- 684 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
ADALET
----------------------------ADALET
“Yerlerde ve göklerde ne varsa hepsini kendi katından bir lütuf olmak üzere size muhassas kılmıştır (Sizin kullanmanız için emrinize vermiştir.). Elbette burada düşünen toplumlar için ibretler vardır.” Kuran / Casiye Suresi 13. ayet
“Allah O’dur ki arzı (yeryüzü) size durulacak yer, göğü de bina yaptı. Sizi şekillendirdi, şeklinizi de güzel yaptı ve sizi güzel rızıklarla besledi. İşte Rabbiniz Allah budur. Bütün âlemleri yaratan Allah ne yücedir. Kuran / Mü’min suresi 64. ayet
Bu ayetleri nasıl okumalı?
Bu ayetlerde ne devlet ne de belirlenmiş sınırlar vardır. Ne köşk ne de saray vardır. Ne de kişiye özel mallar, zenginlikler vardır. Nasıl ki güneşin aydınlığına ayın şavkına, havanın kullanımına sınır çizilmemiş, hiç kimseye, hiçbir zümreye mülkiyet hakkı verilmemişse, yeryüzüne ve yerin altındakilere de hiçbir sınır, hiçbir kısıtlama, hiçbir engel konmaması lazım gelir.
Bana göre Allah, (mealen) “Bu ayetlerimi doğru okumayıp, başkalarının zararına mal edinenlere sesleniyorum: Ben sizleri doğumda eşit yarattım. Öldüğünüzde de eşitleyeceğim” diyor. Bu anlamda, Allah, “İhtiyacınızdan fazlasını ihtiyacı olanlara verin.” (Kuran / ilgili ayetler) demektedir.
Öyle ise ilahî adalet neden gerçekleşmez?
Bunu da Giordano Bruno (İtalyan filozof 1548- 1600), "Allah, iradesini hâkim kılmak için yeryüzündeki iyi insanları kullanır. Yeryüzündeki kötü insanlar ise kendi iradelerini hâkim kılmak için Allah’ı kullanırlar.” diyerek ne doğru bir tespit yapmıştır.
Bruno, yukarıdaki sözleri ve benzeri düşünceleri, özellikle sonsuz evren gerçeğini açıkladığı için kilise tarafından Roma’da yakılarak katledilmiştir.
Bruno’nun söylediği kötü insanlar, (Feodalizmde kölelerin ve toprağı işleyenlerin iradesi olamayacağına göre) kendi iradesini dayatanlar, toprak sahipleri yani egemenler ve onların belirlediği yöneticilerdir ki bunlar, kendi çıkarlarının ve kurdukları düzenin bekası için Allah’ı da kullanarak kendi adaletsizliklerini İlahî adalet diye dayatırlar. Bu amaçla, yasalar yaparlar. Kendi yaptıkları yasalar, kendileri içindir. Herhalde toprak sahiplerinin topraklarını işleyen çiftçiler ve atlarından ve itlerinden daha aşağı görülen köleler için değildir.
1789 Fransız Devrimi’yle başlayan feodalizmin tasviyesi ve burjuva devletlerinin kurulma süreci, Birinci Paylaşım Savaşı (1918) sonrasına kadar sürmüştür. Burjuva ulus devletlerde yurttaşlık bilinci oluşmaya başlamış, yurttaşlar da yasalar önünde görece eşitlik elde edip gerek kendi aralarında gerekse devleti temsil edenlerle hatta bizzat devletle yaşadıkları sorunlara burjuvazinin mahkemelerinde çözüm aranmışlardır.
Bu uzun süreçte insanlık ayıbı olan kölelik de farklı devletlerde farklı zamanlarda kaldırılmıştır.
Örneğin Osmanlı’da, kölelik Tanzimat Fermanı doğrultusunda (1847) kaldırılmış olmasına rağmen köle ticareti devam ediyordu. Köle ticareti Cumhuriyet’ten sonra tamamen sona ermiş, 1949’da Birleşmiş Milletler kararıyla da tüm dünyada yasaklanmıştır.
Ulus devletlerde yurttaşların yasalar karşısında eşit sayılması, köleler ve toprağı işleyenler için büyük bir kazanımdır. Geriye dönülmez bir devrimdir. Aşağıdaki yaşanmış öykü, neden geriye dönülmez olduğunu anlatmaktadır bize.
Olay, Prusya (Almanya) Kralı 2. Frederich ile Değirmenci Sans-Souci arasında yaşanır.
1750 yılında Purusy (Almanya) kralı 2. Frederich Berlin yakınlarında Potsdam ormanlarında gezinirken bir değirmenin bulunduğu alanda durur. Orayı çok beğenir ve yazlık sarayını orada yapmaya karar verir.
Yanındaki görevlilere değirmenin de olduğu alanı satın almak istediğini söyler.
Kralın adamları değirmenci ile görüşür. Kralın toprağını satın almak istediğini söylerler. Değirmenci, “toprağım satılık değil” der. Kralın adamları durumu krala anlatırlar. Kral “Değirmenciyi bana getirin, ben görüşeceğim” der.
Değirmenciyi getirirler. Kral ile aralarında şöyle bir diyalog gelişir:
Kral 2. Frederich: “Beyefendi, yanlış anladınız herhalde, ben satın almak istiyorum orayı, kaça satarsınız?”
Değirmenci: “Yanlış anlamadım, efendim. Adamlarınıza da söyledim. Değirmenim satılık değil,”
Kral 2. Frederick: “beyefendi inat etmeyin. Paranızı fazlasıyla vereceğim.”
Değirmenci direnir: “ Sen koskoca kralsın. Paran çok… Sarayını başka bir yere yap. Değirmen bizim aile ocağımız…”
Frederich ayağa fırlar, “Sen benim kral olduğumu bilmiyor musun?” der.
Değirmenci, “Sizin kral olduğunuzu biliyorum ama ben de bu değirmenin sahibi Sans-Souci’yim,” diye karşılık verir.
Kral öfke ile “zorla alırım, bakalım ne yapacaksın?” der.
Değirmenci Sans-Souci, sakin bir dille, o herkesin bildiği tarihî sözü söyler.
“ Sen kralsın ama Berlin’de hâkimler var!”
Değirmencinin bu sözü üzerine Kral, değirmenciye sözünü geçiremeyeceğini anlar. Değirmenci gönderilir. Değirmenci gittikten sonra Kral Frederickh, adamlarına, “Hiçbir güç, hiçbir siyaset, hiçbir iktidar, kral bile olsa adaletten üstün değildir.” demiştir.
Kral, değirmeni alamaz ama sarayını, Sans-Souci Sarayı adı ile değirmene komşu yaptırır.
Tabii ki bu olayı var eden sebepler, sanayi devrimi ve sanayi devrimini yaratan toplumsal dinamikler (aydınlar, işçiler köylülük vs.) ile feodalizmi tasfiye etme sürecine giren burjuvazi arasındaki çatışmalar ve uzlaşmalar sonrasında elde edilen haklardır, diyerek konumuza dönelim.
Adalet zaten ilahîdir ama dünya içindir ve mekânı dünyadır. Ne var ki adalet günümüzde egemenlerin hukukuyla ifade edilmektedir. Bu yanlıştır. Hukukla uğraşanlar, adaleti, egemenlerin çıkardığı yasalar çöplüğünde boşuna aramaktadırlar. Yasaların çöplüğünde, bulabilirlerse ancak egemenlerin adaletini bulabilirler. Oysa asıl adalet insanın vicdanındadır. Vicdansızın, zalimin, hırsızın adaleti, belki kendi hayrınadır ama hem dünyanın hem de insan olanın zararınadır.
“İnsanın, insanlaşma yolunda rehberi, vicdandır.”
Eğer dinî vaazlar, öğretiler, ibadetler yol gösterici olsaydı bu kadar sapık, bu kadar hırsız, bu kadar iki ayaklı mahlûk arasında utançla yaşamak zorunda olmazdık.
Eğer insanoğlu yukarıdaki ayetleri doğru okusaydı ve adaleti egemen kılsaydı Ortadoğu’da insanlar birbirini boğazlar mıydı ve Afrika açlıktan kırılır mıydı? Ve Allah, insanoğlunu cehennemle korkutur muydu? Sapkınlık ve sapıklık yapmasınlar diye cennetinde huriler, gılmanlar vaat eder miydi?
Günümüzde bizim gibi sözde parlamenter demokrasi ile yönetilen ülkelerde, adaleti adalet saraylarına, demokrasiyi de parlamento binalarında söz düellosuna indirgeyerek parlamentodaki partiler günü kurtarırken egemenler yani sermaye, ülkenin yer altı yer üstü zenginliklerini hatta bin yıllardan gelen insani ve toplumsal değerleri hızla tüketmektedirler.
Toplumlar, insani değerler açısından hızlı bir çöküşün, çürümenin şaşkınlığını yaşamaktadır,
Faşizmin egemen olduğu korku imparatorluklarında ise adalet, güçlünün elinde tutsaktır.
“Adalet sarayda tutsaktır şimdi
Kılıcı kırılmış, aksaktır şimdi
Hak hukuk beklemek, yasaktır şimdi
Hakkı derdest edip bağlayan kimdir?”
“İyi olmak kolaydır, zor olan adil olmaktır.” Victor Hugo (Fransız yazar)
“Adalet mülkün temelidir.” Hz. Ömer (Arap, İslam halifesi)
“Adalet, tabiat düzenine uymaktır.” Hilmi Ziya Ülken (Türk sosyolog, yazar)
“Adaletin olmadığı yerde ahlak da yoktur.” Montaigne (Fransız yazar)
“Kuvvete dayanmayan adalet aciz, adalete dayanmayan kuvvet zalimdir.” B. Pascal (Fransız matematikçi düşünür)
Önemsediğim bu sözleri de paylaştıktan sonra, yazımı şöyle sonlandırayım.
“Faşizm yalan ile kandıramadıklarını, korku ile sindirir.
Korkularını yenemeyen toplumlar faşizmin kurbanlarıdır.”
----------------------------------------------------------- Tahir Eker 17.2.2020
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.