rahmet eylesin
1
baba Sina dağı gibi durdu mu evlat Musa gibi yaklaşır Rabbine ejderha sîneli tütsülerin ülkesi efsaneyi doğurunca küllerinden
dönüşür minareler deniz fenerine dalgalanır zümrüdü anka ruhlar çelik yüzlü kafkef vadilerinden
ve kurur kuyumdan şahmeranlar ve solar pelerinli perilerin feri
nerden bulur bu inananlar! hanzalalar onca mutsuzken kusarcası gülünecek şeyleri kanı kana karışan efsun çark kahret yolun döneğini İlâhi!
ölülerin solgun siber adresleri cadde manzaralı kabristan gibi
arkasından koşarak asıldığın son vagonlarda tengiz bir ağrı
bu boşluktan yük evren tonunda nasıl da sıkışmış nefs paketine bağrım, yani o afilli çalımsızlık takar sürmene çelmelerini
moskof uzzâların lât kemiğine
demeseydin ’velâ taktulû’ boğardım beytül gâzelim bile bir oktu tığlardan tevekkülün bendini fıtratına diken âdemin dahi bizi bize tanıtan sendin meğer cancağızlara iliklenen
sınırsız merak, sayısız keşif
seddimi bilişte pekişmek için estağfirullahelazimelkerim!
HIZIRIN KÖŞESİNDEN
göğün göğüyüz biz, yerin yeri
niceye süreyya, niceye bağır
testin kadarsan, günahımız ne
ya kıl taat, ya cezbemizden delir
ki yokluk, varlığımıza delil
ki yokluk, yokluğunuza tülbent
içimiz var, içimizden içeri
ve dışımız, dışımızdan dışarı
vur testini, ne dış kalsın, ne içi
lâmekânda bulunur bu define
aşk, öyle bir uçurur ki kimini
aşk dahi bilmez uçanın yerini
AHRAZ
bir kez içeriyi dağıtıp gidenlerin bir ömür ardını toplar kalanlar bazı sözler öyle derin ki
asırlar alır vurması kıyıya
yokluğuna bitiyorum sevgili gözlerin içimin boy aynası
çocukluğum bile yaşlandı seke seke terkederken beni unutsam da, özlüyorum seni
şafağına çektiğim umutlar şakağıma biriken kesiklerdi
yaraydık, kabuk tutmuştuk bizi gözyaşlarından görünmüyoruz şimdi kesik bir baş gibi yuvarlandı aşk hayırsız bir evlattı yaşanan
neden hep gelişine vurur hicran ömrüm, şimdi nasıl sığar hayata
meğer altında ıslanmak isterken ne çok değmeyen varmış hayatta
kucaklayıp herkesten sakınacakken savrulup çamur olan
ki hayat, ömrüme diz çökecek bir gün insan her gün kopar mı aynı kıyameti sen, takılıp düştüğüm gökyüzüm yeryüzüne nasıl sığdırdın bizi
aramakla verdiğin son nefesi çürüdü ömrümün akciğerleri
ölürsem içimi sana bağışlasınlar bir taşla nereye dek yaşanılır ki unutsam da, özlüyorum seni
Bilal Yavuz