- 1090 Okunma
- 4 Yorum
- 2 Beğeni
24 Suskunluklarımız benlik direncimizi aştı 24.
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Kime kim ve ne için adanmıştı bu yıllara, geri bakılan yaşam…
Belki de unutulan tek olgu vardı yaşamımda aslında göz ardı edilemeyecek mutluluklarım ve havaya sevinçle ad veya isim haykırışımın yanında “ben de mutluluğu hak ettiğim gibi yaşıyorum” diyerek haykırmalarımı inkâr etmem hiç de mümkün değildi…
Birileri, biri tarafından bir kurban olarak seçmişti beni… Onlarca yıla serilen bu adanmışlık içinde çok az mutluluğa karşılık benden koparılan huzur ve sevmeye dair safhane duygularımın yanında “inanmışlığımdı birine.“
Gerçeği o kadar güzel saklamıştı ki gün gün, ay ay ve yıllara yayılmış bir uygulama taktiği içine “ben seni gerçekten çok sevdim” cümlesi idi beni acıların ortasına serip gömen…
Dünlerden ve bu günlerdeki düşler, bir yaşanmışlığa dönünce, azalıp çoğalan sevinçler, kahırlar, pişmanlıklar ve inanmışlıklarla uğraş vermenin imkânsızlığı etken olmuştu bu günlerin esen rüzgâr vari düşlerine…
Yarınların özlemini yaşarken, dünlerin baskısı ile geleceğe düş kurmanın yıl yıl azalarak eksildi ve sonuçsuz bir yaşamın girdaplarında savrulmak da yaşamımın bir kesiti oluyordu…
Sevmenin bedeli, sağlıklı bir yaşam sürmenin bedeli çok ağırlaşarak bu günlere geldi ki şimdi bakıyorum da hâlâ çok sevildiğim ulaşıyor kulak diplerime…
Doğrudur, sevmenin bedeli ağır yük taşımakla ödenirdi…
Rüzgârın estiği yöne yürümek, yürümek, dağılmak demekti saçlarımı… İçimdeki tüm öfkelere basılır kalırdı var oldukları yerde.
Yarını düşünmek anlamsız bir düş kurmaktı dün… Ne değişti ki hayatımda yarın tepetaklak olacak tüm acılar sanki demek hayal bile değildi…
Siyah simsiyah rüyadan fırlamaktı yürek vurgunu ki acının bastırdığı tüm istekler, mesela çocuklukta çocuk olmak, hiçbir şeyi imkânsız değildi…
İsteklere bir şey olur yıkılır, bir yerlerde bir duvar ve ürperten bir sesle irkilmek, dönmek demekti masumluğa…
Sevmekse sevmek, yaşamaksa yaşam, sevginin içinde var olmaktan başka hiçbir riya yok, yalan yok aşkta…
Gülmekse gülmek, ağlamak hiç yoktu, mutlu olunacak günlerde ki riya sanki üzüm salkımı gibi sarkık…
Ardı arkası bitmez ahlar vahlar, unutulmuş karartılarla gölgesiz yaşamın içinde…
Ve sen sevgili, sevgiden ziyade gerçeğimdin ki bugüne sarkan yaşamın kısık gülüşleriyle...
Gözlerimin içine bakarak bir gün sen de gidecektin şüphesiz ama arkanda bir enkaz bıraktığını hiç bilemeyeceksin…
Yaşam gün gün peşinden koşacak ama ben yoruldum artık, adım atacak isteğim yok sana doğru, derken bile içimdeki korlar hep harlı halinde...
Kaybolan zamanların ardında kalan yaşam nefeslerinin içindeki imkânsızlıklardı asıl sonu gelmeyen güçlülükler…
Sadece unutmakla yaşama devam mecburiyeti olan, karanlık bir yaşam dönemiydi, arda kalan…
Bir yerlere gitmekle, bir yerlerde kalma kararsızlığı, arasında verilen bir iç savaş, zamanlarıydı bu anlar artık…
Sabır ve sukûnet gerektiren saatler ve günler, artık yıllara sarkıyordu.
Cevabı verilemeyen sorular vardı hayatımı dağıtan ve kendi kendimi güçlendirme çabaları yaşanıyordu.
Güçlü olmakla çaresiz kalmak arasındaki çıkış noktası idi beklenen…
Dağılmış ruh dinginliğiydi durmayasıya uğraş vermek istenen…
Dinginlik aslında bedensel duruşun tarifiydi ruhsal yapının bozulmalarında…
Çözüm sadece sabır ve sabretmek…
Suskunlukların bedensel direncimi aştığı anların sonunda…
Bu düşüncenin sonu yaşamı yeniden kazanmayı sağlıyordu…
Işıkların söndürülmesi gereken zamanların içinde var olma savaşı verirken, tutunduğum sevgi adına nefes almaların zorluğunu yaşamak, zorlandıkça zorluyordu ve çaresizliğin içinde var olma savaşı veriliyordu bedensel direnç olarak…
En zorlanıldığı gece zamanımın içinde “gece yarılarına altı çeyrek saat kala zamanların saniyeleriydi ki ben o anlarda sadece gözümü kapatacak güce sahiptim…
Hüznü unutmaya çalıştıkça gülmeyi öğrenmek, ne kadar garip bir düştü.
Sadece korkular sarar insanı diye düşündüğüm an, gülümsemeyi öğrenmiştim artık.
Yaşamın içine hüzünden sonra koşmaya çalışmak, zor da olsa bir an içinde buldum kendimi…
Belki de bu ömrümce arandığım bir düştü ve pek de kolay oluşmuyordu…
Bir kere susarsın, günü, zamanı, saati geldiğinde ise yine susup konuşamazsın, sadece kelimeler dökülür satırlara…
İçinden özlem fışkırır, içinde korlar har olurcasına, bir yerlerin yanar. Yandıkça acır canın, yine de susarsın, gözlerin dolu dolu olur.
Dilin ağzında kıvrılır, dişlerine sürter, canın yanmaya çalışır, biteviye içinden pişmanlıklar fırlamaya çalışır.
Korları, zapt etmeye çalışırsın kendini, incelir için, ardından düşüncelerinle dalaşmaların fırlar.
Bir yerden diğer yerlere doğru aklından haritadan çapraz işaretler koyduğun, yer işaretleri çıkar gözlerine, için acır bu sefer ısınarak, kendi kendine susarak konuşmaların başlar içinden.
Düğümlenir boğazın, heceler dönmeye başlar kendince, sabahın ayazı omuzlarına vurur sanki, donuklaşmış omuz kemiklerinle…
Söylemler, kelimeler düşünceye kilitlenir.
Artık gün ışıması omuzlarını ısıtmaya başlar ki bu kadar sevmek de neyin nesi dersin sesin susuşlara karışarak benlik bozgunu başlar.
Kendini pişmanlıklarla bağlamaya çalışır, insan ki artık benlik direncimiz kırılır, kendini aşar.
Kendi kendine boğulası seslerle ağlama düşleri kurulur. Beyin damarları çatlarcasına yanar kemikleri, kendine hükmedemediğin pişmanlık sesleri ile kelimeler boğazına tıkanır, işte bitiş veya bitirilişin an zamanlarıdır artık, gözkapakların düşer her şey bir anda ısınır ve duyarsız kalırsın artık tan şafağındaki seslere…
Aklından bir şarkının cümleleri dökülür, “senin olmaya geldim” duyusu ile omuzların sarsıla sarsıla başın toprağa eğerek, gözlerinden akan yaşlar diz üstlerinde birikir…
Zaman artık kendine birikir… Birimlere umarsız kalır insan, hayallerle düşler başlar kendi haline…
Kendi haline gömüldüğün anda bir cümle dolaşır dil ucundan “şimdi uzaklarda, cümlesi ile burkulur için ve kendi yalnızlığına gömülür düşler…
Yıllardır bir şarkının tınısıyla, iki şehir arasında süre gelen karşılıklı acılanmaların yırtıcı duyguları ile varlık savaşımı verirken, akla gelen tek olgu hasret yoğunlaşması idi…
Böyle bir sevgiyi yılların içinde saklarken, yaşamışlıkları tümüyle düşünmek yerine mutlu oluşlarımı, huzursuz yaşamlarımı veya canımdan bezmişçesine içinde var olmaya çalıştığım sevgiyi analiz ederken, tümüyle ret edip, yaşama kendi dünyamı kurarak devem etmem mi gerekirdi?
Veya böyle bir sevginin bezmişliklerimi hatırlayıp, tümünden vazgeçip, sevgili varlığını benliğimden çıkarmak mı gerekirdi yoksa, bir daha yek baştan yaşamak ister miydim onunla, diye sormak yerine güzel günlerin hatırına bir daha asla onunla bir düşüncede dahi var olmayı tercih etmem mi gerekir?
Yoksa, yaşandı bitti bir daha asla onunla birliktelikte bir nefes alma düşüncem yok mu diye düşünsem?
Gibi tercihi zor bir karar dönemimi yaşarken, tiksindim senden derken, bir daha yan yana olabiliriz demek için de hafıza kaybı gerekirdi ki…
Sadece yaşandı veya düşler kuruldu deyip bir dahası asla ömre sığamaz ve dayanılası bir güç demek gerekir sanırım…
Yaşam güç kararlar verme zamanlarını da içine koymuştur. Yaşamın en zor tarafı da sanırım bitti kelimesini veya asla kelimesi ile beraberlikleri sonlandırmayı tarif etse de bunun sonucunu çok zor kabullenilirdi insan sanırım…
Gecenin tüm düşlerini içine alan zamanlarımın sonundayım sanırım…
Az sonra bir başka şehirde olmamın heyecanı ile güneşin ilk ışıklarını karşılayacak gözlerim…
Bir başka şehrin ilk sabahına gözlerimi taşımak ve tüm ezer bozan düşlerden arınıp, kendi benliğime anılardan bir an zamanı bile uzak kalmak içimde bir başka heyecan yaşatıyor ruh yapım ile dağılan benliğime…
Uzun zamandır verdiğim anı ve benlik birleşim ile çetin bedensel hırpalanmalardaki kısa bir zaman da olsa kurtulacağımı sanıyorum…
Tüm gün doğumu heyecanları ile ürpertisiz bir yaşam nefeslerinde var olmamın güzellikleri barınıyor içimde…
Sevgi için verdiğim direnç ve anı savaşından, suskunluk duygularından, kopup, kendi ruhsal yapımla var olmak istiyorum.
Sevgi adına verdiğim var oluş uğraşının içindeki darlık zamanları ile uzak bir kentin sabahına göz değdirmek, sanki oldukça güzel olacak…
Uzak sahil kentinde bulunan bir konaklama yerinde buluna otelin üst katlarından birinin denize bakan penceresinden durulmuş denizin uzaklarına bakarken kendimi sınıyorum… Acılanmaların arka penceresinden bakınıyorum kumsalın yalnızlığına…
Durulmuş deniz suyunun sessizliğine karışıyor nefeslerim…
Dünlerin hayal kırıklıkları ile bu günkü yaşamımın farklılığını sevinçlerimle yaşamak istiyorum…
Farklı bir yalnızlaşma duygusu, içinde kimselerin olmadığı bir an zamanlarının boşluğu var sanki içimdeki bir yerlerde…
Belki de bunun adı yalnızlaşmanın kentsel tarifi…
Belki de benlik dağılmaları ile ruhsal yapıdaki değişimleri yaşıyorum adı olmayan hislerle…
Belki de kendini kendinde kaybediş bu anların içine gizlenen sessizlik…
Sanırım kendine dönüş şaşkınlığının boşluğu bu anlar…
Sanırım kar altından bahara adım atış şaşkınlığındaki tarifsiz heyecanlar bunlar..
Şüphesiz yaşamdaki acılanmalardan bezmişlik tarifi bu kelimelerle izah edilemeyen hisler…
Ne olursa olsun bundan sonraki yaşama hazırlıktı bu zamanlar sanki…
Hâlâ farkında olmadan geldiğim bu şehrin portakal kokusundaki sahilindeki yalnızlığımın garip sebepleri arasında kendimi bulma umudu ile derin nefesler alıyorum…
Her an her şey değişebilir, kendime güvenim yeniden ruhuma işlerdi…
Mustafa yılmaz
Fotoğraf. Mahmut açbay
YORUMLAR
Uzak sahil kentinde bulunan bir konaklama yerinde buluna otelin üst katlarından birinin denize bakan penceresinden durulmuş denizin uzaklarına bakarken kendimi sınıyorum… Acılanmaların arka penceresinden bakınıyorum kumsalın yalnızlığına…
Durulmuş deniz suyunun sessizliğine karışıyor nefeslerim…
Dünlerin hayal kırıklıkları ile bu günkü yaşamımın farklılığını sevinçlerimle yaşamak istiyorum…
Farklı bir yalnızlaşma duygusu, içinde kimselerin olmadığı bir an zamanlarının boşluğu var sanki içimdeki bir yerlerde…
Belik de bunun adı yalnızlaşmanın kentsel tarifi…
Belki de benlik dağılmaları ile ruhsal yapıdaki değişimleri yaşıyorum adı olmayan hislerle…
Belki de kendini kendinde kaybediş bu anların içine gizlenen sessizlik…
Sanırım kendine dönüş şaşkınlığının boşluğu bu anlar…
Sanırım kar altından bahara adım atış şaşkınlığındaki tarifsiz heyecanl
Mustafa yılmaz