- 554 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
Tecrübe
Her zamanki saatinden çok önce uyanmıştı Ali. Her gece olduğu gibi onlarca rüya görüyor ancak bazılarını belli belirsiz hatırlıyordu uyandığında. Bir masal kahramanı mı yoksa bir dram sahnesini mi? gördü. Bir ses kulağına kulağına geliyordu ama sesleri tam seçemiyordu. Rüya mıydı yoksa rüya içinde rüya mı. Ses geliyor ama rüyanın içinde miydi yoksa gerçek bir an mıydı anlayamamıştı. Zira gece daha tan vaktine ermemişti. Rüyamı gerçek mi derken oğlu Emin sesini duydu diğer odadan.
" Baba, baba baba! "
" Oğlanın sesi, yine bana sesleniyor. Hiçbir gece de annesine seslenmiyor " diye kendi kendine söylendi.
" Geldim oğlum"
" Baba susadım. "
Ali’de uyku namına bir şey kalmamıştı zaten. Kalkmak zor gelmemişti onun için. Hemen kalkıp mutfağın yolunu tutmuştu oğlu Emin ile birlikte. Işıkları yakmadan oğlu’na cam sürahiden bir bardak su aldı ve hemen oğluna uzattı bir bardak suyu. Işıkları yakmıyordu zira oğlu ışıklar yanınca bir daha uyumuyordu. Gecenin üçünden sonra dört yaşındaki bir çocukla ilgilenmek zor olurdu kreş saatine kadar. Emin afacan bir çocuk. Sanırım büyük dedesine çekmiş. Dedesi de uykuyu hiç sevmezdi Emin de hiç uykuyu sevmiyor. Yaşıtlarının yarısı kadar uyku uyuyor uyumuyor hepsi o. Ama maşallah dinç mi dinç. Emin, akşam yatma saati’ne bakmaksızın muhakkak geceleri kalkar bir huysuzluk yapar annesini babasını uykusunun en derin yerinden kaldırmayı başarır. Bu nedenle uykusu hafif olan Ali, oğlunun gece ihtiyaçlarına kalkmayı alışkanlık haline getirmiş ve çocuğun ihtiyaçlarını da karanlıkta halletmeye çalışıyordu bu gece olduğu gibi.
" Allah Allah ben de susamışım. Kalkmışken ben de bi su içeyim de içimdeki şu yangın geçsin" dedi Ali kendi kendine.
Akşam yemeğinden sonra yeme alışkanlığı da yoktu Ali’nin eşinden farklı olarak. Akşam yemeğini yedikten sonra çay saatinde eşi çayla birlikte muhakkak atıştırmalıklardan bir şey tadardı. Tatlı olur çikolata olur kek olur muhakkak çayın yanında bir şey olur. Ama Ali çayı çay gibi içmeyi severdi. Belki çocukluktan kalma bir alışkanlık. Çok küçük yaşlarda çay’la tanışmış hem de ne çay. Demli demli çaylar yapılır, çılgınlar gibi çay tüketilirdi Alinin baba evinde. Anne baba kardeşler koca bir çaydanlık çayı hemen bitiriverirlerdi. Evin her odası balkon ve evin bahçesi çimenlikte her yerde çay. Çocukluğuna dair en büyük özlemlerinden biri de ikindi vakti ailecek içtiği çaylardı Ali’nin. Temmuz sıcağında ikindi vakti ıhlamur ağacının altında püfür püfür esen rüzgar eşliğinde içilen üç beş bardak çayın tadı hiç bir şeye değişilmezdi. Yıllar geçiyor bazı alışkanlıklar değişmiyor. Ali de bazı alışkanlıklarından vazgeçemiyor. Yıllar sonra Ali de çayı çay gibi içiyor tıpkı annesi babası gibi.
Evet akşam yemeği de ağır değildi ama Ali’nin içi yanmıştı. Büyük boy bardağı bir dikleyişte içti. İçti ama su sanki bir anda bağırsaklarına kadar inmişti.
" Keşke bir dikleyişte içmeseydim, oturarak su içmek en sağlıklısı onu da ben hiç yapmıyorum " dedi kendi kendine.
Oğlunu yatırdı. Ne hikmetse Emin’in bu gece uyuyacağı tuttu ve hemen uyudu. Ali bu duruma şaşırdı ama şikayetçi olmadı.
Şikayetçi olmadı çünkü oğlu ile ilgilenecek gücü kendinde bulamıyordu bu gece. Zaman insandan ne çok şey götürüyordu. Günlük yaşamın büyüsü bazen gerçekleri görmeye engel oluyordu. Hayatın olağan akışında hayat seyrederken bazen olması gerekenleri kaçırıyor. İş tutkusu, para tutkusu , koltuk tutkusu vs. İnsan ömrü ne kadar ki. Belli bir ana kadarını hatırlamıyoruz zaten. Kimi beş yaşına kadar kimi yedi yaşına kadar olan zaman dilimini hatırlamıyor kimi de belli yaştan sonra hayatı hayat gibi yaşayamıyor. Kiminin belini hastalıklar büküyor kiminin belini ekonomik buhranlar. Gerçek hayat yaşanılır dediğimiz hayat yedi ile yetmiş arası mı yoksa yedi ile elli mi bilemiyoruz. Rahmetli Barış abi (Manço) yediden yetmişe derken yaşanılan hayatın yedi ile yetmiş arası olduğunu bize söylemek istemiştir belki bilemiyoruz.
Tekrar yatmasına yattı ama uyku tutmadı Ali’yi. Bir o tarafa bir bu tarafa dön dön. Yine uyku yok. Koyunları saysa da uyku yok.
İster istemez kalktı yataktan. Bari bişey yapayım dedi. Biraz Televizyon seyretti. Futbol’a tutkulu olmasa da İngiliz futbolu ile ilgili bu yıl. Otuz yıl sonra gelen mucizeyi görmek hoşuna gidiyor. Liverpool 30 yıllık şampiyonluk hasretini sonlandırmaya hazırlanırken bu özel başarıyı takip etmek hoşuna gidiyor. Biraz spor programı izledi ama o da kesmedi ki bir şey daha yapmalıyım dedi kendi kendine. Saate baktı ve beş otuz olduğunu gördü. Hafta içi kahvaltı alışkanlıkları yoktu Ali ve ailesinin. Ama hafta sonu kahvaltıları çok özel olurdu. Hafta içi Çocukları da Ali gibi kahvaltı etmeyi sevmiyordu. Okul gittikleri için Ali kızına oğluna süt içmeyi şart koşmuştu.
" Kahvaltı etmiyorsanız süt içmek zorundasınız " demişti bir seferinde.
Emin kreşte yiyordu. Ama kızı Meltem okul kantinlerinde ne olduğu belli olmayan yiyecekleri gün boyu atıştırıp duruyordu. O nedenle güne sağlıklı başlamak için " süt içmeyi " zorunluk haline getirmişti Ali çocuklarına.
Evet kahvaltı etme alışkanlıkları yoktu Ali ve ailesinin. Ali ve eşi iş yerlerinde kahvaltılarını ederken çocukları da bir süt ile geçiştiriyorlardı ve apar topar evden çıkıyorlardı her gün. Lakin bugün biraz farklı oldu. Ali gecenin üçünden sonra uyuyamadığı için eşine ve çocuklarına kahvaltı hazırladı. Ali kahvaltı hazırlama işini zaman zaman hafta sonları yapıyordu ama hafta içi hiç kahvaltı hazırlamamıştı ailesine. Kahvaltı hazırlarken kendi kendine mırıldanıp duruyordu.
"Can !
Hiç düşünme!
Bir günde geldi geçti.
Dün olduğu gibi bugünde bitecek.
Yarınlar gelecek sevdiğin şehirler senin olacak. "
Kahvaltıyı hazırladı eşi ve çocuklarının yanına giderek onları kaldırmaya başladı.
- Haydin bakalım sabah oldu. Kahvaltı hazır.
- Hülya canım hadi kalk kahvaltı hazır.
- Aliii , Aliii" Ne oluyor bu gün pazar mı? Sabah sabah şaka mı yapıyorsun anlamadım. Daha gün tam da aydınlanmamış. Her halde kalkmamız için şaka yapıyorsun.
- Günaydın canım. Bugün farkılık olsun diye size kahvaltı hazırladım. Bir daha bulamazsın bak. Tarihe not et bu günü. Çayı da en sevdiğin kırmızı çaydanlık ile demledim.
Zor da olsa çoluk çocuk hepsi kalktı. Ali , eşi Hülya kızı Meltem ve oğlu Emin kahvaltı masasına oturdular. Bedenler uyandı ama sanki ruhları uyanmadı masadakilerin. Ali herkes kendine gelsin diye bir nakarat ile masadakiler seslendi.
" Uyanın uyanın, gözleriniz ışıl ışıl olsun,
Zihniniz ise tertemiz,
Hayal ettiğiniz bir güne başlıyorsunuz,
Dolu dolu bir kahvaltı tabağı önünüzde,
Olmazsa olmazınız canlarınız yanı başınızda.
Ve buram buram tüten çay fincanı
Ne güzel gün ne özel gün"
Kahvaltıyı yaptılar hep birlikte. Okul hazırlıkları iş hazırlıkları. Hülya çocuklara sesleniyor.
" Herkes çişini yapsın. Kızım dişini fırçaladın mı? Kitaplar defterler tamam mı? Eksiğin olmasın sonra okuldan beni aratıyorsun beni mahçup oluyorum "
Çocuklar önlüklerini giydi, çantalar hazırlandı. Ali ve Hülya da iş elbiselerini giyip evden çıktı.
Meltem hayatım kapıyı kilitledin mi? Anahtarı aldın mı ? Geçen gün çocuklarla ilgilenirken ikimizde unuttuk anahtarı kapıda. Hırlısı var hırsızı var. Geçen sefer şansımız yaver gitti bu sefer işimizi şansa bırakmayalım. Aman dikkat!
Ali kızı Meltem’i okuluna bıraktı. O kızını elini öptü kızı onun yanağını.
" İyi dersler kızım öğretmenini üzme, derslerini iyi dinle tamam mı? " dedi Ali
" Tamam baba hergün aynı şeyi söylemekten bıkmadın " dedi Meltem.
Bir ceylan gibi seke seke gitti okuluna doğru. Meltem gözden kaybolunca Ali de Hülya’nın yanına doğru hareket etti.
O esnada Hülya Emin’i arabanın arkasına bindirmekle meşguldü. Emin’i arabaya bindirdi ve Ali’ye seslenerek :
" Hadi hayatım geç kalıyoruz " dedi
Dedi ama aslında hergün çıktıkları saatten yirmi dakika önce çıkmışlardı. Çıkmışlardı da Hülya farkında değildi.
" Geliyorum" dedi Ali.
Arabaya bindi. Emniyet kemerini taktı.
" Hadi gidelim. Allah hepimizi kazadan beladan, kem gözlerden korusun. Saat daha yediyi yirmi geçiyormuş ya! Erken çıkmışız . Bugün emini birlikte bırakalım kreşe " dedi. Ali
Kreşe gittiler Emin’i öğretmenine teslim etti . Sonra Hülya’nın iş yerine geldiler.
" İstersen seni bırakayım " dedi Hülya
" Yok ya bugün erken çıkmışım bari değerlendireyim. Uzun zamandır yürüyüş yapamıyorum işten güçten. Hava inadına güzel. Sanki bana sesleniyor denizin dalgaları. Dalgalarla buluşmak istiyorum. İş yerine kadar yürüyeyim" dedi Ali
"O halde sana kolay gelsin " dedi Hülya
" Sana da kolay gelsin " deyip ayrıldılar.
Ali ve Hülya vedalaştılar ama Alinin içindeki sıkıntı gitmemişti. Hülya ile birlikte bir ofiste çalıştığı günler aklına geldi. Kendi kendine tebessüm etti. Ne çok şey götürmüş zaman bizden deyip hayıflandı. Eski dostlarını hatırladı. Keremi, Muratı, Mustafayı ve diğerlerini. İnsan kendisini zor zamanda belli ediyormuş. İyiyken herşey iyiymiş kötüyken de herşey kötüymüş.
Bu düşünceler içinde yürürken deniz kenarında karşıdan Kerem geliyordu. Hayat öyle garip ki bir zamanlar yediği içtiği ayrı gitmeyen dostlar bugün bir nefes mesafesinde yan yana karşılaşıyorlar da selamlaşmıyorlar. Selamlaşmıyorlar çünkü Kerem, Murat , Mustafa ve diğerleri hiçbiri zor zamanında Ali’nin yanında yer almamışlardı. Ali bir şekilde iş değişikliğine gitmek zorunda kalmıştı. Çok sevdiği işini bırakıp yeni bir işe başlamak zorunda kalmıştı. Kerem karşıdan Ali’yi gördüğünde başını yere eğdi ve Ali’nin yanından geçinceye kadar başını kaldırmadı / kaldıramadı. Çünkü yüzü yoktu başını kaldırmaya. Ali’nin zor zamanlar geçirmesinde en büyük paylardan biri de Kerem’e aitti.
" Hayat ne garip. Gecenin kör vaktinden beri içimde biriken huysuzluğun nedeni buldum. Sebebi buymuş " diyordu kendi kendine.
Evet hayat öyle garip bir şey, hergün bir volkan gibi yanan duyguların dışa vurumunu ansızın karşında görmek ve dahası yaşamak başka birşeymiş. Ali, içindeki volkanı söndüreceğini bilse püfür püfür esen rüzgara kendini bırakır yanı başında duran dalgalı denize hiç düşünmeden atlar ırmakla denizin buluşma noktasına kadar o şekilde gitmeyi tercih ederdi. İnsanoğlunun içinde yanan ateşi ne ırmak ne deniz ne de okyanuslar söndürebiliyormuş.
Hayat tercihlerden ibaret değilmiş. Hayat dediğimiz olgu tecrübelerden ibaretmiş. Kim neyi tecrübe etmiş bilemeyiz. Kimi hayat tecrübesini güzel güzel yaşıyor, kimi de tecrübeyi yediği kazıklardan anlıyor. Tecrübe insana ne çok şey öğretiyor ne çok şey yaşatıyor. Bilmenin başka bir şey olduğunu yaşamanın apayrı bir şey olduğunu sanırım tecrübe ile öğreniyoruz.
Ali de tecrübe etti hayatı ve sahte dostlukları. Yaşamak dürtüsü insanı bir yerden alıp başka bir yerlere götürüyor. Bazen bu yerler bir bilinmeyen oluyor ama yapılabilecek bir şeyde yok. Ali düşünüyor. Çok eski zamanları ve bugünü düşünüyor. Bir masal kahramanını halinden hazin bir öykü kahramanı haline dönüşen o günlerini düşünüyor ve hayıflanıyor. Otuzbeş yıllık hayatını otuzbeş dakikada çöpe attı. Yıllar sonra Kerem’i Mustafa’yı Murat’ı ve diğerlerini çöpe attı. Tarihin derinliklerine gömdü.
Yeni bir hayata yeni bir yolculuğa yelken açtı.
YORUMLAR
Önceden, “dost, kötü günde belli olur” sözüne inanırdım. Ama artık tam tersini düşünüyorum. Yani; dost, iyi günde belli oluyor. Az ya da çok, her insanın içinde merhamet duygusu var ve zor durumda olana içtenlikle üzülebiliyor. Oysa asıl mesele, birinin mutluluğuna sevinebilmek! Gerçek dost, bunu başarabilen insan. Hayat bana bunu öğretti...
Keyifle okudum yazınızı. Günlük rutinden sonraki ruh hali aktarımı nefisti! Sanırım aksiyondan çok duyguların dile gelişi ilgimi çekiyor:)
Teşekkürler güzel paylaşım için...